27 Mayıs 2015 Çarşamba

KABIZLIK ÇÖZÜMLERİ VE TEDAVİSİ

KABIZLIK ÇÖZÜMLERİ VE TEDAVİSİ

REFLEKSOLOJİ İLE KABIZLIK ÇÖZÜMÜ

KabızlıkTuvalete hiç çıkmama veya çok seyrek çıkmaya kabızlık, peklik ya da inkıbaz denir. Tıp dilinde ise konstipasyon adı verilir. Yeterince sulu şeyler yememe, sinir bozukluğu, bağırsak tıkanıklığı, sindirim sistemi bozuklukları, hormon dengesizliği, basur, fıtık boğulması, kabızlığı doğuran nedenler arasındadır.
Ayrıca günlerinin büyük bir kısmını oturarak geçirmek zorunda olanlarla, hamilelerde ve yaşlılarda görülür.

Öncelikle kabızlığa neden olan hastalığı tespit etmek gerekir. Esas nedeni tespit etmeden alınacak müsil ilaçları kötü sonuçlar doğurabilir. Kabız olmayı önlemek için, sebze çorbaları ve yemekleri, mercimek, ıspanak, salata, balık ve çavdar ekmeği yemek çok faydalıdır.

 Ayrıca erik reçeli, bal, üzüm, kayısı veya elma yemek; bol su veya şerbet içmek de yararlıdır.
Müzmin kabızlıktan şikayet edenlerin de; fazla et, yumurta, peynir, beyaz ekmek, muz gibi yiyecekleri azaltmaları, kahve çay ve sigarayı en az miktara indirmeleri, alkolü bırakmaları gerekir. Kabızlığı gideren ilaçların fazla miktarda ve uzun süre kullanılması kötü sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle ilaçları kullanırken tavsiye edilen miktarları aşmamak gerekir.

REFLEKSOLOJİ İLE KABIZLIK 


Aktivitesi düşen boşaltım sistemini başta da bağırsak bölgelerini uyararak bağırsakların daha hızlı çalışmasını sağlar. Bu sebeple iki üç seans içerisinde rahat bir boşaltım gerçekleştirilir.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

26 Mayıs 2015 Salı

REFLÜ ÇÖZÜMLERİ VE TEDAVİSİ İZMİR

REFLÜ ÇÖZÜMLERİ VE TEDAVİSİ İZMİR

Halk arasında ‘mide reflüsü’ olarak bilinen ‘Gastro Özofagoel Reflü’ hastalığı mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasıdır.

Batı toplumunun 30 yılda en hızlı artan kanser olan yemek borusu kanseri çoğu kez reflünün yol açtığı hücresel değişim tarafından tetiklenmektedir.

KOMPLİKASYONLARI
-Kanama
-Boğulma hissi
-Öksürük
-Ses kısıklığı
-Yutma güçlüğü
-Kilo kaybıdır.
REFLÜDEN UZAK KALMAK İÇİN
-Sigara bırakılmalıdır.
-Gazlı ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır.
-Alkol kafein gibi içeceklerden
-Yağlı, baharatlı yiyeceklerden uzak durulmalıdır.
-Yatmadan en az 3 saat önce yemek sona erdirilmelidir.
-Sıkı kemer ve kıyafetlerden kaçınılmalıdır

REFLEKSOLOJİ İLE MİDE REFLÜSÜ TERAPİSİNDE


Mide, nefes borusu, yemek borusu ve mide kapakçığını kontrol eden sinirlerin aktive edilmesine dayanır. Çok başarılı sonuçlar alınmış olup tamamen doğal bir tedavi yöntemidir. Yaklaşık seans sayısı 10 ila 24 dir. 

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

21 Mayıs 2015 Perşembe

İNSAN BEYNİ VE YAPISI

İNSAN BEYNİ VE YAPISI

BU İNSAN BEYNİNİN MUHTEŞEM BİR FOTOĞRAFI. GERÇEKTEN SIRA DIŞI. EN UÇ NOKTAYA KADAR KAN ULAŞTIRAN KILCAL DAMARLAR. TOPLARDAMARLAR. ATARDAMARLAR. ŞİMDİ DÜŞÜNÜN VE SORGULAYIN. EN UFAK NOKTAYA KAN ULAŞTIRAN BİR DAMAR AĞI TESADÜFEN OLUŞABİLİR Mİ? HAYIR OLUŞAMAZ. HER BİRİ ALLAH' IN MUHTEŞEM YARATMA SANATINA BİRER DELİL.

Fotoğrafta 2012 yılı Wellcome Fotoğrafçılık Ödülü'nü kazanan bir canlı beyin fotoğrafını görmektesiniz. University College London Nöroloji Enstitüsü'nden Robert Ludlow tarafından bir epilepsi ameliyatında çekildi. Ödül jürisinde bulunan Prof. Dr. Alice Roberts şöyle söylüyor:

"Bu, insan beyninin muhteşem bir fotoğrafı. Sadece nörocerrahlar tarafından görülen bir görüntü. Atardamarları, toplardamarları ve gri maddeyi pembe kana bulanmış halde görebiliyoruz. Fotoğrafçının yetenekleri sayesinde normalde kafatasımız içerisinde gizlenen bir şeyi görebiliyoruz. Atardamarlar oksijenli kandan ötürü parlak kızıl olarak gözüküyorlar. Toplardamarlar koyu bir mor ve gri madde de pembe olarak gözüküyor. Gerçekten sıradışı."

Beynin normal fonksiyonlarını sürdürebilmesi, ona sürekli olarak oksijen taşınabilmesiyle mümkün olmaktadır. Dolayısıyla beynimizdeki damarların düzgün çalışması ve beynin önemli bölgelerine doğrudan ulaşmaları çok büyük önem arz eder. Bu sayede beyne hem oksijen ve besin maddeleri taşınmış olur, hem de diğer dokular ve organlarda olduğu gibi beynin atıkları toplanabilir. Bu sebeple beynimizde yoğun bir damar ağı bulunur.

Aslında beynimize kan taşıyan damarlar beyne özel değildir. Boynumuza, kafatasımızı saran dokuya ve yüzümüze de kan taşıyan sağ ve sol karotit damarlar ile sağ ve sol omurga (vertebral) damarları bu görevi üstlenirler. Karotit damarlar da iki temel birime ayrılırlar: dış karotit damar yüzümüze ve kafatası dokularına kan taşır. İç karotit damar ise beynimizin motor fonksiyonlarımızdan ve bilinçli kararlarımızdan büyük oranda sorumlu olan serebrumun 5'te 3'lük bir kısmına kan götürür.

 Bu damar; görsel anılarımızdan, duyusal verileri işlemekten, konuşma dilini algılamaktan, yeni hafızaları depolamaktan, duygularımıza ve sözcüklere anlamlar yüklemekten sorumlu temporal lop ile görsel korteks olarak da bilinen oksipital lobu beslemez. Geri kalan kısımlara ise vertebrobasilar damar kan götürür. Bu damar, ayrıca dengemizden ve birçok motor fonksiyonun koordinasyonundan sorumlu olan serebellumun (beyincik) bir kısmına ve beyin köküne de kan götürür.


Beyninizde bulunan damarlar içerisinde kapakçıklar bulunmaz ve onları saran bir kas dokusu bulunmadığından bu damarların duvarları aşırı incedir. Eğer ki bu damarlarda herhangi bir hasar oluşacak olursa, beynin diğer yarısında fonksiyon bozuklukları görülür. Bu sorunlar iç karotit damarlarda olacak olursa özellikle aktivasyonda azalma (zayıflık), uyuşukluk ve felç olarak; omurga damarlarında olacak olursa körlük veya felç olarak kendini gösterir. 

20 Mayıs 2015 Çarşamba

YÜZ MASAJI İZMİR

YÜZ MASAJI İZMİR

Yüz masajı faydalı mı?


Masajın iyileştirici gücü ten-beyin bağlantısında yatmaktadır Kozmetolojide "Fasial masaj" olarak tanımlanan "yüz masajının" cilde genç ve ipeksi bir görünüm vermesi bundandır.

 Yüzünüze ya da bedeninizin başka bir yerine masaj yaparak sağladığınız yararın en az yarısını bu keyifli masajlardan ve kendine servis verme hoşluğundan geldiğini söylersek pek abartmış olmayız.

Sabah kalktığınızda yüzünüz her zamankinden solgun gözükebilir. Bu gece boyunca yavaşlayan kan dolaşımı nedeniyledir.

 Vücut dinlenirken sanki kan dolaşımı firen yapar kan vücudunuzda daha yavaş dolaşır. Yüzünüz sadece bu nedenle solgun olmaz, yetersiz aktivite, düzensiz beslenme, kirli havaya maruz kalma gibi sebeplerde buna neden olur. Yüz masajı kan dolaşımını hızlandırır ve yüzünüz daha canlı gözükür, uzun süreli egzersiz ile bu kalıcı hale getirilebilir.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE SİNİR SİSTEMİ

Bağışıklı sistemi ve sinir sistemi iş birliği halinde çalışır. İç salgı bezlerinden birinin harabiyeti halinde bağışıklık sistemi ve sinir sistemi önemli ölçüde zarar görür. İnsan vücudunda psikolojik değişiklikler de iç salgı bezlerinin fonksiyonlarını etkiler.

İnsanda tüm iç salgı bezlerinin çalışmalarını düzenleyen organ HİPOTALAMUS tur. Hipotalamus, merkez sinir sisteminin beyin tabanına yerleşmiş bir parçasıdır. Beynin diğer bölgeleri ve bütün iç organlarla sinirsel bağlar kurmuştur.

 Hipotalamusun ilk etkilediği yer HİPOFİZDİR. Hipotalamus, hipofizi, hipofiz diğer bezleri, diğer bezlerde tüm vücudu salgılarıyla etkiler ve kontrol eder. Ayrıca diğer iç salgı bezleri de salgıladıkları hormonlarla hipofiz ve hipotalamusu etkilemektedir.


Hipofiz Bezi, Beynin tabanında hipotalamusun altında yer alır. Fasülye büyüklüğünde, ön ve arka loptan oluşmuş iç salgı bezidir ve çok sayıda hormon salgılar. Bütün hormonlarla ilgili faaliyetleri idare etmekle görevli önemli bir merkezdir. Bunun yanı sıra hipofiz bezi, insanın büyüme devrelerini kontrol etmek, sinir sistemi ile endokrin sistemi arasındaki irtibatı sağlamakla görevlidir.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

17 Mayıs 2015 Pazar

KALP ATIŞI VE ÇALIŞMA SİSTEMİ


BİR MAKİNE DÜŞÜNÜN. HEM KENDİ İÇİNDE KENDİ ELEKTRİĞİNİ ÜRETECEK HEM DE BU ELEKTRİKLE  YILLARCA ÇALIŞMAYA DEVAM EDECEK. MÜMKÜN DEĞİL. ANCAK BÖYLE BİR MAKİNE DÜNYADAKİ 7 MİLYAR İNSANIN VÜCUDUNDA MEVCUT. KENDİ ELEKTRİĞİNİ ÜRETEN BİR JENERATÖRE VE ARIZALANDIĞINDA DEVREYE GİREN YEDEK BİR JENERATÖRE SAHİP OLAN MÜKEMMEL BİR YARATILIŞ KALP.


Kalpteki atışın neyin sağladığını hiç düşündünüz mü? Kalp sürekli çalışan bir pompayı andıran bir kastır. Otomatik olarak saatlerce, günlerce hatta onlarca sene çalışan bir pompa. . Tüm organlara, hücrelere kan ve ihtiyaç duyulan tüm maddelerin taşınmasını sağlayan ve işlevini yitirdiğinde insanın ölümüyle sonuçlanan kalp, bu hayati görevlerini elektrik enerjisi sayesinde gerçekleştirir. Kalbin her atışı kalp içindeki elektrik sinyallerin faaliyeti ile oluşmaktadır.

Yetişkin bir insan da kalp yaklaşık olarak dakika da 70, günde 100.000 ve yılda 40 milyon kez atar. Kalp ritminde bir bozukluk ya da yetersizlik oluştuğunda ameliyatla insanın kalbine pil takılır ve bu alet kalp kasları yetersiz kaldığı noktada elektrik üreterek kalbi çalıştırır. Peki, şuan da dünyada yaşayan 7 milyar insanın her sene 40 milyon kez atan kalpleri elektriği nereden üretirler.

İşte bu sorunun cevabı; Kalbin yaşam boyunca kendi elektriğini kendisi üretebilecek şekilde tasarlanmış mükemmel bir organdır. Yaşamımız için vazgeçilmez organ olan kalbimiz tüm fonksiyonlarını kendi ürettiği elektrik enerjisi sayesinde gerçekleştirir. Doktorların kalp fonksiyonlarının tamamen durması halinde elektrik akımı uygulamalarının nedeni de budur.

Kalbin atışını sağlayan enerji kalbe dışarıdan gelmez. Kan pompalama görevi yerine getirmek için enerjiyi kendi içinde üreten bir motordur. Elektrik kalp kaslarının kasılması sonucunda üretilir. İnsan kalbinde 2 türlü hücre bulunur. Bunlar iletken hücreler ve kas hücreleridir. İletken hücreler elektrik sinyallerini kas hücrelerine iletmekle, kas hücreleri de dakika 70 kere kanı pompalamakla yükümlüdür.


PEKİ, BU JENERATÖR NASIL ELEKTRİK ÜRETİR.


Kalbin sağ kulakçığında SA ( sino-atrial) adı verilen bir doku düğümü mevcuttur. Kalbin bu bölümü kalbe elektrik sağlayan ana jeneratör görevi görür. SA kalbin sağ kulakçığın üst kısmına yerleşmiş olan özelleşmiş elektriksel doku demetidir. Burada bulunan hücreler kalp kaslarının ritmik olarak kasılmalarını için harekete geçiren elektrik uyarılarını başlatırlar. Bu uyarılar kalbe yayılır ve kalpteki dört odacığın da doğru bir zamanlama ile büzülmesini sağlar. Yani kalpteki SA nodu kan ile dolduğunda orada üretilen elektrik sinyali sağ ve sol karıncıktaki bütün hücrelere yayılır. Bu elektrik uyarıları kalbin diğer tarafına o kadar hızlı gider ki tüm hücreler bir kerede atıyormuş gibi gözükür.

Her kalp hücresi kalp atışını başlatan enerjiyi kendi üretir. Adeta canlı bir pil gibi görev yapan kalp hücreleri kanda bolca bulunan iki element vasıtasıyla elektrik üretirler. Sodyum ve Potasyum. Her iki elementi meydana getiren atomlar sık sık negatif yüklü bir elektron kaybeder, böylece pozitif yüklü hale gelirler. Bu yüklü atomlara iyon denilir.

Kalp hücreleri yüksek oranda potasyum iyonu içerirken hücrelerin dışındaki sıvı sodyum bakımından zengindir. Hücre zarı sürekli, sodyumu kalp kaslarından dışarı ve potasyumu  içeri pompalar. Zar sodyumu, potasyumu içeri alışından daha hızlı pompaladığı için hücrenin dışında pozitif yük oluşur. Pozitif yük belirli bir seviye ulaşınca akım aniden tersine döner ve sodyum iyonları hücreye geri girer. Bu ani değişim bir elektrik yükü meydana gelmesi sağlar ve kalp hücresi büzülerek geri çekilir. Böylece hücreye enerji yüklenmiş olur.

Sunu da hatırlatmak isterim. Kalpteki tüm hücreler elektrik uyarısı üretme kabiliyetine sahip olsa da kalbin özel bir bölümü olan SA nodu denilen sağ kulakçığındaki dokunun aslında kalbin tüm elektriksel faaliyetlerinden ve atışından sorumlu olan merkezdir.

KALPTEKİ YEDEK JENERATÖR AV NODU

Bir de kalpte AV nodu denilen kulakçık ve karıncıklar arasında yer alan AV nodu denilen bir doku demeti vardır. Kalpteki elektrik akımını azaltmak, kalp atışını ve kanın vücuda pompalanmasında görevlidir.

Kalp atışlarının bir ritim içerisinde olması son derece önemlidir. Hücrelerdeki elektrik akımının bozukluğu, akımın başlama zamanına ve hızına bağlıdır. Erken başlayan bir elektrik akımı, kalbin önceden atmasına ya da yeterli kasılmanın gerçekleşememesine neden olur.
 Aynı şekilde çok geç kalan veya gerçekleşmeyen bir kalp atışı sonucu, elektrik uyarıları yavaşlar ya da hızlanır; bu da çeşitli kalp rahatsızlıklarına sebep olur. Bu bakımdan kalpteki tasarımın yanı sıra işleyişi de kusursuz olmalıdır. Nitekim kalpteki yedek sistemler bu önemli görevin aksamadan yerine getirilmesini sağlarlar.

AV nodunun elektrik akımını yavaşlatıp, kalp atışını ve kanın vücuda pompalanmasını düzenlemenin dışında, insan hayatı için son derece önemli bir görevi daha vardır. Bu kas yumrusu ana jeneratörde bir aksaklık olduğu zaman onun yerine geçer ve yedek bir jeneratör görevi görür.
 Diğer bir deyişle SA nodu zarar görürse, AV nodu kalp atışını ve ritmini düzenleme görevini devralır. Yedek jeneratör asıl güç kaynağı kadar güçlü sinyaller üretemez (dakikada 40-50 sinyal üretir), ancak ürettiği sinyaller kalbin görevine devam etmesini sağlaması için yeterlidir. Nitekim kalpteki ana jeneratörün SA nodu herhangi bir sebeple çalışmadığı durumlarda 20 yıl kadar yaşayan kişilere rastlanmıştır

Kalp kendisi için gerekli elektriği üretirken kendisine has bir sistemle çalışır. Kalbin atmasını sağlayan ve kalp kası denen kas vücudumuzdaki diğer tüm kaslardan farklıdır. Vücuttaki kas hücreleri sadece sinir sistemi uyarıda bulunca kasılır. Oysa kalp hücreleri kendi kendilerine kasılırlar. Bu hücrelerin kendi elektriksel akımlarını başlatma ve yayma özellikleri vardır.

Ama bu elektriksel olay yani kan hücrelerin elektrik üretmesi tek başına yeterli değildir. Öncelikle bu hücreler doğru sıralamada bir araya gelmelidir. Yalnızca bir arada bulunmaları da yeterli değildir. Bu hücreler birbiriyle sözleşmişcesine hep beraber elektrik üretmelidirler.

 Ayrıca bu üretimin belirli, bir ritim içinde olması gerekir. Her hücrenin elinde bir kronometre olmalı, bu hücreler hiç şaşırmadan 0.83 saniyede bir hareket etmelidirler. Dahası bu hücreler bu üretimi bir ömür boyu hiç yorulmadan sürdürmelidirler. Ayrıca kalbi çalıştıracak elektrik akımın miktarını tam olarak bilmeli daha az veya daha fazla değil, tam ihtiyaç duyulan büyüklükte elektrik akımı üretirler.

Sonuç olarak her bir kalp hücresinin elektriksel akımları başlama ve yayma özelliği olmasına rağmen hiç biri birbirinden bağımsız olarak kasılmazlar ve kendilerini kontrol eden elektriksel sistemin talimatına aykırı davranmazlar.

Yani biri kasılırken diğeri gevşemek suretiyle kalbin çalışmasını sekteye uğratacak bir kargaşaya düşmezler. Bütün hücreler ileri derecede uyum ve ahenk içinde hareket ederek elektrik üretirler. Yani kusursuz bir uyum içinde hareket ederler.



YALNIZKEN KALP KRİZİ İLE NASIL BAŞA ÇIKILIR

YALNIZKEN KALP KRİZİ İLE NASIL BAŞA ÇIKILIR?


Günümüzde maalesef kalp krizinden hayatını kaybeden insan sayısı çok sayıda. Genç insanlarda da çoğunlukla görünür olmaya başladı. Lütfen bunu yayalım, bilinçlenelim…

Diyelim ki saat akşam 7 ve yalnız başına işten eve gidiyorsunuz.. Çok yoruldunuz ve üzgünsünüz.. Birden göğsünüzde ağrı başladı, bu ağrı kolunuzdan çenenize kadar vurdu. Bu durumdayken evinize en yakın hastaneye gitmek çok zor. Maalesef tek başınıza bu kadar uzaklıkta gidebileceğinize güvenmiyorsunuz.. Bu konuda eğitim almış olmalısınız, ama bunu öğreten kişi bunu kendi kendinize uygulamanızı öğretememiş olmalı!

ŞİMDİ YALNIZKEN KALP KRİZİ İLE BAŞA ÇIKMAK NASIL…

Çoğu insan yalnızken kalp krizine mağdur kaldığından beri, birinin yardımı olmadan, kalp yanlış atmaya başlar ve nefes alışları yavaşlar. Kişinin bilincini kaybetmeden önce kurtulmak için sadece rahat 10 saniyesi vardır.

Ancak, bu kurbanlar defalarca ve çok kuvvetli bir şekilde öksürerek kendilerini kurtarabilirler.

Her bir öksürükten önce derin bir nefes alınmalıdır ve öksürük derin ve uzun olmalıdır, çünkü göğüsün derininde balgam oluşmaya başlamıştır ve böylece bunu önlemeye çalışılır.

Kalp tekrardan normal atana kadar hiç usanmadan her iki saniyede nefes alış ve öksürük tekrarlanmalıdır.

Derin nefes alışları, akciğerlere oksijen gitmesini sağlar, öksürük hareketleri ise kalbi sıkıp gevşetir ve kan dolaşımını devam ettirir.


Bunlar sayesinde bir iki dakikaya kalmadan kalp normal ritimde atmaya devam eder. Böylece 112'yi aramak için yeterli zamanınız rahatça kalabilir.

16 Mayıs 2015 Cumartesi

TİROİT BEZİ YAPISI HASTALIKLARI VE TEDAVİSİ

TİROİT BEZİ YAPISI  HASTALIKLARI VE TEDAVİSİ

Tiroit bezi, tiroit ya da kalkan bezi, boynun ön ve yanlarını (larinks ve trakea) saran kelebek şeklinde çok damarlı iç salgı bezi. Her biri ortalama 5 cm uzunluğunda, 3 cm genişliğinde ve 2 cm derinliğinde, sağ ve sol olmak üzere 2 lobu ve bu lobları birleştiren isthmus adı verilen bir parçası bulunur. İnsanların yaklaşık %40'ında isthmustan hyoid kemiğe uzanım gösteren piramidal lob adı verilen bir bölüm de bulunabilir.[1] Normal ağırlığı insanda 20 gr'dır. Paratiroit bezi genellikle tiroidin arkasında mercimek şeklinde 4 tane küçük bezdir.

HİSTOLOJİK YAPISI VE İŞLEVİ
Tiroid bezi küre şeklinde folliküllerden oluşur. Folliküllerin ortasında (lümen) tiroglobulin adı verilen proteini içeren kolloidal bir madde bulunur.

Tiroid bezi folliküler hücreleri iyot ve tirozinden, tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) yaparak, kana tiroid hormonunu salgılar. Kalsiyum regülasyonunda rol oynayan kalsitonin tiroid bezindeki C hücreleri tarafından üretilir. Tiroid bezi, öteki iç salgı bezleriyle ilişkili olarak etkinlik gösterir. Hipofizin salgıladığı tiroid stimulan hormon (TSH) ile kontrol edilir. TSH salgısı da hipotalamustan salgılanan tirotropin serbestleştirici hormon (TRH) tarafından kontrol edilir.

HASTALIKLAR

TİROİD HORMON ÜRETİMİNİN AZALMASI: Hipotiroidizm; doğumsal olabileceği gibi Hashimoto tiroiditi, iyot eksikliği ve bezin cerrahi olarak çıkarılması gibi sebeplerle de ortaya çıkabilir.

AŞIRI ÇALIŞMASI: Hipertiroidizm; Graves Hastalığı gibi durumlar sonucu ortaya çıkar. Bu hastalığın guatr, gözlerin yuvalarından dışarı fırlamış gibi görünmesi (ekzoftalmi), çarpıntı, terleme, titreme, ishal, kilo kaybı, sinirlilik gibi belirti ve bulguları vardır.


İNFLAMASYON: Subakut tiroidit, akut tiroidit, postpartum tiroidit, Hashimoto tiroiditi bu grupta bulunur. İnfeksiyöz etkenler veya otoimmünite sonucu ortaya çıkarlar.


TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

14 Mayıs 2015 Perşembe

PROSTAT ÇÖZÜMLERİ,ERKEN BOŞALMA ÇÖZÜMLERİ

Refleksoloji, iktidarsızlık sorunu olan erkeklerde % 87,5, diğer cinsel sorunlarda % 100 etkili olmuştur.

İlerlemiş prostat sorunu refleksoloji ile belirli bir ölçüde azaltılmıştır.

Refleksolojinin sertleşme ve cinsel hazzı arttırdığı kanıtlanmıştır.

Refleksolojinin erken boşalma sorunlarını ortadan kaldırdığı gözlemlenmiştir.


Refleksoloji uygulaması sonrası sperm kalitesini arttırdığı gözlemlenmiştir.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

SANCILI ADET ÇÖZÜMLERİ VE TEDAVİSİ

SANCILI ADET ÇÖZÜMLERİ VE TEDAVİSİ

Sancılı adet gören kadınların %95’ inde ayak refleksolojisi etkili olmuştur.

Adet öncesi semptomları (PMS) yaşayan kadınların %46’ sında refleksoloji etkili olmuştur.

Menopozlu 42 kadına ayak refleksolojisi uygulanmış, bunlardan 17’ si (%40,5) tam, 20’ si (%47,6) önemli ölçüde iyileşmiş, 4’ ünde (%9,5) etkili sonuçlar alınmıştır. Hastalardan yalnızca 1’ inden sonuç alınmamıştır.

Yumurtalıklarda Oluşan kist sorunlarında Refleksolojinin faydalı olduğu kanıtlanmıştır.

Sancılı adet gören kadınlar düzenli olarak refleksoloji uygulattığında adet dönemlerinin düzene girdiği gözlemlenmiştir.


 Vajinusmus ile ilgili yapılan çalışmalarda refleksolojinin kasılmaları gevşetmek sureti ile sağlıklı bir cinsel hayata katkıda bulunduğu görülmüştür.


TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

13 Mayıs 2015 Çarşamba

İNSAN VÜCUT SİSTEMİ

BUNLARI SEN Mİ KONTROL EDİYORSUN?
Bugüne kadar size ulaşan tüm bilgiler ribozomlar da hafıza molekülleri olarak adlandırılan proteinlere dönüştürüldü. Bu protein molekülleri elektrik sinyalleri olarak şifrelendi. Böylece milyonlarca bilgi saklandı. Siz buna geçmiş demektesiniz. Bu bilgilerin birikmesi ile bir geçmişiniz oldu. Hatırlıyorum dediğiniz anda gerçekte, hatırlama anında hücrenin uyarılması sonucu protein şeklinde saklanan bu şifrelerin tekrar hafızaya çağrılması olayı gerçekleşmektedir. Bu vasıtayla örneğin size hangi okulda okudunuz diye sorulduğun da, okulunuz şifresi deşifre edilmekte ve siz de cevabı vermektesiniz.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Canlılar gerek kendi bedenlerinde ve gerekse dış dünyada meydana gelen gelişmelere karşı verecekleri tepkiyi kromozomlarındaki gen denen programlarla yönetirler. Mesela insan hücresinde bulunan 100.000 gen organize bir faaliyet yürütmek suretiyle insanın göz renginden uykusuna kadar bütün faaliyetlerini idare eder.

Çekirdekteki 46 kromozomun her biri, bir insan ile ilgili tüm bilgileri taşıyan genlere sahiptir. Evrimciler insan vücudunda bulunan bütün organların, hücrelerde bulunan genlerin tarif ettiği bir plan çerçevesin de inşa edildiklerini, örneğin vücutta derinin 2.559 beynin 29.930, gözün 1.794, tükürük bezinin 186,  kalbin 6.216, akciğerin 11.581 gen tarafından kontrol edildiğini düşünmezler.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Normal şartlarda dakikada 72 defa atan kalp efor sarf edildiğinde, stres altında, kişi ateşlendiğinde ve buna benzer olağanüstü durumlarda fazladan kana ihtiyaç duyduğu için SA nodu(  kalbin atış hızını ayarlayan hücre grubu) hızını artırır.  Böylece ihtiyaç duyulan kan pompalanmış olur.  Sempatik sinirler de damarları daraltarak kan basıncını artırır, ayrıca böbrek üstü bezi adrenalin ve noradrenalin hormonlarının salgılanmasını sağlar. Bu hormonlar kalbin çalışma hızını artırırlar.  Troid bezinden salgılanan tiroksin hormonu ise metabolizmayı hızlandırarak kalbin çalışmasını etkiler. Artan kalp hızı kalbin verimini dinlenme seviyesinin beş katına çıkarabilir.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Sempatik sinirler bir arabadaki gaz pedalı gibi kalbi hızlandırırlar. Onu yavaşlatmak ise parasempatik sistemin görevidir. Parasempatik sistem gerektiğinde kalp kaslarının büzülme kuvvetini hafifleterek kalp ritmini dakikada 40 vuruşa kadar yavaşlatabilir. Atardamarlardaki alıcılar kan basıncının arttığını hissettiğinde asetilkolin denilen kimyasalın salgılanması için parasempatik sinirler aracılığıyla beyni uyarırlar. Böylece kan damarları genişler basınç düşer.  Eğer temiz kanı vücuda taşıyan damarlar gerektiğinde genişlemeseydi yırtılıp parçalanırdı. Bunun sonucunda kafatasının içine kan dolabilir ve beyne yeterli kan gitmediği için kişi felç olabilirdi.


Bunlar Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Karaciğerinizin tek bir hücresinde 500 farklı kimyasal işlem gerçekleştirilir. Mili saniyeler içinde kusursuz aşamalarla gerçekleşen bu işlemlerin çoğu laboratuar koşullarında hala taklit edilememektedir. Karaciğer hücresi yediğimiz besinlerin hepsini hücrelerimizin kullanabileceği enerji olan şekere, yani glikoza çevirir. Kullanılmayan şekeri ise yağa çevirip depolar. Şekerin yokluğunda ise proteinleri ve yağları şekere çevirip hücrelere sunar.

Karaciğer de bulunan kupffer hücreleri buradan geçen özellikle de bağırsaklardan gelen kanda bulunan önemli miktardaki bakterileri yutar. Kupffer hücreleri kandaki parçacıkların ya da öteki yan ürünlerin artması durumunda bunları kandan filtre ederek edebilmek için kendi sayılarını arttırır.

Bunlar sen mi Kontrol Ediyorsun?

''Hipofiz Bezi'' beyninde yaklaşık 0.5 ağırlığında kontrol merkezimiz sayesinde başımızı ve kollarımızı hareket ettirir, duyar, görür, gülümser, konuşur ve dokunuruz.  Bizimle konuşanları anlar, zihnimizde çeşitli yorumlar yaparız.  Bize gelen tüm hisler ve yaptığımız tüm hareketler, hormonların vesilesiyle gerçekleşmektedir. Eş zamanlı olarak gerçekleşen yüzlerce iş eksiksiz ve rötarsız olarak hipofiz bezinin kontrolü ile yerine  getirilir.

Bunları Sen Mi kontrol ediyorsun?

Adrenalin molekülü kas hücrelerine ulaştığı zaman kasların daha güçlü bir şekilde kasıla bilmelerini sağlar.  Karaciğere ulaşan adrenalin molekülleri burada bulunan hücrelere kana daha çok şeker karıştırmalarını emreder. Böylece kandaki şeker miktarı artar ve kasların ihtiyacı olacak fazladan yakıt sağlanmış olur.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Kandaki taşıyıcı proteinlerden biri olan albumin kolesterol gibi yağları, hormonları, zehirli safra kesesi maddesini ve penisilin gibi ilaçları kendine bağlar. Daha sonra kanla birlikte vücutta gezerek, topladığı zehirleri karaciğere zararsız hale getirilmek üzere bırakır ve hormonları ise gerekli olduğu yerlere götürür.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur.  İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir.

Bu temizleme otomatik olarak yapılmasaydı ne olurdu. Böyle bir durumda insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda pislik biriktiğinde hatırlardı.  Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamam temizlenmediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi.  Göz kırpmak büyük bir külfet olurdu. İnsan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya konsantre olmak zorunda kalırdı.

Her bir kaç saniyede bir göz kırptığımız da göz kapakları tıpkı araba camı  silecekleri gibi gözleri sulandırır, pislikleri temizler. Uyku sırasında göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Beynimizde beynimizi besleyen kan, beyne giriş yaparken kandaki gerekli besin maddelerini içeri alan, fakat sinir hücrelerinin çalışmasını engelleyebilecek maddeleri dışarıda tutan bir bariyer sistemi bulunur. Bu bariyer beyindeki sinir dokuları ve kan arasında bir engel oluşturarak, kandaki maddelerin beyne gidişini önlerler. Kan ve beyin arasında bir bariyer bulunmasının önemi, sinir hücrelerinin kararlı bir kimyasal ortama ihtiyaç duymasından ileri gelir. Eğer bu tür bir engel olmasaydı glikoz, amino asit, hormon yada diğer bileşenlerin  yoğunluğunu arttıracak besinler tükettiğimizde yada egzersiz yaptığımızda   sinirsel faaliyetlerimiz kontrolden çıkabilir ve hatta sinir krizleri geçirebilirdik.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Ortalama 10 cm büyüklüğünde bir böbrekte 1.200.000 süzgeç ve bu süzgeçleri birleştiren 34 km uzunluğunda süzgeç kanalı vardır.  Küçük olmasına rağmen günde 4 araba deposu kadar yani 200 litre kan süzüyor.  Kanda bulduğu 3.000 farklı kimyasalın, faydalılarını bırakıp, zararlılarını süzüp idrar yoluyla vücuttan dışarı atıyor.

Bunları Sen mi Kontrol ediyorsun?

Akciğerlerimizdeki alveollerde bulunan tip 2 hücreleri sürfaktan maddesi üretmeseydi insan ömrü 86 saniye olurdu.  İşte sağlıklı bir hayat sürmemizin nedenlerinden biri akciğerlerimizdeki sürfaktan adlı maddedir.  Akciğerlerimizi oluşturan 300 milyondan fazla hava keseceğinin çevresi sürfaktan isimli madde ile çevrilidir. Sürfaktan alveollerin yüzeyini örten sıvının yüzey gerilimini azaltarak rahat nefes almamızı sağlar.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

İnsan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Her dakika 300 milyonu ölür. Eğer sürekli olarak yenilenmeseydi bütün bu hücreler 330 gün içinde ölecektir.

Akyuvarlar enfeksiyon yoksa bile boş durmaz. Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birini günde birkaç defa kontrol edecek şekilde devriye gezerler.

Enzim vücudumuzdaki işlemleri hızlandıran kimyasal bir mucizedir. Bir enzim bir reaksiyonu 10 milyar daha hızlandırabilir. Böylesine bir hızlandırma olmasaydı 5 saniyelik bir süreç örneğin bir cümleyi okumak 1500 yıl sürerdi.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Bedenimizin bizim adımıza kimyasal bir haberleşme sistemi ile yönetilir. Bu sistemin elemanı olan ve hormon denilen mesaj taşıyıcılar yaşamımızı sürdürmenizi sağlayan emirleri hücreler arasında getirip götürürler.

100 trilyon hücremizin kendi aralarındaki ve her bir hücrenin kendi içindeki haberleşmesinin saniyelerle ölçülecek kadar kısa bir zaman zarfında bile devre dışı kalması ve hücresel mesajların yerine ulaşmaması ölümle sonuçlanmaktadır.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?

Mide mokozasının dış tabakasının ömrü çok kısa olduğu için 3-4 günde yenilenir. Eğer yenilenmeseydi,  midemizde ki yiyecekleri hazmetmek için kullanılan güçlü asitler aynı zamanda midemize da zarar verecekti.

Kaynar suya eliniz değdiğinde alıcılar devreye girer ve ilk olarak sıcağı sonra da acıyı hissetmenizi sağlarlar. Derinin üzerindeki alıcılar 30.000 tanesi sıcaklığı algılarken 3.500.000 tanesi de acıyı hisseder.

Bunları Sen mi Kontrol Ediyorsun?


Göz bebeği dediğimiz şey aslında iris içindeki bir çukurdur. Göz bebeği kasılarak ve genişleyerek gözün içine girecek ışık miktarını çok kısa bir sürede ayarlar. Genel olarak her iki gözde aynı miktarda ışık alır, fakat gözlerden birine düşen ışık miktarı değiştirildiğinde, sadece bir gözün göz bebeğinde değişiklik olmaz diğeri de hemen buna katılır.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

12 Mayıs 2015 Salı

AYAKLARIMIZ VE YAPISI

AYAKLARIMIZ VE YAPISI

HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ AYAKLARIMIZ KİLOLARCA AĞIRLIĞINDAKİ VÜCUDUMUZU YILLARCA KENDİLERİNE HİÇ ZARAR VERMEDEN EZİLİP BÜKÜLMEDEN NASIL TAŞIR. DÜNYADAKİ 7 MİLYAR İNSANIN AYAĞINDA 26 KEMİK 200 BAĞ VE 40 KASTAN OLUŞAN HARİKA BİR SANAT ESERİ VARDIR.

İnsan ayağı vücudun en kompleks yapısına sahip mühendislik harikalarından biridir. Ayak yürüme, atlama ve koşma sırasında kas ve iskelet sisteminin vücut yükünü taşıyarak dağıtan bölümüdür. Ayaklar vücudun en alt kısmında bulunan ve yürümeyi sağlayan, dik durmaya yarayan, vücudun duruş değişikliğinde denge sağlayan organdır.

 Vücudun tüm yükünü taşıdıkları için, tabandan temas ederek fiziksel açıdan en çok zorlanan organlardır. Ayaklar vücudun en önemli köprüsü durumundadır. Hakikaten ebadına göre ayaklar kadar üzerinde ağırlık taşıyan başka bir köprü düşünülemez.

-Kaslar ve Kemiklerimiz Arasında Özel Koordinasyon Var.

Ayaklar toplam 26 kemikten oluşur. Bunların 12 tanesi yük taşımak için gerekli olan tarak ve bilek kısmında, 14 tanesi ise yürüme anında itici güç olarak kullanılan parmak kemiklerine aittir. Ayaktaki sekiz yay mükemmel bir iş çıkartarak vücut ağırlığını dağıtır, bu sırada 200 adet bağ, ayaktaki 26 kemiği kontrol eden 40 farklı kası koordine eder. Kemikler, kaslar ve bağlar aralarında ileri derecede uyum ve yardımlaşmaya çalışarak insan vücudunun bütün yükünü taşırlar. Kompleks kan damarlarından ve sinirlerden oluşan bir sistem ayakları vücuda bağlar.

-Ayak Tabanının Kavisli Şekilde Olması Özel Bir Gerekliliktir.

Kavisli şekil vücut ağırlığına karşı, kemiklere destek verir. Bu kavisten yoksun olan düztabanlar bu yüzden yürüme zorluğu çekerler. Kemerli yapılar taşıyıcı sistemleri dayanıklı hale getirdiği için insanların yaptığı binalarda ve köprülerde de kullanılır.

-Ayak Kaslarının Dizilişinde Kusursuz Plan Var.

Ayaklar hareketlerin kolaylıkla yapılmasını sağlamak için oldukça fazla kasla kaplanmıştır. Bu kasların 13 tanesi ayaküstünde, 17 tanesi ayakaltında yer alır. Hareketi sağlamak amacıyla ayaküstündeki kasların 6 tanesi baldırdan, 7 tanesi ise ayak sırtından gelir. Ayak tabanındaki 17 kasın 2 tanesi baldırdan, 15 tanesi ise ayak tabanından gelir.

Ayak tabanındaki kasların çok sayıda hem de kalın ve kuvvetli olarak yaratılmasının anlamı, ayak tabanın çok fazla yükle karşı karşıya kalmasıdır. Bu kasların diziliş yönü de vücut ağırlığının daha fazla bindiği yerleri desteklemek üzere özel olarak yaratılmıştır. Örneğin ayak kemerinin altındaki kaslar kasılarak kemeri desteklemek üzere özel olarak yaratılmıştır.

 Örneğin ayak kemerinin altındaki kaslar kemeri destekler ve yastık görevi görerek hem ağırlığın taşınmasına, dağıtılmasına hem de dengenin sağlanmasına yardımcı olur. Ayağın diğer bölümlerine yerleştirilmiş olan kaslar da aynı şekilde itme ve çekme yönünde eşit kuvvet sağlayarak ayaklarına ağrımadan, dengeyi bozmadan ve her türlü hareketi kolaylıkla yapmalarını sağlar. Ayaktaki bütün kasların seçilmiş olan yapışma yerleri biraz ileri veya biraz geri alacak şekilde değiştirmeye kalkarsanız ayak fonksiyonları bozulur ve dengesi alt üst olur. Asla bu şekilde bir yürüyüşe sahip olamazsınız.

-Ağırlığa Karşı Gösterdikleri Dayanıklılık.

Nasıl otomobilin gaz pedalına basıldığında pedal kaldıraç gibi çalışıyorsa, ayaklar da parmak ucunda kalkma hareketi yapıldığında hidrolik bir kriko görevi görürler. Zıplama hareketinde bedeni fırlatırken ve koşma hareketi yapıldığında bacaklar için birer yastık görevi görürler. Bütün bu hareketler sırasında ayakta bulunan dokulara, damarlara ya da kaslara hiçbir zarar gelmez.

Örneğin eller ve ayaklar ağırlık kaldırma bakımından kıyaslandığında, ayakların taşıma gücü çok daha net anlaşılabilir. Her ayağa kalktığında ayakların üzerine uygulanan ağırlığın aynısı ellere uygulansa durum çok farklı olurdu. Çünkü elleri masanın üzerine koyup 70-80 kilo ağırlığında bir yük yerleştirilse çok kısa bir süre sonra dokular ezilir, damarlar basınca dayanamayacak hale gelir ve hatta kemikler deriye zarar verirdi.

 Ancak bütün bir gün insan vücudunu taşıyan ayaklarda ne basınç damarlara zarar verir. Ne dokular ezilir. Çünkü ayak, ayak kemiklerini ve kasları besleyen kan damarlarıyla, duyu ve hareketi ileten sinirlerin bu kadar karışık kaslar ve kemikler arasında birbirine karışmadan ezilip sıkışmadan ve hiç bir noktanın ihmal edilmeden beslenmesi için özel olarak yaratılmıştır.

-Kavramayı Sağlayan Ayak Parmaklarındaki Kaslar Ve Kemikler.

Ayak parmaklarıyla zemine basıldığında vücudu öne hareket ettiren kuvvet,  parmakların ucundaki kuvvetli kaslardır. Ayağın birinci ve beşinci parmağındaki iki, diğer parmaklarında 3 adet parmak kemiği bulunur. bu kemikler üzerinde yapışık halde çeşitli adale ve bağları ile ayağının bütünlüğünü ve fonksiyonel halini sağlar.  Allah parmakların zeminde oluşan itme kuvvetinin daha kavrayıcı olması için bu düzeni yaratmıştır.

Ayak parmaklarıyla zemine bastığımızda vücudu öne hareket ettiren kuvvet, parmakların ucuna yapışan kuvvetli kaslar vasıtasıyla sağlanır. Burada 1. ve 5. parmakta iki, diğer parmaklarda 3 adet parmak kemiğinin bulunuşun hikmeti görülür ki, bu parmaklar zeminde oluşan itme kuvvetinin daha kavrayıcı olması için insana verilmiştir.

Ayak parmaklarımız olmasaydı topuklarımızı dengeli bir şekilde yerden kaldıramazdık. Yani topuğun yerden kesilmesiyle parmaklara yansıyan kuvvet tarak kemiklerinin başında son bulacaktır. Sonuçta tarak kemiklerini zemine paralel basamayacağımızdan vücudun öne doğru hareketi meydana gelmeyecektir.

Dolayısıyla insan ancak dizini kırmadan düz atarak yavaş yürüyecektir. Ayrıca parmaklar bağ ve kaslarla birlikte arabalardaki vitesler gibi hız artırımların da itici güç olarak dengeli güvenli yürüyüp koşmamıza yardımcı olurlar. Parmak uçlarına doğru kemiklerin çoğalması ve yanlara doğru yaygın bir durum alması sayesinde yüke karşı dayanma ve dağılma yüzeyi büyütülmüştür. Buradan da anlaşıldığı gibi parmaklarımız yürümemiz için hayati önem taşıyor

Ayakta hareketsiz dururken vücut ağırlığını topuk kemiği ile tarak kemikleri taşır. Dolayısıyla ayakta dururken parmaklar dinlenmiş olur. Eğer yürürken ve ayakta dururken ağırlık parmaklara binmiş olsaydı parmaklar buna dayanamayıp vücut ağırlığını taşıyamayacaktı ve insan ayak üzerinde 5 dakika dahi zor durabilecekti.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog



İNSAN GÖZYAŞI

İNSAN GÖZYAŞININ DÜNYANIN EN İYİ DEZENFEKTANI OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ? GÖZYAŞININ YOKLUĞU DEMEK KORNEANIN KISA SÜRE İÇİNDE KÖR OLMASI DEMEK. GÖZYAŞININ İÇİNDE BULUNAN LİZOZİM ENZİMİNİN BİNALARI MİKROPLARDAN TEMİZLEMEK İÇİN KULLANILAN FENİK ASİTTEN DAHA ETKİLİ OLMASINA RAĞMEN GÖZE HİÇ BİR ZARAR VERMEMESİ BÜYÜK BİR MUCİZEDİR

Gözden çıkıp yanaklardan aşağı süzülen sıvı sadece bir su damlası değildir. Vücudumuz da hayati öneme sahip birçok sıvı salgılanır. Bunlardan biri de gözyaşıdır. Gözyaşının muhteşem bileşimi sağlıklı bir görüş için tahmin edilemeyecek kadar önemlidir. Çoğu insanın yalnızca ağladığında akan tuzlu zannettiği gözyaşı çeşitli görevler için farklı karışımlarla oluşturulmuş son derece özel bir sıvıdır. Göz yaşı omurgalıların göz boşluğunda üst göz kapağında bulunan bezlerin salgıladığı berrak tuzlu suya verilen isimdir.

Gözyaşı bezlerinde mükemmel bir üretim, taşıma ve boşaltma sistemi vardır. Gözyaşı bileşenlerinin varlığı iyi ve net bir görüş için şarttır. Bileşenlerin miktarın da ya da yapısındaki ufak bir değişiklik olduğunda göz kolaylıkla mikrop kapabilir ya da görme yeteneğini kaybedebilir.

Gözyaşının görevleri 4 ana başlık şeklinde verilebilir.

1.Göz yüzeyini nemlendirmek ve kuruluğun vereceği hasarı engellemek
2.Mikroskobik olarak pürüzsüz olamayan göz yüzeyini pürüzsüz optik bir yüzey yapmak
3.Gözün kornea bölümüne ihtiyaç duyduğu oksijen ve diğer besinleri sağlamak
4.Gözü bakterilerden ve enfeksiyonlardan korumak.

Gözyaşının en önemli görevi gözü mikroplara karşı korumaktır. İçinde bulunan lizozim enzimi birçok bakteri türünü parçalaya bilme ve mikrop öldürebilme özelliğine sahiptir. Lizozim sayesinde göz enfeksiyonlardan korunur.  Bu madde binaları mikroplardan temizlemek için kullanılan kuvvetli dezenfektanlar da kullanılan maddelerden (Fenik Asit)  bile daha etkilidir.  Bu kadar güçlü olduğu halde göze hiç bir zarar vermemesi ise büyük mucizedir.

Bu bilgilerin ışığı altında bir kez daha durup düşünmek gerekir. Böylesine güçlü bir dezenfektan nasıl olur da göz gibi hassas bir organa hiç zarar vermez? Cevap çok açıktır. İçinde son derece güçlü bir dezenfektan bulunan gözyaşı gözün kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratılmıştır. Yaratılışın her noktasında mevcut olan muhteşem uyum aynı şekilde göz ve yaşı içinde geçerlidir.

Bu güçte başka bir dezenfektan göz üzerinde kullanılamaz. Öte yandan insan yapımı hiç bir dezenfektan gözyaşının yerini tutmaz. Bu durum evrimciler tarafından cevaplanması mümkün olmayan soruları da beraberinde getirmektedir.  Birbirleriyle bu kadar uyumlu sistemler nasıl aynı anda ortaya çıkmıştır? Kör tesadüflerin böyle mükemmel yapılar ortaya çıkaramayacağı ve bunu insan bedenine yerleştiremeyeceği açıktır.

Gözyaşının yapısı daha yakından inceledikçe bu sıvının %98.2 si sudur. Geri kalan kısımda kan plazmasıyla aynı oranda glikoz, tuzlar ve organik maddeler bulunur. Lizozim ise geriye kalan maddenin küçük bir kısmını oluşturur. Yani gözyaşı içinde farklı oranlarda farklı maddeler bulunan son derece özel bir sıvıdır.

Gözyaşı farklı maddeleri içeren katmanlardan oluşur. Çok kompleks bir yapıda olan göz yaşını oluşturan bileşenler 3 katman oluşturacak şekilde gruplanmıştır.

Yağ katmanı: Gözyaşının en üstte yer alan katmanıdır.  Bu sayede hemen altında bulunan sıvı katmanın buharlaşarak fonksiyonunu yitirmesini ve gözyaşının alt göz kapağından akıp gitmesi engeller.  Yağ salgılayan bezlerin bulunduğu katman çok ince olmasına karşın gözyaşının dışarı akmasını ve buharlaşmasını başarıyla engellemektedir.  Peki kim gözyaşının üzerine buharlaşma etkisini hesap ederek böyle bir kaplama yapmıştır? Bu kadar özel bir tasarım nasıl ortaya çıkmıştır?

Sıvı katmanı: Bu katman gözyaşının temel katmanıdır. Gözyaşının üretildiği katmandır.  Yağ tabakasının hemen altında ortada yer alan tabakadır. Üç katman arasında en kalın olanıdır. İçinde tuzları, proteinleri ve lizozim adlı özel bir kimyasal maddeyi barındıran karmaşık bir yapısı vardır.

Gözün kornea tabakasını besleyen oksijeni taşır. Artık ürünleri korneadan uzaklaştırır, korneada oluşabilecek enfeksiyonları engeller. Algıladığımız görüntülerin normal olması için gözün kornea tabakasındaki su hacminin değişim göstermeden belirli bir oranda kalması şarttır. Eğer bu oran bozulursa kornea şişer ve formu bozulur. Sıvı katman korneadaki su hacminin dengede tutarak görüntü kalitesinin yüksek olmasını sağlar.

Mukus katmanı: Göz yüzeyinde bulunan konjuktiva adlı ince zardaki hücreler tarafından üretilir. Gözün hemen üzerinde yer alır ve gözyaşının en alttaki katmanıdır. Üzerinde yer aldığı epitel yüzeyi hidro fobiktir, yani suyu sevmeyen iten bir yapısı vardır. Eğer sıvı katman ile bu katman yer değiştirmiş olsalardı mukus tabakası göz önünde durmayacak dolayısıyla bir işe yaramayacaktır. Bu katmanda musin adlı özel bir kimyasal madde bulunur. Gözyaşı bu madde ve mukus katmanı sayesinde yer çekimine karşı koyarak gözün önünde durmayı başarır.

Gözyaşı üretimi de son derece hassas bir ölçü ile yapılır. Gözyaşı sadece gözü kurumaktan kurtaracak ve göz küresinin yüzeyinin kayganlığını kaybettirmeyecek miktarda üretilir. Böylece göz hareket ettiğinde göz kapağının iç kısmı konjoktiva ile gözün üstü arasında sürtünmeden kaynaklanan bir rahatsızlık meydana gelmez.

Gözyaşı yeterli miktarda üretilmeseydi göz ile kapağı arasında sürekli bir sürtünme olur ve gözün her hareketi bizim için bir eziyet haline gelirdi. Örneğin gözyaşı kuruluğu olan hastalarda, gözlerde sürekli bir yanma ve gözün içinin kum dolu olduğu hissi duyulur. Gözler şişer, kızarır ve hastalığın ileri aşamalarında hasta gözünü kaybedebilir.

Uyarıcı bir durum söz konusu olduğunda mesela göze toz gibi bir yabancı bir madde kaçtığında, gözyaşı üretimi otomatik olarak artar. Bu bir yandan antiseptik amaçla daha çok lizozim enzimi üretilmesini diğer yandan da uyarıcı maddenin dışarı atılabilmesi için bol miktarda sıvı oluşmasını sağlar.

Sağlıklı bir görüş sağlamak için gözyaşının tüm bileşenlerin tümünün tam olarak üretilmesi yeterli değildir. Gözyaşının hangi yollarla nakledileceği de son derece önemlidir. Gözyaşı, gözyaşı bezlerinden çıkarak küçük kanalllardan akar. Gözyaşı bezleri üst göz kapaklarına yerleştirilmiştir ve uyarıldıklarında gözlerinizin etrafında ince film oluşturacak şekilde gözyaşı salgılarlar.  Her göz kırptığımızda ince bir film gözlerinizin etrafına yayılır ve gözünüzü nemli tutarak tozdan ve diğer yabancı maddelerden temizler. İster uyurken ister uyanıkken mutluyken yada üzgünken bu sıvı her zaman gözyaşı bezlerinden akar. Gözlerinizi korumanın yanında gözyaşı bezleri gözleriniz rahatsız olduğunda daha fazla sıvı üretirler. Bu extra gözyaşlarına refleks gözyaşı denir.  Bir şey sizi mutlu yada üzgün yaptığında gözyaşı bezleri duygusal yaşlar üretir.  Kullanılan gözyaşları daha sonra alt ve üst göz kapaklarımızın birleştiği yerdeki küçük açıklıktan burun kemiğimize yakın bulunan gözyaşı kanallarına süzülürler. Buradan yutuldukları veya diğer sıvılarla dışarı atıldıkları nazal boşluğa(burun boşluğuna) gelirler. Eğer çok fazla gözyaşı örneğin ağladığımız zaman meydana gelen gözyaşı gibi, taşarak yanaklarımızdan aşağıya süzülecektir.

Görüldüğü gibi gözün yapısında gözyaşı bezlerinin ne eksik ne fazla gerekli miktarda sıvı salgılamasını sağlayan bir denge kontrol mekanizması vardır.  Sadece bu mekanizma bile tesadüflerle işleyen bir evrim sürecinin oluşmasını imkansız kılar.


Bir kutu içerisinde üzerinde üretildiği yer ve tarih yazan bir göz damlası gören bir kişi hiçbir zaman o ilacın tesadüfler sonucunda kendiliğinden meydana geldiğini düşünmez.  Bu damlanın formülünü bulan, onu üreten paketleyen birileri vardır. Aksini iddia eden bir kişinin akıl sağlığında ciddi problem olduğunu düşünürüz.  Gözyaşı ise göz damlasından çok daha üstün özelliklere sahiptir ve insan vücudunda üretilir.
  Öncelikle farklı kimyasal maddelerden oluşur ve bu maddeler hassas bir karışım oranı ile birleşirler.  Bundan başka gözyaşı ile birlikte gözyaşını üreten salgı bezleri, otomatik salgılanma ayarları ve boşaltım kanalları da vardır. Bunlar düşünüldüğünde gözyaşının tesadüfen meydana geldiğini ve yine tesadüfen göze yerleştirildiğini söylemek akıl ve mantık dışı bir iddia olacaktır. Gözyaşı şimdiye kadar yaşamış olan ve şu anda dünya üzerinde yaşamakta olan bütün insanlarda vardır. Herkeste aynı özelliklere sahiptir. 

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE SİNİR SİSTEMİ

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE SİNİR SİSTEMİ

Bağışıklı sistemi ve sinir sistemi iş birliği halinde çalışır. İç salgı bezlerinden birinin harabiyeti halinde bağışıklık sistemi ve sinir sistemi önemli ölçüde zarar görür. İnsan vücudunda psikolojik değişiklikler de iç salgı bezlerinin fonksiyonlarını etkiler.

İnsanda tüm iç salgı bezlerinin çalışmalarını düzenleyen organ HİPOTALAMUS tur. Hipotalamus, merkez sinir sisteminin beyin tabanına yerleşmiş bir parçasıdır.
 Beynin diğer bölgeleri ve bütün iç organlarla sinirsel bağlar kurmuştur. 
Hipotalamusun ilk etkilediği yer HİPOFİZDİR. Hipotalamus, hipofizi, hipofiz diğer bezleri, diğer bezlerde tüm vücudu salgılarıyla etkiler ve kontrol eder.
 Ayrıca diğer iç salgı bezleri de salgıladıkları hormonlarla hipofiz ve hipotalamusu etkilemektedir.


Hipofiz Bezi, Beynin tabanında hipotalamusun altında yer alır. Fasülye büyüklüğünde, ön ve arka loptan oluşmuş iç salgı bezidir ve çok sayıda hormon salgılar. Bütün hormonlarla ilgili faaliyetleri idare etmekle görevli önemli bir merkezdir.
 Bunun yanı sıra hipofiz bezi, insanın büyüme devrelerini kontrol etmek, sinir sistemi ile endokrin sistemi arasındaki irtibatı sağlamakla görevlidir.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog +90532 297 92 35

11 Mayıs 2015 Pazartesi

İSKELET SİSTEMİMİZ

İSKELET SİSTEMİMİZ BİR HEYKELTIRAŞ GİBİ ÇALIŞAN KEMİK HÜCRELERİ İLE 206 AYRI KEMİĞİN İLERİ DERECEDE UYUMU VE DENGESİ GÖZETİLEREK VE YAŞAMIMIZI DEVAM ETTİRMEMİZ İÇİN GEREKLİ HER TÜRLÜ HAREKETİ YAPMAMIZA OLANAK SAĞLAYACAK ŞEKİLDE TASARLANAN BİR SANAT ESERİ VE MÜHENDİSLİK HARİKASIDIR

İskelet 206 ayrı parçanın birleştirilmesinden oluşmuş başlı başına bir mühendislik harikasıdır. İskelet sistemimiz 206 kemiğin ileri derecede uyumu, ölçüsü, dengesi gözetilerek ve bizim yaşamımızı devam ettirmemiz için gerekli her türlü hareketi yapmamıza olanak sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Bu 206 kemik hayranlık uyandıracak derecede birbirine o derece mükemmel bağlanmıştır ki, meydana her türlü hareketimize olanak tanıyan bir sanat eseri olan iskelet sistemiz ortaya çıkmıştır.

İnsan vücudunun ağırlığının yaklaşık yüzde 20' sini kemikler oluşturur. Yani 80 kilo ağırlığında bir insan, bedeninde 16 kilo ağırlığında kemik taşır. Daha doğrusu, bu 16 kiloluk iskelet 80 kiloluk bedeni taşır, ayakta tutar, hareket ettirir. Bu dayanıklılık iskeletin hayranlık uyandıran özelliklerin den sadece bir tanesidir..

İskelet aynı zamanda vücudun yapısal destek sistemidir. Aynı zamanda beyin, kalp, akciğer gibi hayati organların korumasını yapar, iç organlara destek olur. İnsan vücudu birbirine eklenmiş bu parçalar sayesinde olağanüstü bir hareket kabiliyetine sahip olur.İnsan vücuduna, hiçbir yapay makine tarafından taklit edilemeyen üstün bir hareket kabiliyeti verir.  Bugüne kadar yapılmış hiçbir robot insan vücudunun hareket kabiliyetini taklit edememiştir.

Gülme, koşma, yürüme, oturma, ayakta durma, yatma, yazı yazma. Her insan bu işlemleri kemikleri sayesinde yapar. Kemikleri sayesinde yürür, yine onlar sayesinde ayakta durur, yatar, güler, kemikleri sayesinde yemek yer.

İskelet bütün olarak mükemmel bir işleve sahip olmasının yanında, iskeleti oluşturan kemikler de üstün bir yapıya sahiptirler. Vücudun taşınması ve korunması gibi önemli bir görevi üstlenen kemikler, bu işi rahatlıkla yerine getirebilecek kapasitede ve sağlamlıkta yaratılmıştır. Vücudun karşılaşacağı zor durumlarda hesaba katılmıştır.
 Örneğin uyluk kemiği dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitedir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir.  Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetre karesi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır.  Vücuttaki kemikler hareket ettiğiniz, yattığınız, oturduğunuz her an şiddetli bir ağırlık ve basınçla karşı karşıyadırlar.
  Oturduğunuz yerden kalktınız ve yürümeye başladınız ya da tam tersini yaparak bir yere oturdunuz. İşte sizin hiç düşünmeden yaptığınız bu hareketler sırasında gerçekte vücudunuzda son derece sistemli şekilde çalışan, kompleks iskelet tasarımı harekete geçmektedir. Peki kemik denen ve bir tek hücrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan bu yapıyı, bu kadar kuvvetli kılan nedir? Sorunun cevabı kemiklerin eşsiz yaratılışında gizlidir.

Kemiklere Dayanıklılık Kazandıran Yapı

Kemiğin içyapısı dayanıklılığı nedeniyle bir mikroskobik harikadır. Vücutta oldukça büyük bir alan kaplayıp, çok önemli işlevleri olan iskeletin bu kadar hafif, ancak bir o kadar da dayanıklı olmasındaki sır kemiklerin yapısıdır.
  Bilim adamlarının bir mühendislik harikası olarak adlandırdıkları kemiklerin içleri hayranlık uyandıracak bir tasarıma sahiptir.  Hatta mühendisler yirminci yüzyılın ikinci yarısında yapımı oldukça zor, uzun ve masraflı olan gökdelen, köprü gibi büyük ve yüksek yapılar için kemiğin yapısına benzeyen bir teknik geliştirdiler.
 Kafes sistemi adı verilen bu yönteme göre yapının taşıyıcı elemanları tek parça değil, birbiri içine geçmiş kafes şeklindeki çubuklardan oluşmaktadır.  Ancak bilgisayarların yapabileceği karmaşık hesaplarla, kemiklerin tasarımındaki bu yöntem kullanılarak büyük köprüler ve endüstriyel yapılar çok daha dayanıklı ve daha ucuza inşa edildi.

Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta vardır. Kemiğin içindeki sistem bu binaların inşasında kullanılan teknikten çok daha komplekstir. Kemikler birbirine zıt görünen iki özelliğe aynı anda sahiptir. Sağlamlık ve hafiflik.
 Mühendislerin inşa ettikleri binalar ise kullanılan malzeme nedeniyle aynı anda bu iki özelliğe birden sahip değildir. Kemiklerdeki gözenekli ve boşluklu yapı ise onun hafif olmasına neden olmaktadır.  Ancak bunun yanında kemikler çok sağlam ve dayanıklıdır.

Kemiğin yapısındaki hafiflik ve sağlamlık kriterlerinin altını bir kez daha çizmekte fayda vardır.  Çünkü bu iki özelliğin bir arada olması insana çok büyük kolaylık sağlarken, tam aksi insan için öldürücü olabilirdi.
 Kemikler bu özelliklerden yalnızca birine sahip olsalardı, örneğin sağlam olup aynı zamanda ağır olsalardı tüm iskelet insanın taşıyabileceği ağırlığın üzerinde olurdu.  Bu ağırlık nedeniyle insanın hareket imkanı azalır, günlük hayatı çok kısıtlanırdı.  Ayrıca bu sertlik ve gevrekliğin sonucu olarak en ufak bir darbede kemikler de kırılma ve çatlama olabilirdi.

Bunun tam aksi olsaydı kemikler yine hafif olup dayanıklı olmasaydı, bu durumda vücut şu an olduğu şekliyle olmaz, pelte halinde deri kütlesine benzerdi. Bu haldeyken beyin, kalp gibi hayati öneme sahip birçok organ her an tehlikeye maruz kalırdı.

Kemiklerimizin bu mükemmel tasarımı, bizim son derece rahat bir hayat sürmemizi, çok zor hareketleri kolaylıkla ve hiç acı duymadan yapabilmemizi sağlamaktadır. Kemiğin yapısının bir başka özelliği de vücudun gerekli bölgelerinde esnek bir yapıya sahip olmasıdır.
 Örneğin göğüs kafesi, kalp ve akciğer gibi hayati organları korurken, bir yandan da akciğerlere havanın dolmasını ve boşalmasını sağlayacak şekilde genişler ve büzülür.  Eğer akciğerleri koruyan göğüs kemikleri kafatası gibi sert kemiklerden oluşmuş olsaydı, nefes almak neredeyse imkânsızlaşır,  akciğer her nefes alışımızda bu sert kemikler arasında sıkışır kalırdı.

Kemiklerin esnekliği zamanla değişebilir. Örneğin kadınlarda leğen kuşağı kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirinden biraz ayrılırlar. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır. Çünkü bu gevşeme sayesinde bebeğin başı doğum sırasında ezilmeden dışarı çıkabilir.

Kemikteki mucizeler bunlarla da sınırlı kalmaz. Kemikler esneklikleri, dayanıklılıkları ve hafifliklerinin yanı sıra, kendilerini tamir etme özelliğine de sahiptirler. Bu da vücuttaki pek çok işlem gibi, milyonlarca hücrenin beraber çalışmasıyla gerçekleşir.

İskeletin hareket kabiliyeti de üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntıdır. Her adım atışımızda omurgamızı oluşturan omurlar birbiri üzerinde hareket ederler. Bu sürekli hareket ve sürtünme, omurların aşınmasına sebebiyet verecekken bu tehlikeyi önlemek için her bir omur arasına disk denen dayanıklı kıkırdaklar yerleştirilmiştir.
 Bu diskler amortisör görevi yaparlar. Dahası her adım atışta, vücut ağırlığından kaynaklanan bir tepki kuvveti yerden vücuda gelir. Bu kuvvet omurganın sahip olduğu amortisörler ve kuvvet dağıtıcı kıvrımlı şekli sayesinde vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasa, ortaya çıkan kuvvet direk olarak kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi.

Kemiklerin birbirine eklendikleri yerlerde de yaratılışın delilleri görülür. Eklemler bir ömür boyu hareket ettikleri halde yağlanmaya ihtiyaç duymazlar.  Biyologlar bunun nedenini araştırdılar. Eklemlerdeki sürtünme nasıl ortadan kalkıyordu?

Bilim adamları olayın tam bir yaratılış mucizesi olarak nitelendirilebilecek bir sistemle çözüldüğünü gördüler.  Eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak tabakası ile kaplanmıştı ve bu tabakanın altında ağdalı ve kaygan bir sıvı bulunur. Kemik eklemin bir yerine baskıda bulunursa bu sıvı gözeneklerden dışarı fışkırır ve eklem yüzeyinin yağ gibi kaymasını sağlar.

Tüm bunlar insan bedeninin üstün bir yaratılışın ürünü olduğunu göstermektedir.  İnsan bu mükemmel yaratılış sayesinde birbirinden çok farklı hareketleri büyük bir hız ve rahatlıkla içinde yerine getirir.

Her şeyin bu kadar mükemmel olmadığını mesela tüm bacağımızın tek bir uzun kemikten meydana geldiğini düşünün. Yürümek bir sorun haline gelecek, son derece hantal ve hareketsiz bir bedenimiz olacaktı. Bir yere oturmak bile güçleşecek, bu tür hareket sırasındaki zorlamalar nedeniyle bacak kemiği kolaylıkla kırılabilecektir. Oysa insanın iskeleti, vücudunun her hareketine kolaylıkla izin verecek bir yapıdadır.

Vücuttaki Canlı Banka Kemikler

Çoğu insan kemiklerin cansız maddeler olduğu zanneder ancak kemikler dış tabakaları hariç canlı dokulardır.  Bu dokuların için de mikroskobik damarlar, sinir ağları ve kemik iliği bulunur. İnsan vücudundaki kemikler aynı zamanda bir banka gibi çalışır. Kalsiyum ve fosfor gibi hayati maddeleri depolarken, herhangi bir durumda ihtiyaç olduğunda depoladıkları bu maddeleri vücuda geri verirler.

Kalsiyum vücutta çevreden toplanan uyarıların sinirlere ulaşmasını sağlamak gibi son derece önemli bir görev üstlenmiştir.  Kalsiyum olmadan uyarılar sinirlere ulaşamaz. Bu da insanın tamamen felç olması ve iç organlarının çalışmaması anlamına gelir ki,  bu ölümle sonuçlanacak bir durumdur.

Kemik hücrelerin birer kalsiyum ve fosfor deposu olarak görev yaptıklarını belirttik.  Burada üzerinde durulması gereken yine çok önemli bir detay vardır. Gözü ve herhangi bir duyu organı olmayan kemik hücresi kanda bulunan binlerce değişik madde arasında kalsiyum ve fosforu kolaylıkla ayırt eder.
 Sonra hiç şaşırmadan bu atomları yakalar.  Bir insan dahi önüne koyulan farklı element tozlarını eğer bu konuda bir eğitim almamışsa ayırt edemez.
 Bir masanın üzerinde kalsiyum, fosfor, demir, çinko gibi elementlerin toz olarak koyulduğunu ve bu karışımın içinde kalsiyum taneciklerini ayırt etmenizi istendiğini düşünürseniz,  her hangi bir duyu organı olmayan bu konuda hiçbir eğitim almamış kemik hücresinin başardığı işin zorluğu daha iyi anlaşılır.

Kemik hücresi aynı zamanda aynı diğer vücut hücreleri gibi son derece itaatli bir bireydir. Kendisine kalsiyum depola emri söylendiğinde (Klasitonin Hormonu) bu emre hemen itaat eder.  Eğer kendisine depoladığı kalsiyumu bırak emri verilirse (Parathormon), bu emre de itaat eder. Kemik hücresi yüksek şuur, kabiliyet, sorumluluk ve disiplin anlayışla gece gündüz görevine devam eder.

Kan Hücresi Üreten Makine Kemik İliği

Kemiklerin ortasında geniş bir boşluk vardır. Bu boşluğun içerisinde, kan için gerekli maddelerin üretimini sağlayan kemik iliği bulunur. Kemik iliği yağ, su, alyuvarlar ve akyuvarlardan oluşur.  Bazı kemiklerde ise tamamına yakını yağdan meydana gelen sarı ilk bulunur. Kırmızı ilikte ise hem vücudu besleyen hem de enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasını yapan kan hücreleri üretilir ve depolanır.

Kırmızı ilikte üretilen alyuvarların yapısındaki hemoglobin molekülleri oksijeni, akciğerlerden alarak tüm hücrelere dağıtırlar. Eğer kırmızı ilikteki kan üretiminde biraz azalma olsa vücuttaki hücreler oksijensiz kalarak ölürler. Bu nedenle kemik iliğindeki üretimin sürekli olması zorunludur. Bu kadar önemli bir görevde aksama olmaması için vücutta çeşitli önlemler alınmıştır. 

VÜCUT SARKMALARI ÇÖZÜMLERİ İZMİR

VÜCUT SARKMALARI  ÇÖZÜMLERİ İZMİR

Kilo vermek hepimiz için muhteşem bir şeydir fakat bazen istemediğimiz sonuçlara neden olabilir. Zayıflamanın da beraberinde getirdiği sarkmalardan kurtulmak ve vücudu sıkılaştırmak için birçok yöntem mevcuttur. Kilo verdikten sonra hala kendinizi hantal hissetmenize ve istediğiniz şeyleri giyememenize neden olan bu sarkmalardan kurtulmanız mümkün.


Düzenli seanslarla sıkı bir masaj vücudun kan dolaşımını hızlandıracağı için daha sıkı bir görünüm kazanmanıza yardımcı olur.Toplam Seans Sayısı (10 ile 30)

MEB SERTİFİKAM İLE  HİZMET VERMEKTEYİM.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

10 Mayıs 2015 Pazar

AYAK KASLARI

AYAK KASLARI                  Yazı No:17

Ayak tarağı kemiklerinin arasını dolduran, ayak tabanını şekillendiren çok küçük kaslardır ve ayak ön yüzü, ayak tabanı kasları olmak üzere 2 gruptur.


Ayak ön yüzeyi kaslarının görevi, ayak parmaklarını yukarı kaldırmak, ayak tabanı kaslarının görevi ise ayakaltı kemerini sağlamlaştırmaktır. Ayak tabanında 4 baka halinde 15 taban kası vücut ağırlığını taşımakla görevlidir.



TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 92 35

9 Mayıs 2015 Cumartesi

ALT BACAK KASLARI (3)

ALT BACAK KASLARI       Yazı No:16-3

BACAK DIŞ YANI KASLARI
Bacağın dış tarafında M. peroneus (fibularis) longus ve M. peroneus brevis kasları bulunur.


M. peroneus (fibularis) longus, bacağın dış tarafında ve ‘M. peroneus brevis’ in yüzyinde bulunur. 

Ayağın içe dışa hareketini sağlar. M. peroneus brevis, ‘m. peroneus longus’ un derininde bulunur. Bu kas, diğer kasların koruyucu etkisi ortadan kalkınca ayak kubbesini çökertici etki gösterir.


TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235

8 Mayıs 2015 Cuma

ALT BACAK KASLARI (16-2)

ALT BACAK KASLARI       Yazı No:16-2

BACAK ARASI KASLARI

Bacağın arka tarafındaki fleksör (bükücü) kaslar, yüzeysel ve derin olmak üzere 2 grupta incelenir. Bacağın yüzeysel fleksör kasları, ‘m. gostrocnrmius ve m. Soleus’ tur.
Her ikisine birden m.triceps surae denir. M. gostrocnemius, bacağın arka tarafındaki kabartıyı oluşturan ‘triceps surae’ nin yüzeysel bölümünü meydana getirir.

Caput laterale ve caput mediale olmak üzere 2 başlıdır. ‘m. soleus, m. gostrocnemius’ un derininde bulunur ve daha geniştir. M. triceps surae, ayağın en kuvvetli fleksör kasıdır.

Bacağın derin fleksör kaslarından olan m. popliteus küçük, ince ve yassı bir kastır. Bacağa fleksiyon yaptırır. Bacak fleksiyon durumunda ise içe rotasyon yaptırır. Ancak kas küçük olduğu için hareketler zayıftır.

M. flexor hallucis longus kası bacağın arka yüzünde derinde fibula tarafında bulunan kastır. Başparmağa ve ayağa fleksiyon yaptırır. M.flexor digitorum longus, bacağın arka yüzündeki derin fleksörlerin tibia tarafında olanıdır.


Başparmak hariç diğer 4 parmağa daha sonra da ayağa fleksiyon yaptırır. Daha zayıf olmak üzere m. tibialis posterior, bacağın derin fleksörlerinden olup m. flexor hallucis longus ile M. fleksor digitorum longusun arasında yer alır. Ayağın supinatörü (döndürücü) ve addüktörüdür (yaklaşma)



TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235

7 Mayıs 2015 Perşembe

ALT BACAK KASLARI (1)

ALT BACAK KASLARI       Yazı No:16-1

BACAK ÖN KASI

Bacak ön kasında, m. tibialis anterior kası ayağın en kuvvetli ekstensorudur (doğrultucu kas). Ayak kubbesinin korunmasında rol alır.

M. extensor hallucis longus kası ince bir kastır. Başparmağa ektensiyon (düz duruma geçme) yaptırır. Ayrıca ayağa ektensiyon ve biraz addüksiyon (orta çizgiye yaklaştırma) yaptırır.

M. extensor dıgıtorum longus bacağın ön ve dış tarafında bulunur. Başparmak hariç diğer 4 parmağa ekstensiyon yaptırır.

M. peroneus (fibularis) tertius kasının parmağa etkisi yoktur. Ayağa ekstensiyon ve abdüksiyon yaptırır.




TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235

6 Mayıs 2015 Çarşamba

UYLUK KASLARI 15-3

UYLUK KASLARI                               Yazı No:15-3

UYLUK ARKASI

Uyluk arkası kaslarına hamstring kaslar denilmektedir. Bu grupta üç adet kas bulunur.
Bu kaslardan, M. biceps femoris iki başlı kastır, bacağa fleksiyon (bükme) ve bir parça da rotasyon (döndürme) yaptırır.
M. semitendinosus ve M. semimemebranosus kasları uyluğa extensiyon (düzleme), bacağa fleksiyon (bükme) yaptırır.




TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 92 35

5 Mayıs 2015 Salı

UYLUK KASLARI (2)

UYLUK KASLARI                               Yazı No:15-2

UYLUK İÇ YANI
Uyluğun iç kısmında bulunan kaslar, m. pectineus uyluğa addüksiyon (orta çizgiye yaklaştırma) ve fleksiyon (bükme) yaptıran kaslardır.


M. gracilis, uyluğun iç yüzeyinde bulunan en yüzeysel kastır ve uyluğa addüksiyon, bacağa fleksiyon yaptırır. M. addüctor longus, m. addüctor brevis uyluğa adducsiyon yaptırır ve m. addüctor magnus uyluğun en kuvvetli addüctor (orta çizgiye yaklaştıran) kasıdır.



TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 92 35

4 Mayıs 2015 Pazartesi

REFLEKSOLOJİ VE YAŞAM ENERJİSİ

Sağlık, sadece hastalık olmaması anlamına gelmez. Organizmanın bütününü kapsayan bir husustur. Burada bedensel, ruhsal, zihinsel unsurlar ve doğa koşulları karmaşık bir ilişki içindedir. Refleks bölgeleri masajında sadece insanların ayaklarına veya ellerine dokunulmaz, yaşam enerjisiyle de iletişime geçilir.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog

3 Mayıs 2015 Pazar

UYLUK KASLARI

UYLUK KASLARI                               Yazı No:15 (15-1)

Uyluk kasları bulundukları bölgelere göre, ön iç ve arka grup kaslar olarak üçe ayrılır.
UYLUK ÖNÜ(15-1)

Uyluk önünde bulunan m. sartorius kası vücudun en uzun kasıdır. Uyluğa ve bacağa fleksiyon (bükme) yaptırır. M.quadriceps femoris, dört kasın birleşiminden oluşan (m.fectus femoris, m. vatus lateralis, m. vatus medialis, m. intermedius) uyluğun ön ve yan taraflarını dolduran geniş ve kalın bir kas olup bacağın en kuvvetli extensör (düz) kasıdır.


M. articularis genus, küçük bir kastır. Dizin extensiyonu (düz hale geliş) esnasında toplanan synovial (eklem sıvısından oluşan) kılıfı yukarı çekerek eklem aralığına girmesini önler.



TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 92 35

KALÇA KASLARI

KALÇA KASLARI                               Yazı No:14

Kalça kasları, ön ve arka kaslar olmak üzere iki grupta incelenir.

Kalçanın ön tarafında üç adet kas bulunur. Bunlar m. psoas major, uyluğa fleksiyon (bükme) ve dış rotasyon(döndürme) yaptırır.

M. psoas minör zayıf olarak gövdeyi öne büker. M. iliacus, uyluğun en kuvvetli fleksorüdür (bükücü) ve ayrıca dış rotasyon (döndürme) yaptırır.

Kalçanın arka tarafında dört adet kas bulunur. Bunlardan m. gluteus maximus, uyluğun en kuvvetli eksensörüdür (düzeltici) ve uyluğa rotasyon (dönüş) yaptırır.

M. gluteus medius, uyluğun en kuvvetli abdüktorüdür (orta çizgiden uzaklaştırma) ve iç rotasyon (döndürme) yaptırır.


M. gluteus minimus, uyluğa abdüksiyon ve iç rotasyon yaptırır. M. tensor fascia latee, uyluğa abdüksiyon, fleksiyon ve iç rotasyon yaptırır.



TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 9235

2 Mayıs 2015 Cumartesi

EL KASLARI

EL KASLARI      Yazı No:13

El kasları yalnızca avuç içinde bulunur. Dört kas baş parmak tarafında ve baş parmak hareketiyle ilgilidir.

Küçük parmak tarafında da üç adet kas bulunur. Avuç içi kabarıklığını oluşturan bu kaslar dışında avuç ortasında çok ince tendonlara ve kemiklere karışmış kaslar da vardır.


Bunun yanı sıra el tarağı kemiklerinin arasını dolduran ve basit hareketler yaptıran kaslar vardır.


TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 92 35

1 Mayıs 2015 Cuma

ÖN KOL KASLARI

ÖN KOL KASLARI        Yazı No:12


Ön kolda el ve parmak hareketlerini sağlayan ince, yassı ve uzun 19 adet kas vardır. Ön kolun iç tarafındaki kaslara fleksör (büken) kaslar denir. Ön kolun dış kısmında bulunan kaslar ise ekstensör (gerdiren, düzelten) kaslardır. Bu kaslar sayesinde el ve parmaklar kapanır, açılır ve avucun yukarıya çevrilmesini sağlar.

TÜM SORULARINIZ VE RANDEVU İÇİN +90532 297 92 35