29 Aralık 2015 Salı

SPASTİK KOLON - KARIN AĞRISI VE KRAMP NEDENLERİ

SPASTİK KOLON (İRRİTABL KOLON)
Spastik kolon ( irritabl kolon) sık görülen bir durumdur. Batı ülkelerinde insanların yüzde 15-25 kadarını etkiler. Belirtiler karın ağrısı ( özellikle kramp ve spazmlar), şişkinlik ve anormal bağırsak fonksiyonudur.

Bazı hastalarda dışkı sert olur ve dışkılamakta zorluk çekilirken bazılarında yumuşaktır ve acil dışkılama ihtiyacı hissedilir.
Spastik kolon hastalarında, nüfusun geri kalanına göre, alt bağırsak bölgesinde ağrıya duyarlılık çok daha fazladır. Nedeni bilinmemektedir ama dışkılama duygusuna karşı bağırsağın duyarlılığın artması ile ilgili gibi görünmektedir.

Teşhis normalde bir bağırsak hastalığına fiziksel bir kanıt olmaması halinde yapılır: durumun bağırsaktaki, yapısal veya biyokimyasal değil fonksiyonel bir değişiklikten kaynaklandığı düşünülür.
Kullanılan tedavide antidepresanlar ve serotonin olarak bilinen bir nörotransmitterin (sinir hücreleri arasında veri aktarımını sağlayan kimyasal maddeler) işlevini engelleyen ilaçlar vardır.
Karın masajı bölgeyi rahatlatır, klinik refleksoloji seansları ile kolon fonksiyonu dengelenmeye hedef alan bir çalışmadır.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
 +90532 297 9235
                                                              
KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite



24 Aralık 2015 Perşembe

OMURLAR ARASI DİSK KAYMASI VE TEDAVİSİ

OMURLAR ARASI DİSKİN KAYMASI VE TEDAVİSİ
Omurlar arası disk kayması (disk kayması olarak da bilinir), bir diskin yumuşak çekirdeğinin (nucleus pulposus) diskin lifli dokusundaki bir yırtık ya da kırık boyunca kopmasıyla meydana gelir.

Disk kayması, bel ya da boyun bölgelerinde oluştuğunda omurga sinirlerine baskı uygular (radikulopati).

Bel bölgesi omurga sinirlerinin baskı altında kalması kalçalar, bacaklar ve ayaklara doğru yayılan şiddetli bel ağrısı (siyatik) ile tanımlanır; bacaklarda karıncalanma, kas zayıflığı, kas spazmları ve kasık ağrısıyla birlikte görülebilir.

Boyun bölgesi omurga sinirlerinin baskı altında kalmasıyla, boynun yan ve arka kısımlarından omuzlara ve kollara kimi zaman da ellere ve parmaklara doğru yayılan ağrıya yol açar.

Doğal yaşlanma ve omurganın biçiminin bozulması, disk kaymasının en yaygın nedenidir. Özellikle yorucu fiziksel etkinliklerle uğraşan orta yaşlı ya da yaşlı erkekler, risk grubunu oluşturur.

İltihaplanmayı azaltmak için genellikle sert şilte yatak istirahatı, ilaç tedavisi ve fiziksel, refleksoloji terapi önerilir. Çok aşırı durumlarda cerrahi müdahale gerekebilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
  Uzman Sosyolog-Refleksolog 
 +90532 297 9235
                                                              
KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite





22 Aralık 2015 Salı

TORTİKOLLİS - BOYUN TRAVMASI

TORTİKOLLİS
Tortİkollis (ya da spazma bağlı tortikollis), boyun kaslarının uzun süreli kasılmasına neden olan istemsiz kas spazmları durumudur.

Bu durum, başın bir tarafa dönmesine, omuzlardan birine veya ileriye ya da geriye doğru eğilmesine ya da eğilmesine ya da sallanmasına neden olur.

Boyun ağrısıyla baş ağrısı da görülebilir. Belirtiler, giderek artar ve genellikle 2-5 yıl içinde sona erer. Bu süre içinde eşzamanlı olarak kaybolabilirler.

Tortİkollis, kalıtsal olabilir ya da boyun travmasına veya sinir sisteminin zarar görmesine bağlı olarak ortaya çıkabilir.
Başla boynun rahimdeki konumu nedeniyle beklerde de tortikollis görülebilir. Tedavi için, esneme egzersizleri, masaj ya da duruma göre cerrahi müdahale önerilebilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
  Uzman Sosyolog-Refleksolog
 +90532 297 9235
                                                              
KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite




18 Aralık 2015 Cuma

BOYUN FITIĞI TEDAVİSİ İZMİR

BOYUN FITIĞI TEDAVİSİ İZMİR

BOYUN FITIĞI VE SİNİRLER
Boyun bölgesindeki omurilik, sinirlerin (boyun sinirleri C1-C8) kaynağını oluşturur; C1-C4, deriyle boyun kaslarına ve C5-C8 ise üst organlara geçer.

Bu sinirler, omurlar arasındaki delikten (intervertebral foramen) dışarı geçerler ve burada omurların kemiksi fazlalıkları (osteofit) tarafından sıkıştırılabilirler; bu sıkışıklık çınlama, kolla elde uyuşma ve güçsüzlüğe neden olabilir.

Diyafram siniri (phrenic) boyunda oluşur. Soluk almayı sağlayan kası (diyafram) besler. Diyafram sinirlerinden birinin ya da ikisinin hasar görmesi, solunumu etkiler.
Boyun omurlarının kırılması, omurilik ve boyun sinirlerinin etkilenmesine neden olabilir. C4  omuru düzeyinde ya da daha yukarıda, omurilikte herhangi bir hasar oluşması, diyafram felç olacağından ölümle sonuçlanabilir.

NOT:
Her ayakta 7000 üzerinde sinir ucu 26 kemik 107 bağ ve 19 kas vardır.
Refleksologlar ayak tabanını bir fihrist olarak görürler yada bir uzaktan kumanda vücudun tüm noktalarına ulaşmamızı sağlayan bir kumanda…

Yeryüzündeki bütün canlıların sinir sistemi vardır… Ayrıca her organın bir damar sistemi vardır… Refleksoloji kılcal damarları konu edinir. Bu damarlar insanlarda ayak tabanı ve ellere kadar uzanır.
Kılcal damarlar kanın boşaltım organı olan ayakların belli noktalarına kanı taşırlar ve orada boşaltırlar. Bu işlem sırasında eller by-pass görevi görür. Ve boşaltımda herhangi bir problem kanın temizlenmemesine yol açabileceğinden hastalıklara sebep olur.

Refleksoloji, vücuttaki tüm bezler, organlar ve diğer kısımlar ile bağlantılı olarak ayak ve el refleks bölgeleri olduğundan yola çıkan bir bilim dalıdır.
Refleks bölgeleri tedavisi, bu refleks bölgelerine başparmak ve parmakların uygulanmasıyla yapılan manuel metottur.

Geçmişte yaşayan insanlar çoğu zaman yalın ayak yada tabanı toprakla temas eden ince derili ayakkabıları giyip doğal yollarla kendi vücut dengelerini koruyabiliyorlardı ama günümüz insanının doğal yaşam alanlarının daralması betonlaşma ve kalın tabanlı ayakkabılar bu doğal teması engellediği için insanlar daha fazla hastalanmaktadırlar.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
 +90532 297 9235
                                                              
KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


16 Aralık 2015 Çarşamba

VAGUS SİNİRİ

VAGUS SİNİRİ
Vagus ya da onuncu kafatası siniri, doğrudan beyin sapından, çiftler halinde çıkan on iki kafatası sinirinden biridir. Vagus siniri, otonom sinir liflerini içerir; bu lifler, bedenin bilincin denetimi olmadan yerine getirilen işlevlerini düzenler.

Boyunla göğüsten karın boşluğuna doğru uzanan vagus siniri, nefes alıp verme, yutma, konuşma, kalp atışı, kan damarlarıyla bronş tüplerinin daralması ve sindirimi denetler. Ayrıca tat duyusunu boğazdan beyne aktarır.

Vagus siniri, nadiren hasar görür. Vagus sinirinin kollarından biri olan gırtlak siniri, tiroid ameliyatı sırasında zarar görebilir; bu durum, gırtlak kaslarını felç ederek seste boğukluğa neden olur.
Vagotomi ameliyatı sırasında mide ülseri tedavisinin bir parçası olarak hidroklorik asit salgılanışını azaltmak için vagus siniri, yemek borusuna yakın kısmından kesilir.

 Vagus, normalde mide duvarlarıyla alt büzgenin uyarılmasını kontrol eder; ancak normal Dalgasal öğütücü ve ilerletici bağırsak hareketi (peristalsiz) vagus siniri olmadan da devam edebilir.

Vazovagal senkop (vagus sinirinin uyarılmasının kalp ve damar sistemine etkisiyle gelişen senkop) şiddetli  karın ağrısı, korku yada endişe durumunda vagus sinirinin gönderdiği sinyallere tepki olarak kalp atışının yavaşlaması sonucu meydana gelen bayılmadır.

Şiddetli yaralanma durumunda vagal yanıt, bağırsaklar içinde gıda maddelerinin normal hareketinin birkaç gün için tamamen durdurulması olabilir.
Belirli bir neden olmadan, kalp atışı oranının hızlandığı kalp aritmisi, bazen vagus sinirinin uyarılmasıyla durdurulabilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
 +90532 297 9235
                                                              
KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


3 Aralık 2015 Perşembe

YÜZ SİNİRLERİ

YÜZ SİNİRLERİ (FASİYAL SİNİR)
Yüzün her iki yanında yer alan yüz sinirleri, yüz kaslarını denetler. Ağzın alt kısmındaki tükürük bezlerini ve gözdeki gözyaşı bezlerini besleyip, dilin öndeki üçte ikilik kısmından tat duyularını beyne taşırlar.

Yüz sinirleri, on iki kafatası sinir çiftinin yedinci çiftidir. Beyin sapından çıkan yüz sinirleri, kafatasındaki şakak kemiğinden (orta ve içkulakları barındırır) geçer, stilomastoid foramen adı verilen küçük bir delikten çıkarak kafatasını terk eder ve kulağın ön kısmında, yüzün her iki yanına doğru dallara ayrılır.

Kafatasının alt kısmının kırılması, yüz ya da ortakulağın yaralanması, doğum ya da ameliyat travmaları, yüz siniri bozukluklarına yol açabilir.

Bu, etkilenen yanda yüz felci, güçsüzlük ya da seğirmeyle sonuçlanır; yüz organları, simetrik düzenlerini kaybeder; ağız, köşesine doğru eğilir; gözkapakları, düzgün bir biçimde kapanmayabilir ve göz ya da ağız kuruluğuyla tat kaybı görülebilir.

Bilinen herhangi bir neden yokken oluşan bu duruma Bell felci adı verilir. Bu durum, aniden ya da birkaç gün içinde meydana gelebilir; bazen stres, yorgunluk ya da soğuk algınlığı gibi durumlardan sonra ortaya çıkar.

Şahin SANDALCIOĞLU
  Uzman Sosyolog-Refleksolog
 +90532 297 9235
                                                              
KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite




24 Kasım 2015 Salı

TRİGEMİNAL SİNİR

TRİGEMİNAL SİNİR
Trigeminal sinir, beyin sapından çıkan beşinci kafatası siniridir ve yüze geçerek yüz derisiyle kafa derisini, dişleri, burun, ağız ve gözdeki mukus zarını ve çiğneme kaslarını besler. Temelde dokunma, ağrı ve ısıyla algılayan duyusal liflerden oluşur. 

Üç bileşeni vardır: göz, üstçene ve altçene.

Bu sinir, beyin sapından fazla uzaklaşmadan, hala kafatası boşuluğu içindeyken üç kola ayrılır ve bu kollar, kafatası boşluğundaki farklı deliklerden çıkar.

Göz (oftalmik) siniri, üst gözkapağı, alın ve başın tepe kısmına (verteks) kadar kafatası derisini, burnun bir kısmını ve korneayı besler. Üstçene siniri, şakak üzerindeki deriyle alt gözkapağından üst dudağa kadar yüz derisini besler.

Üst dişler, burundaki mukus zarı, sert ve yumuşak damaklarla yanaklardan da bu sinir sorumludur. En büyük kol olan altçene siniri, çene derisi, şakak, kulak, alt dişler, ağız tabanındaki mukus zarı ve dilin ön üçte ikilik kısmını besler.

Kasları, özellikle de dört çiğneme kasını besleyen tek koldur.

Trigeminal nevralji (ağrılı tik ya da tic douloureux), yüzdeki temel duyusal sinir olan trigeminal sinirin bir hastalığıdır. Yüzün bir yanında, trigeminal sinirin beslediği bölgelerden birinde, genellikle alt yüzle çeneyi besleyen ikinci ve üçüncü sinir kolları boyunca meydana gelen ani ve şiddetli bir ağrıya neden olur.

Ağrı, yüzün duyarlı bir bölgesine dokunulduğunda ya da çenenin konuşma, çiğneme ve yutma gibi belirli hareketleri sırasında başlar. Genellikle yaşlı kadınları etkileyen bu durum, zaman içinde daha sık yinelenmeye başlar.

Sinire baskı yapan bir kan damarı ya da küçük bir tümör bu ağrıya yol açabilir (bu durumda cerrahi müdahaleyle tedavi edilebilir).

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite





20 Kasım 2015 Cuma

ÖZEL DUYULAR

ÖZEL DUYULAR
Özel duyular, koklama, görme, tat alma, işitme ve dengedir. Bütün özel duyu organları, başta yer alır ve bu organların gönderdiği sinir uyarıları kafatası sinirleriyle beyne taşınır.

Koku algılayıcıları, burun boşluğunda bulunur. Havadaki maddeler, burun boşluğuna girer ve burun boşluğundaki koklama kıllarının üzerinde yer alan minik algılayıcılarla etkileşime girer.

Algılayıcıların ürettiği uyarılar, koklama siniriyle beynin alt kısmındaki özel bölgelere taşınır ve burada koku olarak yorumlanır. Koku algılayıcıları, binlerce farklı kokuyu ayırt edebilir.

Dil, damak ve boğazdaki küçük çıkıntıların (papilla) üzerinde tat cisimcikleri bulunur. Dilin üzerindeki algılayıcılar, tatlıyla tuzlu uyarılarına karşı daha duyarlıyken, damakla boğazdaki algılayıcılar, ekşi ve acı uyarılara daha çabuk yanıt verirler.

Tat cisimcikleri, tükürükte çözülen maddelerle birleştiğinde uyarı üretir; bu uyarı, yüz, dil-yutak ve vagus sinirleriyle beyin kabuğuna iletilir.

Tat duyusu, koku duyusuyla tamamlanır; tat duyusunun yaklaşık yüzde80’i aslında koku duyusuna dayanır.

Görme duyusu organları, gözlerdir. Göze giren ışık, göz küresinin arkasındaki ağ tabakaya çarpar; ağ tabakadaki koniler ve çubuklar adlı fotoreseptörler, görüntüyü elektrik uyarılarına dönüştürür.
Bu uayarılar, görme sinirleriyle beyin kabuğuna ve beynin diğer kısımlarına iletilerek görüntü olarak yorumlanır.

İşitme duyu organları, kulaklardır; kulaklar, kafatasının şakak kemiği üzerinde yer alan bir çift karmaşık organdır. Kulak, ses dalgalarını salyangoz bölgesinde mekanik dalgalara çevirip daha sonra da elektrik uyarılara dönüştürür.

Bu uyarılar, ses olarak yorumlanmak üzere vestibül-salyangoz sinirinin salyangoz kısmıyla beyin kabuğuna gönderilir.

Denge duyusuyla ilgili organlar da kulakta yer alır. Vestibül sistem olarak adlandırılan bu organlar, yarı dairsel kanallar, içkulak vestibülünün keseciğiyle torbacığıdır.

Vücudun pozisyonundaki değişiklikleri algılayan bu organlar, vestibül-salyangoz sinirinin vestibül kısmıyla beyne bilgi aktarır.

Eğer kişide bir ya da daha fazla özel duyu organı işlevini görmüyorsa, diğer duyular daha da keskinleşir. Örneğin, görme yeteneğini kaybeden kişinin işitme yeteneği daha keskin olabilir ya da dokunma yeteneği daha duyarlı hale gelebilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite






16 Kasım 2015 Pazartesi

GENEL DUYULAR

GENEL DUYULAR
Genel duyular algılayıcılarının birçoğu deri de bulunur. Dokunma duyusuyla ilgili algılayıcılar, dokunma, basınç, titreşim, gıdıklama ve kaşıntıyı algılayabilen mekanoreseptörlerdir.

Deride bulunan dokunma duyusu algılayıcılarının en az altı farklı türü vardır; Ruffini cisimciği, Meisner cisimciği (parmak uçlarında bulunur ve hafif dokunma duyusunu algılar), Krause cisimciği (soğuğu algılar), Pacini cisimciği ve Merkel diskleri, bunların arasında yer alır.

Dokunma duyusuyla ilgili algılayıcılar özellikle dudaklar, parmak uçları, avuç içleri, ayak parmakları, meme başları, penis başı ve klitoris gibi belirli bölgelerde çok sayıda bulunur.
İğne batması ya da titreşim gibi bir uyarı, bu algılayıcılardan herhangi birine uygulandığında duyusal bir sinir uyarımına dönüştürülerek omuriliğe iletilir.

Uyarım, özel sinir yollarıyla omurilikten talamusa, oradan da beyin kabuğuna gönderilir; burada özgün uyarımın doğasına ve o sırada beynin genel bilinçlik düzeyine göre bir titreşim; iğne batması ya da diğer duyular olarak tanımlanır.

Deride bulunan diğer algılayıcı türleri; termoreseptörler ve nosiseptörlerdir.
Diğer genel duyusal algılayıcı kaslar, kirişler ve eklemlerin dokuları içinde bulunur.

Proprioseptörler ağırlık, vücudun konumu, kollarla bacaklar gibi vücut parçalarının devinimleri ve çeşitli eklemlerin pozisyonuyla ilgili bilgi sağlar. Proprioseptörler; kas liflerini, Golgi kiriş organlarını ve eklem algılayıcılarını içerir.

Bu algılayıcılar, vücuda kas hareketlerinin eşgüdümünü sağlamak ve vücudun pozisyonunu korumak için gerekli duyusal bilgiyi verir. Proprioseptörlerin gönderdiği bilginin büyük bir kısmı bilince ulaşmaz.

Termoreseptörler (ısı algılayıcıları), vücudun çeşitli yerlerine dağılmıştır. Ayrı termoreseptörler, soğukla sıcağı algılar ve dondurucu soğuktan yakıcı sıcağa kadar ısı değişikliklerini kaydeder. Dudaklar, ağız ve anüs çevresindeki deride sayısız termoreseptör vardır.

Nosiseptörler (ağrı algılayıcılar), vücuttaki birçok dokuda bulunur. Bedensel ağrıları (deri, kaslar, kirişler ya da eklemlerdeki ağrıları) veya iç organlardaki ağrıları algılarlar.
Bu algılayıcılar; hasar gören hücrelerin, yüksek vücut ısısının, gerilen kas liflerinin ve diğer uyarıların salgıladığı kimyasal maddelere yanıt verir.

İç organlardaki nosiseptörlerin uyarılarını taşıyan sinirler, vücudun yüzeyini kaplayan derinin farklı bölgelerindeki sinirlerle aynı yerden omuriliğe girebilir. Ağrı, etkilenen organdan daha çok deride hissedilir; bu, gönderme ağrı olarak bilinir.

‘Sessiz’ nosiseptörler olarak adlandırılan bazı nosiseptörlerse iltihaplı dokudaki hücrelerin salgıladığı kimyasal maddelerde sentez yapana dek, yoğun uyarılara yanıt vermez.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite



12 Kasım 2015 Perşembe

DUYULAR

DUYULAR
Duyular, bireylerin iç ve dış ortamlarındaki değişiklikleri algılamalarına olanak tanıyan yetilerdir. Bu değişiklikler, duyu organları tarafından algılanır; bu organlar, ışık, ısı, dokunma ve ses gibi fiziksel uyarıları algılayabilen algılayıcılardan oluşan özel organlardır.

Fiziksel uyarıları sinir uyarılarına çeviren bu organlar, uyarıları sinirler yoluyla duyu olarak yorumlanacakları beyne gönderir.

Duyular, genellikle genel duyular ve özel duyular olarak iki gruba ayrılır.
Genel duyular, dokunma, basınç, titreşim, vücut dokularının uyarıları, gerginlik, ağrı, ısı ve soğukluğu içerir. Bu duyuları algılayan algılayıcılar, vücudun tamamına yayılmıştır.
Bunlar, birçoğu koruyucu doku kapsülüyle kaplı sinir uçlarıdır.

Özel duyularsa koklama, görme, tat alma, işitme ve dengedir. Bu duyuların algılayıcıları, vücudun belirli bölgelerinde bulunur ve daha karmaşıktır.

Algılayıcılar (resptörler), genellikle algılayabildikleri uyarıların türlerine göre sınıflandırılırlar. Örneğin görme, fotoreseptörlerle (ışık algılayıcıları); dokunma, ses ve denge, mekanoreseptörlerle (konum ve temas algılıyıcıları); koku ve tat, kemoreseptörlerle; sıcaklık ve soğukluk, termoreseptörlerle ve ağrı, nosiseptörlerle algılanır.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite





9 Kasım 2015 Pazartesi

BELLEĞİN GELİŞTİRİLMESİ

BELLEĞİN GELİŞTİRİLMESİ

Belirli bazı stratejeler kullanarak belleği geliştirmek mümkündür. Günümüzde insanlra anımsama ve öğrenme yeteneklerini en üst düzeye çıkarma yollarını öğretmeyi amaçlayan birçok program vardır. Bu strajeleri, şöyle sıralayabiliriz.

.Seçici olmak: Ne öğrenmek istediğini bilmek. Not almak, listeler tutmak ve düzenli olmak, belleğe yardımcı olur.

.Ezber yoluyla öğrenmek: Yinelemek ve ezberlemek, bazı konular için zorunlu olan bir formüldür.
.Sesli okumak: Bu yöntemin, bilgiyi kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarmada en güçlü sistemlerden biri olduğu bulunmuştur.

.Geçmiş bilgisi edinmek: Yeni beceriler kazanmak, büyük oranda kişinin zaten bildiği şeylere dayanır.

.Anımsamaya yardımcı araçlar gibi bellek yardımcıları kullanmak.

.Öğrenilen şeyi uygulamak ve eyleme dökmek: Örneğin, öğrenilen kavramlar soyutsa tartışma, kişinin kavramı anlamasına yardımcı olur; öğrenilen şey, bir dans adımıysa yineleme, adımların kişinin belleğinde kaydedilmesini sağlayacaktır.

.Formda ve sağlıklı kalmak: Düzenli olarak egzersiz yapan, beslenme düzenine özen gösteren, fazla alkol tüketmeyen ve gerekmedikçe ilaç kullanmayan sağlıklı kişiler, zihinlerinin açık kalmasını da sağlarlar. İşitme ya da görme bozuklukları olan kişiler, deneyim ve öğrenme yeteneklerini en üst düzeye çıkarmak için doğru araçları kullandıklarından emin olmalıdır.

.Beyni aktif tutmak: Zihni kullanmak ve yeni beceriler edinerek zihni çalıştırmaya devam etmek, öğrenilen şeyleri uygulamak ve bulmaca ya da sözcük oyunları gibi hobiler, beynin çalışmasını sağlar.

İyi eğitimli kişiler, yaşlanırken diğerlerine oranla daha az bellek sorunları yaşarlar; bunun nedeni, bellek sorunları olan diğer kişilere oranla daha iyi bir bellekleri olmaları ya da problem çözmeye, çalışmaya ve öğrenmeye devam ettikleri için beyinlerinin aktif kalması olabilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite











3 Kasım 2015 Salı

BELLEK SORUNLARI

BELLEK SORUNLARI
Unutmak normaldir ve istisnai örnekler dışında herkes unutur. Kullanılmayan bir şey zaman içinde unutulacaktır. Bununla birlikte unutma yeteneği, öğrenme süreci içinde önemli bir yere sahiptir.
Kişi, yeni öğrenme deneyimlerine uyum sağlamak ve yeni beceriler edinmek için öğrenme yeteneğini unutma yeteneğiyle sürekli olarak destekler. Unutamayan kişilerin, aşırı derecede zihinsel karmaşa içinde oldukları ortaya çıkarılmıştır.

Belirli bazı durumlar, koşullar ve hastalıklar belleği etkileyebilir. Depresyon, aşırı huzursuzluk ve psikomotor gerilik de içeriyorsa, kişinin anımsamasını güçleştirebilir; bu tür depresyon, yalancı bunamaya (pseudodementia) da neden olabilir.
Kaygı (anksiete), kişinin konsantrasyon yeteneğini azaltabilir (örneğin bir sınavda olduğu gibi) ve belleğini etkileyebilir.

Yaşlanmayla birlikte kişinin yeni beceriler edinme yeteneği ve geçmiş şeyleri anımsama becerisi azalır. Bunun nedeni, yaşlılarda oranla kısmen daha büyük bir bellek birikimi olması ve bu nedenle anımsama sürecinin daha karmaşık bir hale gelmesidir.
Bu durum, yaşa bağlı bellek zayıflaması olarak tanımlanır. Can sıkıntısı, yorgunluk, işitme ve görme bozuklukları, alkol kullanımı, ilaçlar ve ağrı anımsama dolayısıyla da öğrenme yeteneklerini azaltabilir.

Özellikle beyinde görülen enfeksiyonlar (menenjit gibi), bellek sorunlarınaneden olabilir; aktif olmayan bir tiroid de bedensel işlevleri yavaşlatarak benzeri sorunları tetikleyebilir.
Şiddetli kalp ya da akciğer hastalıkları, beyne gönderilen oksijen miktarını azaltarak belleği etkileyebilir; kanda yüksek ya da düşük şeker düzeyine neden olan şeker hastalığı, tedavi edilmezse ya da yetersiz tedavi edilirse beynin çalışmasını etkileyebilir.

Bellek sorunlarının en ciddi nedeni bunamadır. 65 yaş altındaki kişilerde nadir görülen (genellikle Creutzfeld-Jakob hastalığı gibi durumlarla birlikte görülebilir) bunama, yaşlanmayla birlikte artar. 80 yaş üstündeki her beş kişiden birinde görülen bunama, Alzheimer hastalığının da en yaygın nedenidir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite







31 Ekim 2015 Cumartesi

BELLEK - ÖĞRENME VE DÜŞÜNME

BELLEK
Bellek, insanların daha önceki deneyimlerini, izlenimlerini, duyuları ve düşüncelerini anımsamalarına olanak tanıyan bilişsel bir süreçtir. İnsanlar, edindikleri bilgileri belleklerinde saklarlar. Öğrenme ya da düşünme yetenekleri, büyük ölçüde anımsama yeteneğine dayanır.

Örneğin bir fincan kahve hazırlama ya da caddede karşıdan karşıya geçme gibi basit bir görevi yerine getirme yeteneği, daha önceki deneyimleri anımsamaya dayanır. Bir sorunu çözme ya da ortada bir sorun olduğunu fark etme de, belleğe dayanır.

Tanı olarak anlaşılmasa da nörologlar, belleğin depolama sistemini üç şekilde tanımlar: milisaniyeler ve saniyeler uzunluğunda duyusal bellek; saniyeler ve dakikalar uzunluğunda kısa süreli bellek ve günler ya da yıllar uzunluğundan uzun süreli bellek.

Kısa süreli ve uzun süreli bellekte farklı depolama mekanizmaları olduğu bilinmektedir. Sınırlı miktarda bilgi (5-10 ayrı bilgi), kısa süreli bellekte birkaç saniye tutulabilir; bu bilgiler, uzun süreli belleğe kaydedilmezse kaybolurlar.

Örneğin bir telefon numarasını rehberden bulduktan sonra anımsamak için kısa süreli belleğimizi kullanırız; kısa süreli belleğimiz, numarayı ancak telefonda çevirene kadar anımsamamıza yardımcı olur. Uzun süreli belleğin kapasitesi geniştir; özellikle önemli olaylar gibi belirli bazı şeyler, yaşamımız boyunca uzun süreli belleğimizde saklanabilir.

Psikologlar, belleği dört farklı kategoriye ayırır: geri çağırma, anımsama, tanıma ve yeniden öğrenme. Geri çağırma, kişinin belleğini zorlayarak geçmiş olayları zihninde yeniden düzenlemesidir. Anımsama, geçmişteki olayların aktif bir biçimde hatırlanmasıdır.

Tanıma, uyarıların geçmişte tanık olduğunun saptanmasıdır. Yeniden öğrenmeyse, daha önce unutulmuş bir şeyin yeniden öğrenilmesi yeteneğidir; öğrenme süreci, ilk defasında daha kolaydır.
Belleğin, beynin herhangi tek bir bölgesi yerine çeşitli bölgelerinde depolandığı düşünülür. Buna karşın beynin şakak kemiği bölümüne uyan kısmının ortasında bulunan hipokampusle talamusun bazı kısımlarından oluşan limbik sistem, anıların depolanmasında ve gerektiğinde anımsanmalarında önemli bir yere sahiptir.

Beynin bu kısımlarının hasar görmesi, bir bellek bozukluğu olan hafıza kaybına neden olur. Öğrenme ve dolayısıyla anımsama, rahimde başlar. Ultrasonla gözlenen ikizlerde, gebeliğin 20. Haftasında el, kol veya baş hareketleriyle alışkanlıkların başladığını ve çocukluğun ilk dönemlerine kadar devam ettiğini göstermiştir.

Cenin, annesinin konuştuğu dili tanır; örneğin yapılan testlerde Fransız bebeklerin Fransızca konuşan kişilere tepki verdiği görülmüştür. Tat da rahimde öğrenilir; bebek, içinde yaşadığı amniyon sıvısını içine çekerek ve yutarak annesinin beslenme alışkanlıklarını tanır.
Duygu da öğrenilir; araştırmalar, gebelik döneminde depresyonda olan annelerin bebeklerinin, doğumda depresyon belirtileri gösterdiğini ortaya çıkarmıştır.


Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite






29 Ekim 2015 Perşembe

LİMBİK SİSTEM - BEYİN

LİMBİK SİSTEM
Limbik sistem, birbirine bağlı bir grup beyin yapısı için kullanılan ortak terimdir; bu yapılar; duyguların ifade edilmesi, beslenme, sıvı alam, savunma ve üremenin yanı sıra belleğin oluşturulması gibi hayatta kalmayla ilgili davranışları düzenler.

‘Limbik sistem’ terimi, bu sistemin ayırt edebilen ilk parçalarının beynin orta kısmındaki yapıların (halka şeklinde, para-hipokampus ve hipokampus kıvrımlar) çevresinde bir halka ya da sınır (limbus) oluşturduğu gözlendiğinden kullanılmaktadır; ancak daha sonraki tanımlamalar, çok sayıda başka yapıyı da içerir.

Bu sistemin ana bileşenleri, hipokampus, amigdala (badem şeklindeki oluşum), bölme işlemiyle ilgili bölge ve hipotalamustur.

Temporal lopun içinde yer alan hipokampus, bu lopun alt yüzeyinin iç kısmındaki kabuğun devamıdır. Beyin kabuğu, talamus ve hipotalamusun diğer kısımlarına bağlı olan hipokampus, yeni belleklerin oluşumunda zorunlu bir yere sahiptir.

Hipokampus zarar gördüğünde hasta, geçmiş anılarını anımsayabilir, ancak beş dakika önce ne yaptığını ya da ne söylediğini anımsayamaz. Bir diğer deyişle hastalar, yeni edinilen bilgiyi belleklerine kaydedemezler; bu duruma ileriye yönelik hafıza kaybı adı verilir.

Hipokampusun hasar görmesiyle ayırt edilen hafıza kaybı türü, Alzheimer hastalığında da görülür. Hipokampus, oksijen yetersizliğine karşı son derece duyarlı olduğundan boğulma riski atlatan hastalarda kaza sonrası belirli bir süre ileriye yönelik hafıza kaybı görülebilir.

Amigdala (badem şeklinde oluşum), beynin şakak kemiği bölümüne uyan kısımda, hipokampusun hemen önünde yer alır. Koku alma sistemine, hipokampusa, beyin kabuğuna ve hipotalamusa sıkıca bağlı olan amigdala, duyguların ifade edilmesi için önemli bir merkezdir.

Amigdalası alınan insanlar ya da hayvanlar, normalde korku uyandırması gereken uyarılara yanıt vermez. Bir diğer deyişle, korkutucu ya da tehdit edici bir durum ayırt edemezler.

Kedilerde amigdalanın elektrikle uyarılması, ciddi bir savunma tepkisine yol açabilir. İnsanlardaysa böyle bir uyarım, kaygı ve rahatsızlık duygularına neden olur.

Beynin içyüzünde, korpus kallozunun ön kısmının altında yer alan küçük bir alan olan (boşluğu ikiye bölen) bölge; hipokampus, amigdala ve hipotalamusa bağlıdır. Bir hoşnutluk ya da ödül merkezi olarak tanımlanan septal bölge, bağımlılık davranışıyla ilgili araştırmaların odak noktasıdır.

Hipotalamus, beynin diğer kısımlarıyla bağlantıları ve hormon üretiminde oynadığı rolle, vücut organlarının (viscera) etkinliklerini düzenleyen küçük; ama yaşamsal öneme sahip bir bölgedir.
Limbik sistemin bütün parçalarına bağlı olan hipotamaus, kişi korktuğunda ya da kaygılandığında kan basıncını, kalp atışı ve solunumdaki artış ya da utandığında yüzün kızarması gibi iç organlarda duygularla ilgili olarak meydana gelen değişikliklerden sorumludur.

Duygusal ifadeyle ilgili davranışsal ya da bilişsel değişiklikler, yansıtmalar aracılığıyla çeşitli limbik yapılardan (hipotalamus, amigdala, hipokampus) alınır ve beynin şakak kemiği bölümüne uyan kısmının kabuğuna aktarılır.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite




7 Ekim 2015 Çarşamba

ADENOHİPOFİZ

ADENOHİPOFİZ

Adenohipofiz (hipofiz bezi ön kısmı) de, hipotalamusun denetimi altındadır; ancak hipotalamusuntan hipofize uzanan özel bir kan damarı sistemi içine salgılanan hormonlarla düzenlenir.

Adenohipofiz, isimleriyle belirtilen işlevlere sahip birçok önemli hormon salgılar. Büyüme hormonu (GH), uzun kemiklerdeki büyüme kıkırdağının denetiminde önemli bir rol oynar.
Tiroid uyarıcı hormon (TSH), tiroid hormonu üretimi uyarır. Prolaktin (üst hormonu), memelerde sütbüretimini tetikler.

Adrenokortikotrofik hormon (ACTH ya da kortikotropin), böbrek üstü bezlerinin dış kısmından hormon (kortikosteroid hormon ve cinsellik hormonları) üretilmesini sağlar.
Folikül uyarıcı hormon (FSH), kadının yumurtalıklarında yumurta folikülleri ve erkeğin testislerinde sperm hücrelerinin gelişimini uyarır.

Sarartıcı (luteojenik) hormon (LH), yumurtalıktaki yumurta foliküllerinin çatlamasını ve kadının regl döneminin ikinci yarısında, progesteron hormonu üretmek için, yumurtalıkta bir korpus luteum oluşumunu sağlar.

Bu hormonların büyük bir kısmının düzgün işlemesi, bir bireyin büyümesi, olgunlaşması ve üremesi için zorunludur.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite



4 Ekim 2015 Pazar

NÜROHİPOFİZ (ARKA HİPOFİZ)

NÜROHİPOFİZ (ARKA HİPOFİZ)

Nürohipofiz (arka hipofiz), iki hormonun salgılanmasından sorumludur. Vasopressin (idrara çıkmayı azaltan salgı-ADH) ve oksitosin.

Her iki hormon da, hipofiz bezinin hemen üzerinde yer alan beynin hipotalamus kısmında üretilen aminoasit zincirlerinden (polipeptid) oluşur.

Vasopressin, böbrekler tarafından üretilir ve idrardan suyun tekrar emilmesini sağlayarak idrarı daha yoğun hale getirir.

Bunun temel etkisi, kanı sulandırmaktır. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde vasopressin hormonu, kan konsantrasyonundaki değişiklikleri denetleyen hipotalamusun özel bölümleri tarafından kan konsantrasyonuna yanıt olarak düzenlenir.

Oksitosinse doğum sırasında rahimdeki ve süt salgılama sırasında memelerdeki (süt atımı refleksi) düz kasların kasılmasını sağlar.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


30 Eylül 2015 Çarşamba

HİPOFİZ BEZİ

HİPOFİZ BEZİ

SAĞLIKLI KALMANIZ İÇİN AYDA BİRKEZ DE OLSA REFLEKSOLOJİ YA DA KOMPLE VÜCUT MASAJI YAPTIRMANIZ İÇİN KÜÇÜK BİR ANLATIM…

Hipofiz bezi, beynin hipotalamus kısmının altında yer alan küçük bir organdır. Sadece 0,5 gram ağırlığında olmasına rağmen bütün vücuttaki hormon salgılayan bezlerin işlevinin denetiminde önemli bir rol oynar.

Hormon salgılayan bezler, kan dolaşımıyla vücut boşluklarına hormon adı verilen özel kimyasal maddeler salgılayan salgı bezleridir.

Hipofiz bezi, iki temel bölüme ayrılır; bu bölümlerden her birinin embriyonun gelişimi döneminde farklı kökenleri vardır.

Salgı bezinin arkasına doğru uzanan bölüm, embriyo dönemi beyninden türemiştir ve nörohipofiz (arka hipofiz) olarak adlandırılır.

Huni şeklindeki bir sapla (infundibulum) beyne bağlıdır. Hipofiz bezinin öne doğru uzanan bölümü, embriyonun gelişmekte olan ağzının çatısındaki bir keseden (Rathke kesesi) türer ve adenohipofiz olarak bilinir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite






27 Eylül 2015 Pazar

HİPOTALAMUS

HİPOTALAMUS

SAĞLIKLI KALMANIZ İÇİN AYDA BİRKEZ DE OLSA REFLEKSOLOJİ YA DA KOMPLE VÜCUT MASAJI YAPTIRMANIZ İÇİN KÜÇÜK BİR ANLATIM…

Hipotalamus, beynin alt kısmında küçük; ancak, yaşamsal açıdan son derece önemli bir bölgedir. Vücut içinde dolaşan kanın özelliklerinde (örneğin, ısı, hormon düzeyleri, ozmotik basınç gibi) meydana gelen değişiklikleri bulup ortaya çıkaran özel algılayıcı hücreleri içerir. Hipofiz bezi, hipotalamusun yüzeyine bağlıdır.

Hipotalamus, hipofiz bezindeki hormon üretimini düzenleyerek ve beyinle omuriliğin diğer kısımlarıyla sinirsel bağlantılar kurarak, vücudun iç organlarının etkinlikleri arasında eşgüdüm sağlayan otonom sinir sisteminin tamamını denetler.

Hipotalamus, tansiyon, vücut ısısını, su dengesini, gıda alımını, cinsel üremeyi ve kalbi düzenleyen merkezler içerir. Korku, öfke ve memnuniyet gibi duyguların ifade edilmesinde de önemli bir rol oynar.

Hipotalamus içindeki etkinlik, tümörler, damar hastalıkları ya da baş yaralanmaları sonucu aksayabilir. Hipotalamusun en yaygın görülen hastalığı, şekersiz diyabettir (diabetes insipidus). Şekersiz diyabet, sürekli sıvı alma (günde 10 litreye kadar) ve aşırı idrar üretimi durumudur.

Sabit vücut ısısını koruyamama, yeme bozuklukları (şişmanlık ve bulimia gibi), uyuma sorunları ve bellek yitimi de hipotalamus bozukluklarıyla ilgili olarak ortaya çıkabilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite





23 Eylül 2015 Çarşamba

TALAMUS

TALAMUS

SAĞLIKLI KALMANIZ İÇİN AYDA BİRKEZ DE OLSA REFLEKSOLOJİ YA DA KOMPLE VÜCUT MASAJI YAPTIRMANIZ İÇİN KÜÇÜK BİR ANLATIM…

Talamus, beynin iç kısımlarında yer alan bir grup sinir hücresinden oluşan oval bir yapıdır. Beynin orta hattında yer alan sıvı dolu bir boşluk olan üçüncü karıncığın her iki yanında birer talamus bulunur.

İç kapsül olarak adlandırılan büyük bir sinir lifi kitlesi, iki talamusun yan taraflarında yer alır.
Talamusun, merkezi sinir sisteminde sözde ‘alt’ kısımlarıyla beynin kabuğu (korteks) arasında duyusal ileti merkezleri olarak görev yapan çeşitli bölümleri vardır.
Örneğin, gözdeki ağ tabakadan gelen duyusal bilgi beynin arkasındaki görsel kabuğa talamus aracılığıyla iletilir.

Bununla birlikte talamus, pasif bir ileti merkezi değildir; duyusal algılama için gerekli bilginin bir kısmının talamus içinde işlenmesi gerekir.

Talamusun diğer kısımları, motor ya da kas denetimi ileti merkezleridir. Talamus, iki ‘motor döngüsü’ içinde yer alır; bu döngülerden birinde sinir uyarıları, kabuğun motor kısımlarından beynin alt kısımlarındaki sinir hücrelerine iletir;

Diğerindeyse bu uyarılar önce talamusa, sonra da tekrar kabuğa döner. Bu döngülerden biri beyin sapıyla beyinciği; diğeriyse her bir talamusun yan ve ön kısımlarında yer alan büyük sinir hücre gruplarını (yaşamsal sinir çekirdeklerini) içerir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite



22 Eylül 2015 Salı

ORTA BEYİN

ORTA BEYİN
Orta beyin, beyin yarıkürelerinin altında yer alır ve talamusla hipotalamus olarak başlıca iki yapısı vardır.

Bir ceviz büyüklüğündeki talamus, vücudun dış yüzeyinden kabuktaki farklı bölgelere duyusal bilgi aktaran, önemli bir ileti merkezidir.

Talamusun alt tarafında yer alan hipotalamus; yeme, içme, savunma ve üreme gibi vücut işlevleri için bir denetim merkezi olduğu düşünüldüğünde şaşırtıcı derecede küçüktür.
Hipotalamus, davranışta, özellikle de korku ve öfke gibi duyguların ifade edilmesinde önemli bir rol oynar.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost

Prof. Dr. Phil Waite

20 Eylül 2015 Pazar

BEYİN HASARI

BEYİN HASARI
Bir yetişkinin beyninde karıncık(ventricle) adı verilen yapılar avrdır; bu, yapılar, embriyo beyninin parçalarından oluşur. Karıncıklar, beyin-omurilik sıvısı(CSF) diye biline sulu bir madde içerir; bu sıvı, beyni çevreler ve korunmasını sağlar.

Belirli bazı koşullarda CSF’nin hacmi artar, komşu beyin yapılarına daha fazla basınç yaparak zarar görmelerine neden olur.

Bu duruma “kafatası içinde su birikmesi” (hidrosefali) adı verilir.
Ortalama vücut ağırlığının sadece yüzde 2’sini oluşturmasına rağmen beyin, vücutta bulunan oksijenin yüzde 20’sini kullanır; beyin hücreleri, sadece bir kaç dakika oksijensiz kalınca ölmeye başlar. Solunumun durması (boğulmada olduğu gibi) ya da felç, kansızlık sonucu beyin hücrelerinin zarar görmesine neden olabilir.

Bu tür etkiler, zarar gören kan damarının büyüklüğüne ve hasara uğrayan hücrelerin yerine bağlı olarak değişir. Bazen yüzen, küçücük bir pıhtı ( emboli) bir beyin atardamarına kısa süre tıkayıp sonra tekrar yüzmeye başalar; bu durum, bir kaç dakika süren geçici istemik ataklara (TIA) yol açar.

Şahin SANDALCIOĞLU
Refeleksoloji ve Masaj Uzmanı
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


18 Eylül 2015 Cuma

BEYİNCİK

BEYİNCİK
Beyincik (serebellum), beyin sapına bitişiktir; görünüşü karnabahara benzer. Beyinde olduğu gibi, beyinciğin yüzeyi de son derece kıvrımlı bir kabuktan oluşur.

Beyincik, hareketin denetiminde, özellikle istemli kas etkinliklerinin eşgüdümünde ve dengenin sağlanmasında önemli bir rol oynar.

Beyincik, alkol tüketimine karşı özellikle duyarlıdır; aşırı sarhoşluğun etkileri ( denge ve eşgüdüm kuramama), bir dereceye kadar beyincik kökenli mimik hastalığına neden olur.

Şahin SANDALCIOĞLU
Refeleksoloji ve Masaj Uzmanı
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


15 Eylül 2015 Salı

OMURİLİK SOĞANI

OMURİLİK SOĞANI
Omurilik soğanı (medulla oblongata), beyin sapının alt kısmını oluşturan omuriliğin yukarıya doğru devamıdır.

Beyinle omurilik arasında bilgi iletimini sağlayan geçitler içeren omurilik soğanı, dil altı (hypoglossal), yardımcı, dil ve yutak (glossofarengeal) ile onuncu kafa çifti sinirlerinin çıkış yeridir.

Omurilik soğanının ağ yapısı olarak bilinen gri cevherden bir merkezi vardır; bu merkez, uyumayla uyanmayı ve ağrının algılanmasını düzenler. Solunumla kalp etkinliklerini düzenleyen yaşamsal merkezler de ağ yapısında yer alır.

Kafatasının alt kısmındaki bir kırık, omurilik soğanında travmaya yol açabilir ve bu tür bir travma genellikle öldürücüdür.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Refleksoloji ve Masaj Uzmanı

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite




12 Eylül 2015 Cumartesi

ORTA BEYİN

ORTA BEYİN
Orta beyin, beynin iç kısmında yer alır. Köprünün hemen üstünde bulunan orta beyin, köprü ve omurilik soğanıyla birlikte beynin omuriliğe bitişik kısmı olan beyin sapını oluşturur.

Beynin en ilkel kısmı olan beyin sapı, birçok temel vücut işlevini yerine getirir. Orta beyin, hareket sinyallerini beyin kabuğundan köprüye aktarır ve duyusal sinyalleri omurilikten talamusa iletir.

Göz kaslarını hareket ettiren III. ve IV. kafatası sinirleri, orta beyinde başlayarak bu bölgeyi gözkapağı, göz küresi, göz merceği ve gözbebeği hareketlerinde önemli kılar. Orta beyin, mensefalon olarakta da bilinir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost

Prof. Dr. Phil Waite

9 Eylül 2015 Çarşamba

MULTİPL SKLEROZ - MS HASTALIĞI TEDAVİSİ İZMİR

MULTİPL SKLEROZ - MS HASTALIĞI TEDAVİSİ İZMİR

MULTIPL SKLEROZ
Multipl Skleroz (MS), ilerleyen ve sıklıkla hastanın güçten düşmesine yol açan bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır. Beyinle omurilikteki sinir hücrelerinin çevresinde bulunan koruyucu kılıfın (miyelin) yıkımına neden olur.

Bu durum, sinir hücrelerinin uyarıları iletmesini etkiler ve merkezi sinir sistemiyle gönderilen sinyalleri altüst eder. Bulgular virüslerin tetiklediğini göstersede, MS’in nedeni bilinmemektedir. Tetikleyicisi ne olursa olsun T hücrelerinin, merkezi sinir sisteminin koruyucu kılıfını yanlışlıkla yabancı bir madde olarak tanımlamasına yol açan bir vücudun kendi yapılarına kendisinin saldırdığı otoimmün tepki ürettiği düşünülmektedir.

 (ÖZBAĞIŞIKLIK, OTOİMMÜNİTE VEYA KENDİNE BAĞIŞIKLIK; BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN AŞIRI DUYARLILIĞIYLA OLUŞAN TEPKİLERE GENEL OLARAK VERİLEN GENEL ADDIR. ÖZBAĞIŞIKLIKTA CANLININ KENDİ VÜCUDUNDA BULUNAN ÖZ DOKULARI "YABANCI" OLARAK ALGILAYIP, BUNLARA KARŞI ANTİKOR OLUŞTURARAK TANIMAZ VE DOLAYISIYLA BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ HÜCRELERİ VÜCUDUN KENDİ DOKULARINA SALDIRIR).

Normalde hastalıklarla savaşan T hücreleri, MS’de koruyucu kılıfın yıkımına neden olan bir bağışıklık yanıtı oluşturur. Dünya üzerinde 1 milyondan fazla MS hastası vardır.
İstatistikler, MS’ nin erkeklere oranla kadınlarda daha yaygın olduğunu; Kuzey Avrupa soylarında (özellikle İskoç soyundan gelenlerde) daha sık görüldüğünü; Asya ya da Afrika soylarından gelen kişilerde çok nadir ortaya çıktığını ve ılıman iklimlere oranla tropik iklimlerde daha az görüldüğünü ortaya çıkarmıştır.

Etnik köken ve soy konularını bir yana bıraktığımızda, genetiğin kişiyi MS hastalığına yatkın kıldığı ile ilgili işaretler vardır. MS hastası anne ve babaların çocuklarının genel nüfusa oranla bu hastalığa yakalanma riski 30-50 kat daha fazladır.

MS hastalarının yaşam süreleri, hastalığın komplikasyonları nedeniyle genellikle ortalama olarak altı yıl kısalmasına rağmen, bu hastalık, ölümcül değildir; akciğer ve böbrek enfeksiyonları, hastanın yaşamını tehdit eden temel riskler arasında yer alır. MS, kişinin yaşam kalitesini üzerinde de olumsuz bir etkiye neden olabilir.

Belirtilerde hastalığın ilerleyişi, hastalar arasında önemli oranda farklılık gösterdiği için kişinin nasıl etkileneceğini önceden tahmin etmek son derece güçtür. Sıralamanın bir ucunda hastaların yüzde 20-35’i hastalığın oldukça hafif bir biçiminden şikayetçi olur ve çok az etkilenir.

Sıralamanın diğer ucundaysa hastaların yüzde 12’si hastalığın ciddi ve özellikle saldırgan bir biçimden şikâyet eder; hastalığın bu türü, felce ve bunamaya neden olabilir.

İlk belirtiler, değişiklik gösterir ve her zaman ciddi bir hastalığa işaret etmez. Bu belirtiler, genellikle 15-40 yaşları arasında herhangi bir zaman diliminde ortaya çıkar; ancak hastalık, en yaygın olarak ilk defa kişi 20’li ya da 30’lu yaşlardayken ortaya çıkar. Bulanık ya da çift görüş, genellikle en erken belirtilerden biridir.

Gözlerde ağrı ve sistemsiz hareketler de sonradan MS’ye yakalanan kişilerde yaygın olarak görülür. Aşırı derecede yorgunluk, bitkinlik ve karıncalanma hissi, diğer erken belirtiler arasında yer alır.

Hastalığın ilerlemesi, genellikle yıllar alır; hastalar, belirtilerin görünüşüne göre kaybolduğu dönemler yaşar, bu dönemlerin ardından belirtiler yeniden şiddetlenir. MS’nin ileri evresinde kas sertliği, eşgüdüm ve denge kaybı; dışkı denetimi kaybı, kabızlık, kol ve bacaklarda kısa süren rahatsızlık hissi; erkeklerde iktidarsızlığın da aralarında bulunduğu cinsel sorunlar; kollar ya da bacaklarda titreme ve basit bellek sorunlarından sorun çözme yeteneğinin zayıflamasına kadar değişen zihinsel bozukluklar gibi ortaya çıkabilir.

Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları Refleksoloji yönetmeliği 27 ekim 2014 tarihli ve 29158 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.

YAPILAN BİLİMSEL ÇALIŞMALAR REFLEKSOLOJİ NİN (MS) PARASTEZİ, SPASTİSİTE VE ÜRİNER SEMTOMLARDA ANLAMLI GELİŞME GÖZLEMLEMDİ VE %33 İLE %80 ARASINDA OLUMLU ETKİLERİ OLDUĞU BELİRTİLDİ.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


8 Eylül 2015 Salı

BEYİN SAPI

BEYİN SAPI
Hemen altında yer alan omuriliğin devamı olan beyin sapı; orta beyin, köprü (pons) ve omurilik soğanından (medulla oblongata) oluşur.

Beyin sapından yukarı çıkan geçitler, omurilikten beyne duyusal bilgi taşır; beyin sapından aşağı inen geçitlerse motor komutları iletir.

Beyin sapı, kalp atışı ve solunum gibi yaşamsal işlevleri kontrol eden birçok önemli refleks merkezini içerir.

Beyin sapı, aynı zamanda bilinç düzeylerinin düzenlenmesi açısından da önemlidir; beyin sapının herhangi bir yaralanma sonucu hasar görmesi uzun süreli bilinç kaybı ya da ölümle sonuçlanabilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost

Prof. Dr. Phil Waite

5 Eylül 2015 Cumartesi

BEYİN - SEREBRUM

BEYİN (SEREBRUM)
Beynin en geniş bölümüdür. Beyin, korpus kallosum adı verilen büyük beynin sinir liflerinden oluşan beyaz kısmıyla bir birine bağlanan ve beyin kabuğuyla kaplı beyin yarı kürlerinden meydana gelir.
Beyin kabuğu (korteks), bir gri cevher tabakasıdır (1,5-4 milimetre kalınlığında). Beyin kabuğu, dil, bellek ve biliş işlevi gibi sinirsel işlemlerin en yüksek seviyede yer aldığı bölgedir.

Korteks, toplam beyin kitlesinin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturur; kafatası boşlığuna sığmak için sayısız kıvrım oluşturduğundan yüzey bölgesi oldukça geniştir (yaklaşık olarak bir metrekare).
Bu kıvrımların oluşturduğu temel biçim, bütün insanlarda aynıdır; ancak bazı kıvrımların büyüklüğü ve biçimi bireyler arasında değişiklik gösterebilir. Korteks, ön, yan, şakak ve arka lopları kaplar.
Korteksi hasar görmüş hastalar üzerinde yapılan çalışmalar, hasarın sonuçlarının kabuğun hangi kısmının etkilendiğine bağlı olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Örneğin, arka lop görüntünün algılanması; beynin şakak kemiği bölümüne uyan kısmı bellek ve yan lop da dokunmanın algılanması ve konuşmanın anlaşılmasıyla ilgilidir.

Ön lop, sadece harekette önemli değildir, aynı zamanda düşünme, davranış ve kişiliğe ayrılmış geniş bir bölgeyi içerir. Korteks’teki elektriksel etkinliğin bütün düzeni, kafa derisi üzerine yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla tepkileri kaydeden elektroensefalografiyle (EEG) ölçülebilir.

Beyin korteksi gri cevherinin altında korteksin farklı kısımları arasında bilgi iletimini sağlayan liflerden oluşmuş kalın bir beyaz cevher kitlesi yer alır. Her iki beyin yarı küresinde de beyaz cevher içine gömülü, hareketin kontrolünde önemli bir rol oynayan ve Parkinson hastalığı ya da beyin hasarı gibi hastalıklardan etkilenen gri renkli sinir hücresi toplulukları bulunur (hayati sinir çekirdekleri).


TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU Uzman Sosyolog-Refleksolog 

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


4 Eylül 2015 Cuma

BEYİN

BEYİN
Beyin, sinir sisteminin kumanda merkezidir. Yaşamsal vücut işlevlerinin tamamını kontrol eden beyin; algılamamıza, dışarıdan gelen duyusal bilgiye yanıt vermemize, düşünmemize, konuşmamıza, karar vermemize, maksatlı ve eşgüdümlü bütün hareketleri yerine getirmemize olanak tanır.

Beynin ortalama ağırlığı yaklaşık 1,4 kg ve büyük bir kısmı, kafatası kubbesi (kranium) boşluğunda yer alır. Beyin, milyarca sinir hücresinden (nöron) ve yardımcı hücrelerden (glia) oluşur. Mesajlar, sinir hücrelerin bir kısmından diğerine elektronik olarak; ve bir sinir hücresinden diğerine kimyasal madde salgılanması ile iletilir.

Beyindeki farklı sinir hücreleri arasındaki bağlantıların karmaşıklığı, neredeyse akıl almaz bir boyuttadır; bazı sinir hücreleri, diğer sinir hücreleriyle genellikle 10.000 ya da daha fazla bağlantı yapabilir.

Sinir sisteminde sinir hücre toplulukları gri cevher olarak ve bunların uzantıları da cevher (beynin sinir liflerinden oluşan beyaz kısmı) olarak gruplar oluşturur.
İnsan beyni, dört temel kısma ayrılabilir – Beyin (serebrum), Orta beyin, Beyin sapı ve Beyincik (serebellum)

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235


KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite


1 Eylül 2015 Salı

AKROSİYANOZ NEDİR VE TEDAVİSİ

AKROSİYANOZ NEDİR VE TEDAVİSİ

SAĞLIKLI KALMANIZ İÇİN AYDA BİRKEZ DE OLSA REFLEKSOLOJİ YA DA KOMPLE VÜCUT MASAJI YAPTIRMANIZ İÇİN KÜÇÜK BİR ANLATIM…
Çoğunlukla soğuktan; bazense duygusal duruma bağlı olarak gerçekleşir. Çoğunlukla zararsız ve ağrısızdır; ancak el ayaklar renk değiştirdiğinden can sıkıcıdır.

Daha çok kadınlarda görülen bir hastalık olan akrosiyanoz (vücudun uç kısımlarında morluk), 30yaştan biraz önce başlar. En çok eller etkilenir; ancak ayaklarda mavileşmeye, üşümeye ve terlemeye neden olur. El ve ayakları ısıtmak pembe renklerini yeniden kazanmalarını sağlar.
Nedeninin, el ve ayaklardaki kılcal damarlara (küçük atardamarlar) giden sinirleri denetleyen sempatik sinir sisteminin aşırı tepkisi olduğu düşünülmektedir.

Kılcal damarlar kasılarak, ellere ve ayaklara oksijen gitmesini engeller; yeterli oksijen daralan atardamarlardan geçerek el ve ayaklardaki dokuları canlı tutar; ancak bu, normal renklerini vermek için yeterli değildir.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite




31 Ağustos 2015 Pazartesi

GUİLLAİN – BARRE SENDROMU TEDAVİSİ

GUİLLAİN – BARRE SENDROMU TEDAVİSİ
Guillain – Barre sendrorumu (akut iltihaplı polinöropati olarak da binir) çevresel sinirlerin iltihaplı hastalığıdır. Kol ve bacaklarda kas zayıflığının ateşlemesiyle ve ayaklarda oluşan halsizlikle birlikte aniden başlar (genellikle birkaç günde).

Zayıflık yüzdeki ve gövdedeki kaslara yayılabilir; yutmada ve nefes almada zorluk olabilir. Sendrom genellikle bulaşıcı bir hastalığın ardından başlar ve sinirlere vücudun kendi yapılarına kendisinin saldırdığı otoimmün saldırıyı içerdiği düşünülmektedir.

Sinirlerdeki hasar, sinir liflerini çevreleyen miyelin kılıfının kaybolmasını içerir. Bunun sonucunda, kasları denetlemek veya duyuları sağlamak için sinirlere giden sinyaller kaybolur.
Guillain – Barre sendromu, zayıflığın ve vücudun her iki tarafında refleks ve duyu kaybının aniden ortaya çıkışıyla tanılabilir.

Tanı, belden açılan delikten beynin ve omurilik sıvısının alınıp protein incelemesi yapılarak doğrulanır; fazla protein konsantrasyonu hastalığa işaret eder.
Hastaların çoğu iyileşir ancak bazılarında kas zayıflığı kalabilir; fizik tedavisi, refleksoloji vb. rehabilitasyon gerekebilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite





30 Ağustos 2015 Pazar

SİNAPS - SİNİR HÜCRELERİ

SİNAPS
Sinaps, uyarıların bir hücreden diğerine veya hücreden efektör organa geçtiği, sinir hücrelerinin (nöronlarının) arasındaki bağlantılarıdır.

Sinaps genellikle bir hücrenin sinir liflerinin ucuyla diğer bir hücrenin dendrit veya hücre gövdesi arasında olur.
Sinirsel uyarı sinaps arasında ve yalnızca bir yönde, sinir hücreleri arasında veri aktarımını sağlayan kimyasal maddeler tarafından taşınır.

Genellikle sinir hücreleri arasında veri aktarımını sağlayan kimyasal maddeler, glutamat ve senotonin içerir.

Bu kimyasal maddelerin düzeyinin düşük olması veya hareketlerinin bölünmesi nörolojik bozukluklara yol açabilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite