24 Ocak 2017 Salı

ÖFKE KONTROLÜ VE TEDAVİSİ

ÖFKE BAĞIMLILIK YAPIYOR!

Öfkenin sağlıklı her insanda bulunan, beyinde belli ödül sistemlerini aktif hale getiren bir duygu olduğunu belirten uzmanlar, “Öfke, adrenalin salınımına yol açar, stres hormonu kortizol düzeyini azaltır. Bu yüzden doğal bir ödüllendiricidir, zamanla bağımlılığa dönüşebilir”.

Öfkenin şiddet değil, sağlıklı her insanda bulunan bir duygudur, "Öfke duygusu her durumda sağlıklıdır ancak bu duygunun yol açtığı agresif ve saldırgan davranışlar sağlıksız iletişime yol açar”.

ÖFKE DOĞAL BİR ÖDÜLLENDİRİCİDİR

Öfkenin beyinde, belli ödül sistemlerini aktif hale getiren, adrenalin salınımına yol açan, stres hormonu kortizol düzeyini azaltan bir duygudur. “Bu bağlamda öfke için doğal bir ödüllendirici demek mümkün. Kişinin çözüm odaklı ve sonuç odaklı öfkeden kendisini rahatlatma, güç gösterme amaçlarıyla sıkça öfke yaşaması zaman içinde bağımlılığa dönüşür”.

ÖFKE TEHDİTLERE KARŞI KORUYUCUDUR

Sağlıklı her bireyin zaman zaman yaşadığı, koruyucu özellikleri olan bir duygu olan öfkenin; özgüven, sosyal saygınlık, hak-haksızlık, aidiyet, grup saygınlığına yönelik bir tehdit olduğu takdirde ortaya çıkan,  “Aslında öfkenin temelleri vardır, bir tehditle karşılaştığımızda kendimizi bu tehditle karşı korumak ve en iyi baş etme stratejilerini belirleyebilmek için öfkeleniriz”.

ÖFKE ÖĞRENİLEBİLİYOR!

Öfkenin toplumdan topluma değişen özellikleri olduğu, Öfkenin temellerini biyolojik genetik ve sosyal öğrenme olarak açıklayabiliriz. Biyolojik genetikte beyindeki dürtü ile ilgili merkez daha aktif olan insanlar daha çabuk öfkelenir. Sosyal öğrenmede ise şu örneği verebiliriz.

Varsayalım babanın bir haksızlığa uğradığı durumda gösterdiği yaklaşımda çocuk neye nasıl tepki vereceğini öğrenir. Dolayısıyla sosyal otorite figürlerinin tepki tarzı kişinin öfkeyi nasıl ifade edeceğinde belirleyicidir. Biz toplum olarak gitgide daha öfkeli oluyoruz, bu otorite figürlerinin öfke katsayısı ile doğru orantılıdır.

ÖFKE EMPATİYİ ARTIRABİLİYOR


Öfke duygusu empatiyi artırabilir, “Çatışmalı olduğumuz ilişkide nefret, kaygı, korku, hüzün duygularına kıyasla daha yoğun öfke duygusu yaşayan kişi o çatışma sırasında daha empatik bir yaklaşım sergiler. Örneğin 2007 yılında İsrail Filistin Zirvesi öncesinde İsrailliler üzerinde yapılan çalışmada hâkim duygusu yalnızca öfke olan kişilerin zirvede daha çözüm odaklı ve empatik yaklaşımda bulunduğu gözlemlenmiştir”.


ÖFKE KONTROLÜ SORUNUNDA MUTLAKA DESTEK ALINMALI

Öfke kontrolü sorunu yaşayan kişilerin öfke duygusunun dışa vurumu ile ilgili sadece şiddet yolunu izliyor, “Öfke özellikle bu kişilerde daha sık gözlemlenir ve kişinin ilişkilerinde problem yaşamasına neden olur. Bu kişiler, en olumsuz sonuç senaryosuna daha çok odaklanırlar ve problemlerin ancak agresif tepkiler ile çözülebileceğine yönelik inanışları vardır”.

Öfke kontrolü yaşayan kişinin iş, aile, sosyal yaşam alanlarında sıkıntılar yaşamakta olup, çevresi ve kendisi için tehdit oluşturan bu durumla mücadelede mutlaka profesyonel destek alınması gerekir.

ÖFKEDEN KORUNMAK İÇİN!

Aşırı öfkelenen kişilerin bazı tedbirlerle kendilerini sakinleştirebilirler;

- Erteleme yöntemi kullanılabilir. Birey, öfke yaşadığı sırada karşısındaki kişiyle etkileşime girmeden bir saat bekleyip sakinleşmeli. Özellikle şiddet eğilimi varsa öfkenin azalması beklenmeli.

- Düzenli egzersiz ve spor yapmak öfkeyi azaltabilir. Düzenli spor ile birlikte zihnin ve bedenin öfkeye verdiği tepkiler düzene girmektedir.

- Nefes egzersizleri ile bedeni sakinleştirmek mümkün olabilir. Algı sistemi daha esnek hale getirilmeli.

- Negatifte olan odak noktası pozitife kaydırılmalı ve sorunun çözümü için ne yapılması gerektiği düşünülmeli.

-15 Günde bir yaptıracağınız REFLEKSOLOJİ seansı ile kendinizi zinde hissetmiş olmak la birlikte vücut enerjisindeki tıkanıklıklar giderilir, enerji vücuda dengeli bir biçimde yayılmaya başlar; dolayısıyla kan dolaşımı sorunları ortadan kalkar ve oksijen, hücrelere daha kolay dağılır. Lenf sistemi görevini daha iyi yapar ve vücuttaki toksinler hücrelerden daha kolay atılır.


Aşırı öfkeli kişilere yaklaşım konusunda “Öncelikle kendimizi korumalı ve güvende olduğumuzdan emin olmalıyız. Karşımızdaki kişinin tehlikeli düzeyde öfkeli olduğunun farkındaysak, konuyu ve çözüm arama girişimlerini ertelemeli ve net bir sınır koymalıyız."


 Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
0532 297 92 35

Kaynakça: Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi AMATEM'den Uzman Klinik Psikolog-Saadet Merih Çenge

Not:  Refleksoloji beyinde başlayan ve ayakta son bulan bu sinir uçlarına uygulanan bir tedavi yöntemidir. Ayaklardaki sinir uçları bir uyarı merkezi olarakta nitelendire biliriz çünkü el ve parmakla yapılan bası uygulaması ayaktaki sinir uçlarını harekete geçirerek beyindeki sinyal noktaları uyarır vücuda yani kaslara iletir. En az 10 en fazla 15 senasla fiziksel rahatlamalar gözle görülür hal alır.

 Sağlık ertelenmez, bugünkü yaşadığımız sağlık problemi her gün bir kat daha artmakta ve erken tedavi yöntemi rahat aşılır ve kalıcı tedavidir.

Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almakta olup; Ekim 2014 tarihinde Resmi Gazete Yayımlanarak Yürürlüğe girmiştir.

Uzman olmayan, fizyoloji ve anatomi bilgisi olmayan kişilerce yapıldığında riskli komplikasyonlara neden olabiliyor.



17 Ocak 2017 Salı

YÜZ FELCİ NEDEN OLUR NASIL TEDAVİ EDİLİR

YÜZ FELCİ NEDEN OLUR NASIL TEDAVİ EDİLİR


Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülküf Önal, Soğuk hava, öncelikli yüz felcinin nedeni olarak bilinmektedir. Ancak her türlü hava koşulunda da görülebilir.

Temelde Tip1 Herpes virüs enfeksiyonunun sonucunda geliştiği bilinmekle beraber, bu enfeksiyonun ortaya çıkışının nedeni de tam olarak bilinmemektedir dedi.

Önal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yüz felcinin aniden ortaya çıkan, tek taraflı olarak yüzdeki mimik kaslarının çalışmamasıyla gözlenen klinik tablo olduğunu söyledi.

Görülme sıklığının erkek ve kadınlarda benzer olduğunu, ancak gençlerde ve orta yaşlarda daha sık karşılaşıldığını anlatan Önal, soğuk havalarda yüz felci sıklığının arttığını vurguladı.

Önal, hastalığın gelişiminde viral enfeksiyonlar, damar bozuklukları ve bazı bağırsak hastalıklarının etkili olduğunu ifade etti.

Önal, cerrahi uygulamalar, orta kulak iltihabı, bir tür kenenin ısırmasıyla insana geçen bir bakterinin yol açtığı Lyme hastalığının yanı sıra beyinde ve omurilikte mesajları taşıyan sinir telleri etrafındaki koruyucu kılıfın hastalığı olan Multiple skleroz, bazı kişilerde bağışıklık sisteminin sinir hücrelerine zarar vermesiyle gelişen Gullian Barre hastalığının yüz felcinin nedenleri arasında yar aldığını dile getirerek, kafatası ve yüz kemiği kırıkları, travma, doğum travmaları, doğum öncesi gelişim anomalileri, genetik sendromlar ve inmenin de hastalık üzerinde etkili olabildiği bilgisini verdi.


 Hastalık, ortalama 4-6 hafta içinde düzelir.

Mevsimsel ve meteorolojik değişikliklerin yanı sıra hava ısısı, nem oranı ve basınç değişikliklerinin yüz felcini tetiklediğine işaret eden Önal, "Yüz felci, yılda yüz bin kişinin yaklaşık 25'inde görülüyor." dedi.

 Prof. Dr. Önal, şöyle devam etti:


 Soğuk hava, öncelikli yüz felcinin nedeni olarak bilinmektedir. Ancak her türlü hava koşulunda da görülebilir.

Temelde Tip1Herpes virüs;

(Herpes (uçuk), herpes virüsünün deri yoluyla bulaşması sonucu gelişen ve ömür boyu tekrar edebilen viral bir enfeksiyondur. Herpes labilis dudakta, herpes genitalis cinsel bölgedeki uçuk enfeksiyonuna verilen isim, ayrıca göz, beyin gibi organlarda dahi herpes enfeksiyonu olabilir. Tip 1 ve Tip 2 olmak üzere iki tipi vardır. Herpes virüs tip 1 genellikle dudak, burun çevresi gibi yüz bölgesindeki enfeksiyonlardan, herpes virüs tip 2 ise genital bölgedeki enfeksiyonlardan sorumludur. Ancak son yıllarda genital bölgede de yüzde 30 oranla Tip 1 saptanmıştır. Herpes Tip 1 kişilere genellikle çocukluk döneminde direkt deri teması (aileden birinin öpmesi vs), ortak havlu gibi eşyalarla veya bu virüsü yayan kişinin tükürük salgısından damlacıkla bulaşabilir. Yine hem Tip 1 hem de Tip 2, gençlik döneminden itibaren cinsel ilişki ile bulaşır. Genellikle 2-20 gün içinde belirti verir).
 enfeksiyonunun sonucunda geliştiği bilinmekle beraber, bu enfeksiyonun ortaya çıkışının nedeni de tam olarak bilinmemektedir.

Yüz felcinin nedeni olan yedinci sinirin hasarının şiddeti ve hasarın yerine göre felç ile birlikte yüzde ağrı, baş ağrısı ve baş dönmesi, kulak ağrısı, kulak çınlaması, sese karşı hassasiyet, konuşma zorluğu, yeme içmede zorluk, kas seyirmeleri, gözyaşının kontrolsüz akması, gözde yanma kızarıklık, gözde ve ağızda kuruluk, salyayı tutamama gibi yakınmalarda beraberinde görülebilir.

Rahatsızlığın iyileşmesi sinirde olan harabiyetle bağlıdır. Hafif hasar bulunuyorsa birkaç gün gibi kısa sürede iyileşebilir.

Daha ağır olan hasarlarda iyileşme birkaç aya kadar uzayabilir. İyileşme 15 günle 18 ay arasında sürebilir. İyileşmeden sonra felcin yüzde 5-15 oranında tekrarlama riski olabilir.

Bu durum, kişideki risk faktörlerine ve hastalıklara bağlı olarak değişebilir. Ortalama 4-6 hafta içinde düzelir.

Önal, tedavi için hastanın öncelikli olarak soğuktan korunmasının şart olduğunu, önerilen tedaviyle birlikte hastanın kas zayıflamasını engellemek için egzersiz ve masaj yaptırması gerektiğini bildirdi.

 Yüz felci tedavisinde kullanılan bir yöntem olan REFLEKSOLOJİ Terapisi yüzdeki kan dolaşımını artırır, sinir noktalarını uyarır. Dışardan verilen bu uyarılarla sinirin düzgün beslenmesi sağlanarak, iyileşme süreci hızlandırılır.

Tamamen elle yapılan bir yöntemdir ve herhangi bir yan etkisi yoktur. Kaslara tek tek müdahale edilerek kasların çalışması ve işlevini hatırlatıcı uyarılar verilir.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

0532 297 92 35


 KAYNAKÇA: Prof. Dr. Zülküf ÖNAL

16 Ocak 2017 Pazartesi

AKUT VE KRONİK SİNÜZİT NEDİR NASIL TEDAVİ EDİLİR

AKUT VE KRONİK SİNÜZİT

Sinüsler; alın, yanak ve gözlerin ardında, kafatasındaki hava dolu boşluklardır. Her şey yolundayken, kimsenin sinüslerden söz ettiğini duymazsınız. Sinüs adlı oyukların varlığından haberdar olmak demek, maalesef sinüzit olmak demektir.

Sinüzit virüs, bakteri ya da mantarların neden olduğu bir enfeksiyon yüzünden sinüslerin iltihaplanmasıdır. Üç aydan fazla devam ediyorsa, kronik bir durumdan bahsedilebilir. Daha kısa süren AKUT sinüzit ise genelde soğuk algınlığı gibi bir enfeksiyonun ardından görülür.
Sinüsler içerisinde sıvı birikmesi, baş ve yüzde Ağrılara ve basınç hissine yol açar. Nefes almak zorlaşır, göz, burun ve yanak çevresinde şişlikler meydana gelebilir. Sinüzit ayrıca ağız kokusu, ateş ve halsizlik de yapabilir.

SİNÜZİT NASIL GELİŞİYOR?

Sinüsler, burun içini kaplayan zarla kaplıdır ve mukus üretir. Bu şekilde hem nefes yolları nemli kalır hem de mikroplar ve toz parçacıkları fazla ilerleyemeden temizlenir. Sinüsler bağışıklık sistemini destekler ve ayrıca solunan havayı ısıtır. Dört ana çift sinüs vardır ve bunlar elmacık kemiklerine, alında gözlerin üzerine, gözlerin arasına ve gözlerin arkasına denk gelecek şekilde, yüzümüzdeki kemikler arasında yer alır. Sinüzit ağrısı da en çok bu bölgeleri etkiler.

Sağlıklı sinüslerde bakteri ya da mikrop bulunmaması gerekir. Genellikle mukus sinüslerden dışarı kolayca atılır ve hava da boşluklar arasında rahatça dolaşır. Fazla mukus biriktiğinde bakteriler ve mikroplar burada kolayca büyüyebilir.

AŞAĞIDAKİ DİĞER DURUMLARDA SİNÜZİT OLUŞABİLİR, TETİKLENEBİLİR YA DA RİSK ARTABİLİR:

- Burun içinde büyüyen etler
- Burun kemiğindeki eğrilik ya da iyi nefes almayı engelleyen şekil bozuklukları
- Büyük geniz eti
- Geniz akıntısı
- Gereğinden fazla burun açıcı sprey kullanmak
- İrtifa değişiklikleri (uçağa binmek ya da dalış yapmak)
- Kış aylarında soğuk ve kuru hava

- Kistik fibrozis (akciğer, pankreas, bağırsak, ter bezleri dış salgı bezlerinde görülen, otozomal resesif kalıtımlı bir gen hastalığıdır.
Kistik dejenerasyon gösteren, yani bağ dokusu artımından oluşan tümöral odaklar arasında yer alan sıvı toplanmasıyla belirginleşen tümör olan kistik fibrozis hastalığı, perisinüzoidal hücreler de denilen hepatik stellat hücrelerin, sessiz durumdan aktif duruma geçmesi şekinde tanımlanabilir.
Kistik fibrozis hastalığı, aynı anda solunum sistemi, sindirim sistemi gibi vücudun birden çok sistem ve organını etkileyebilir. Doğumla birlikte görülen fibrozis, bu etkileme sonucu işlev bozukluklarına neden olur.
Akciğerlerin temiz kalmasını sağlayan salgı bezlerinin ince ve akışkan olan sıvısı, kistik fibrozis hastalarında daha fazla yoğunlaşarak akıcılıkları azalır. Balgam çıkarmayı güçleştiren bu durum, küçük hava yollarının tıkanmasına yol açar. Bu kanalların tıkanması da öksürük, hırıltı, zatürre, bronşit gibi hastalıklara neden olur. Çocukların gelişememesine, büyümelerinin geri kalmasına neden olan kistik fibrozis, ter bezlerinde de sorun yaratarak vücudun susuz kalmasına yol açar).

- Reflü
- Saman nezlesi ve alerjiler
- Sigara içmek
- Sinüslerde bulunan ve mukusun dışarı atılmasını sağlayan küçük kılların bazı tıbbi durumlara bağlı olarak görevini tam olarak yerine getirememesi
- Soğuk algınlığı
- Solunum yolları enfeksiyonları

BU BELİRTİLER GÖRÜLÜYOR

Sinüzitte yüzde, gözde ve başta ağrı vardır. Baş ağrısı zonklayıcı şekildedir. Öksürürken, ağır bir şey kaldırırken ya da eğilirken bu ağrılar artar. Bunun sebebi, hareketler esnasında sinüs içindeki basıncın artmasıdır. Ağrıyan yere baskı yapıldığında, duyarlılığın arttığı görülür. Bu ağrılar, özellikle akut sinüzitte şiddetlidir.

Sinüzitli kişilerde görülen bir diğer belirti, burun akıntısıdır. Bu genelde tek taraflıdır ve akıntı sarı-yeşilimsi bir renktedir. Uzun süren ya da zaman zaman ortaya çıkan burun akıntısı, iltihaplıdır ve solunum yollarına yayılırsa öksürükle bronşite neden olabilir.

 Bazı hastalarda ses kısıklığı yapar. Boğaz ağrısı, yeterince koku alamama ve hatta diş ağrısı hastanın şikayetleri arasındadır.
Bunların dışında hasta, çok yorgundur. Hiçbir şey yapmak istemez. Ateşi biraz yükselmiştir. Çocuklarda da aynı belirtiler görülür fakat hastalık biraz daha hafif seyreder.

TEDAVİ SEÇENEKLERİ

Tedavinin amacı, sinüslerin iltihaplardan temizlenmesi ve bakterilerin yok edilmesidir. Akut sinüzit için 10 gün süren antibiyotik tedavisi uygulanır. Doktorunuz, gerekli görürse bu süreyi uzatabilir. Ayrıca burun açıcı bazı ilaçlar ve damlalar kullanılır.

Akut sinüzitte, ilaç tedavisinden genelde olumlu sonuçlar alınır. Kronik sinüzitte ise, sorunun tam olarak nedeni bulunmalıdır. Genelde burun içindeki eğrilikleri ya da kırıkları düzeltmek için cerrahi müdahale gerekir. Kronik sinüzitte çözüm ameliyattır. Riskli bir ameliyat değildir ve yan etkisi çok azdır.

Bu tedavilerin dışında, hastanın evde yapabileceği bazı şeyler de var. Burnu, tuzlu su ya da buharla temizlemek ve burun damlalarıyla açık kalmasını sağlamak hastayı rahatlatır. Ayrıca bol su içmek, mukus yapımını artırır ve akışkan hale gelmesini sağlar.

TANISI NASIL KONUYOR?

Muayene için bir kulak burun boğaz uzmanına başvurmanız gerekir. Şikayetlerinizi dinleyen hekim, sorduğu sorularla tanıyı koyar. Ayrıca burun tıkanıklığı ya da görme bozukluğu gibi bulguların varlığını öğrenmek için sizi muayene eder. Gerekirse sinüslerinizi incelemek için röntgen filmi isteyebilir. Bunlar akut sinüzitin tanısında kullanılır. Kronik sinüzitte ise sinüsler için bilgisayarlı tomografi gerekebilir. Ayrıca endoskopi yardımıyla burnunuz incelenebilir.

AMELİYATIN DETAYLARI

Sinüzit ameliyatları; genel anestezi altında, burun içerisinden girilerek sinüs kanallarını açmak için yapılır. Bu operasyonda kullanılan yöntem, endoskopidir. Ameliyat olacak hastaların birçoğunda buruna tampon konma korkusu vardır. Ancak bir kısmının burnuna tampon konmadan da operasyon başarılı bir şekilde sonuçlandırılabilir.

 Ameliyat sonrasında doktorunuzun önerdiği şekilde ilaçları kullanmak gerekir. Bu şekilde sinüzitin tekrarlama olasılığı azaltılır. Basit sinüzit ameliyatlarından sonra hastalığın tekrarlama ihtimali çok düşüktür. Allerjiye bağlı sinüzitte hastalığın nüksetmesi mümkündür.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
0532 297 92 35

KAYNAKÇA: Dr.Jan Klod KAYUKA

NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 15 günde bir Refleksoloji seansı almaktır.


15 Ocak 2017 Pazar

VARİS NEDEN OLUR VARİS TEDAVİSİ NASIL YAPILIR

VARİS NEDEN OLUR

Normal bir damarda kan, kalbe doğru hareketini sürdürür. Varisli damarlardaysa damar kapakçıkları düzgün çalışmadığı için kan birikmeye başlar. Böylece damar şişer ve cilt yüzeyinden görünür hale gelir.

Varis, genellikle bacaklarda ortaya çıkar ancak vücudun diğer bölgelerinde de oluşabilir. Hem erkeklerde hem de kadınlarda görülen bir rahatsızlık olmasına karşın, kadınlar varise daha yatkındır. Başlıca nedenleri arasında uzun süre ayakta durmak ve hareketsiz bir yaşam vardır.

Genetik nedenlerden dolayı damar kapakçıklarının düzgün çalışmadığı durumlarda, yaşlılarda, menopoz dönemindeki kadınlarda, hamilelerde ve bacak yaralanmalarında da ortaya çıkabilir.

BÖYLE BELİRTİ VERİYOR

Varisli damarlar şiştiği için genellikle gözle yapılan muayene sırasında doktor ya da kişinin kendisi tarafından belirlenebilir. Bunun dışında aşağıdaki belirtilere de dikkat etmelisiniz.
Damarlar normalin dışında, eğri şekiller alabilir.
Damarlar, mavi veya mor renktedir.
Bacaklarda Ağrı görülebilir.
Bacaklar, özellikle egzersiz sonrasında ve gece saatlerinde ağırlaşabilir.
Varis bölgelerindeki küçük yaralanmalar, normalden daha uzun süren kanamalara neden olabilir.
Ayak bileğinin hemen üzerindeki yağ dokusu sertleşebilir.
Ayak bilekleri şişebilir.
Aniden ayağa kalktığınızda bacaklarınıza kramp girebilir.
Huzursuz bacak sendromu ortaya çıkabilir.
Ayak bileklerinde beyaz, yama şeklinde lekeler görülebilir.
İlerlemiş vakalarda ayak bileği çevresinde açık yaralar oluşabilir.

VARİSE BAĞLI ŞİKAYETLER

Yakınmalar genellikle bacağın diz altı kısmında belirgindir.
Akşam bacakları yükseltme ihtiyacı duyulur.
Şikayetler sıcak havalarda daha belirgin, soğuk havalarda daha azdır.

TANI KOYMA YÖNTEMLERİ

Bacak varislerinin çoğu çıplak gözle görülür ve kolaylıkla tanı konabilir. Ama özellikle büyük varislerin oluşumuna yol açan ve dışarıdan görülmeyen derin yerleşimli kaynak damarların tanısı için ultrason incelemesi yapılır.

Bacaklardaki normal ve sorunlu damarların haritası çıkarılır. Varis tanısını doğru koymak,  tedavideki en önemli basamaktır.
Varis oluşumunu ve gelişimini geciktirecek, ayakta oluşan şişlik, ağrı, yanma, yorgunluk ve kramp gibi yakınmaları engelleyebilecek yöntemler şunlardır:

EGZERSİZ:
Vakit buldukça bacak egzersizi yapın. Bunun en kolay yolu, bol bol yürümektir. Günlük yürümenin kesin bir zaman sınırı yoktur ancak 30-60 dakika yürümek faydalı olacaktır. Yüzme, koşma, bisiklete binme ve Tenis gibi bacak kaslarını çalıştıran tüm sporlar faydalıdır.

AYAK BİLEĞİNİ HAREKET ETTİRİN:
 İşte ya da evde uzun süre ayakta kalmanız gerekiyorsa, buna kısa yürüyüşler eklemek; oturduğunuz yerde ayak bileğini hareketlendirecek egzersizler yapmak gerekir.

AYAKLARINIZI YÜKSELTİN:
Yukarıdaki önlemlere rağmen ayaklarda şişlik oluyor ya da varis gelişiyorsa, her gün ayağınızı ve bacağınızı kalp seviyesinin üzerine çıkacak şekilde yükseltin. 20-30 dakikalık yeterli olacaktır.

BACAK BACAK ÜZERİNE ATMAYIN:
Uzun süre bacak bacak üzerine atarak oturmak ya da sık topuklu ayakkabı giymek, bacak kaslarının çalışmasını engeller. Ayrıca toplardamar kanının kalbe iletimini zorlaştırır. Ama bunların tümden yasaklanması gerekmez.

İDEAL KİLODA KALIN:
Özellikle kadınlarda fazla kilo, bacakta varis oluşumunu ve gelişimini hızlandırır. Kilo almaktan kaçının.

SAUNADAN UZAK DURUN:
 Sıcak su ve hava, genellikle varise ait yakınmaları artırır. Bu nedenle sauna ve sıcak kaplıcalardan uzak durun. Soğuk su, kişiyi rahatlatır ve yakınmaları azaltır.

TEDAVİ NASIL PLANLANIYOR?

Hastalar; şikayetleri, fizik muayene bulguları ve ultrason sonuçlarıyla birlikte değerlendirilerek tedaviye alınır.

Her varisi bulunan hastanın ameliyat olması gerekmez. Özellikle yüzeysel toplardamar sisteminin bozulduğu durumlarda, derin sistemi korunmak ve ileri dönemde gelişebilecek sorunları önlemek için bozulmuş toplardamarın lokal ya da tümüyle çıkarılması gerekebilir. Buna, hem kozmetik hem de sağlık nedenlerinden dolayı ihtiyaç duyulabilir.

Standart cerrahi yöntemiyle veya son yıllarda geliştirilen damar içi lazer ve radyo frekans ses dalgalarıyla yapılan girişimler tercih edilebilir.
Yeni teknikler, standart cerrahi yöntemine göre hem pratik ve avantajlıdır; iyi  kozmetik sonuçlar verir.

Ultrason tetkikleri ana toplardamar sisteminde önemli derecede reflü gösteriyorsa, klasik standart cerrahi, damar içi lazer ya da radyo frekans önerilebilir.
Ultrason altında büyük çaplı varislere  skleroterapi uygulanabilir.

Temelde ana toplardamar sisteminde bozukluk olmayan ve yakınmalarla birlikte kozmetik sorun yaşayan vakalara varis tipine göre, lazer ya da iğne tedavisi önerilebilir.
Gerekli durumlarda farklı tedavi yöntemleri beraber kullanılabilir. Kişiye özel bir tedavi planlaması yapılır.

VARİS ŞU KİŞİLERDE DAHA SIK GÖRÜLÜR:
Ailesinde varis olanlar
Kadınlar
Doğum yapmış olanlar
Kilolu insanlar
İşi gereği uzun süre ayakta kalanlar

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
0532 297 92 35

KAYNAKÇA: DR.Jan Klod KAYUKA


NOT:

Refleksoloji sinir noktalarını belirli tekniklerle uyarmakla ortaya elektrokimyasal mesajları çıkardığı bununda nöronların yardımı ile ilgili organı uyaran bir çalışmadır.
Refleksoloji, bugün tamamlayıcı tıp olarak yer almakta olup; Ekim 2014 tarihinde Resmi Gazete Yayımlanarak Yürürlüğe girmiştir.

 UZMAN OLMAYAN, FİZYOLOJİ VE ANATOMİ BİLGİSİ OLMAYAN KİŞİLERCE YAPILDIĞINDA RİSKLİ KOMPLİKASYONLARA NEDEN OLABİLİYOR.

Her ayakta 7000 üzerinde sinir ucu 26 kemik 107 bağ ve 19 kas vardır.
Refleksologlar ayak tabanını bir fihrist olarak görürler ya da bir uzaktan kumanda vücudun tüm noktalarına ulaşmamızı sağlayan bir kumanda…

Yeryüzündeki bütün canlıların sinir sistemi vardır… Ayrıca her organın bir damar sistemi vardır…
Refleksoloji kılcal damarları konu edinir. Bu damarlar insanlarda ayak tabanı ve ellere kadar uzanır.
Kılcal damarlar kanın boşaltım organı olan ayakların belli noktalarına kanı taşırlar ve orada boşaltırlar.

Bu işlem sırasında eller by-pass görevi görür. Ve boşaltımda herhangi bir problem kanın temizlenmemesine yol açabileceğinden hastalıklara sebep olur.
Refleksoloji, vücuttaki tüm bezler, organlar ve diğer kısımlar ile bağlantılı olarak ayak ve el refleks bölgeleri olduğundan yola çıkan bir bilim dalıdır.

Refleks bölgeleri tedavisi, bu refleks bölgelerine başparmak ve parmakların uygulanmasıyla yapılan manuel metottur.

Uzakdoğu düşüncesine göre dengesizlik, kişinin evrensel yaşam gücünün meridyenlerde tıkanması ile olur. (Yaşam enerjisinin) meridyenlerde tıkanması da bazı semptomların ortaya çıkmasına neden olur.
Meridyen bilgisi olan bir refleksolog bu semptonları dikkate alarak sorunlara hızlı bir çözüm getirebilir.

Örneğin mide meridyenindeki tıkanıklık aynı anda larenjit, tiroid bezi dengesizliği, kabızlık, diz ağrıları gibi birbiriyle görünürde ilişkisi olmayan sorunlar getirebilir.

Geleneksel tıpta bu ilişki görülmeyebilir ama meridyen terapisinde bu ilişki açıktır. Zira mide meridyeni bütün bu organlardan geçer ve bu meridyendeki tıkanıklık, enerjinin mide meridyeninin üzerinde yer alan organlara dengesiz dağılmasına neden olur.

Meridyenler hakkında bilgisi olan refleksolog, kişinin şikayetlerini göz önünde bulundurarak, enerjinin hangi meridyenlerde tıkandığını bilir ve sadece sorunu taşıyan organları değil de, tıkanıklık gösteren meridyen yolundaki bütün organları uyararak enerjinin vücuda daha dengeli yayılmasına yardımcı olabilir.

Refleksolojinin en büyük yararlarından biri, kişiye olağanüstü bir rahatlama, gevşeme getirmesidir.
21. yüzyılda stres, günlük hayatımızın önlenmez bir parçası haline gelmiştir. Hızlı yaşamın ve modern teknolojinin (trafik, televizyon, gürültü, iş stresi, aile içi sorunlar, savaşlar, hastalıklar, çevre kirliliği, elektronik kirlilik, maddi sıkıntılar vs.) vücudumuza ve ruhumuza getirdiği dengesizliği de göz ardı edemeyiz.

Uzun süre stresle yaşayan bir vücudun sinir sistemi yorulur, direnci azalır. Uykusuzluk, hazımsızlık, yüksek tansiyon, sık sık tekrarlayan baş ve sırt ağrıları, stresli yaşamın getirebileceği sorunların sadece birkaçıdır. 

Düzenli aralıklarla yapılan refleksoloji seansları ile vücut enerjisindeki tıkanıklıklar giderilir, enerji vücuda dengeli bir biçimde yayılmaya başlar; dolayısıyla kan dolaşımı sorunları ortadan kalkar ve oksijen, hücrelere daha kolay dağılır. Lenf sistemi görevini daha iyi yapar ve vücuttaki toksinler hücrelerden daha kolay atılır.





14 Ocak 2017 Cumartesi

HAZIMSIZLIK NEDEN OLUR NASIL TEDAVİ EDİLİR

POPÜLER RAHATSIZLIK HAZIMSIZLIK

Hazımsızlık, modern çağın en sık görülen sorunlarından biri. Stres, doğal ve sağlıklı beslenmeden uzaklaşmak, bu rahatsızlık için zemin hazırlıyor. Hazımsızlığın tıp dilindeki adı Dispepsi’dir.

Ana belirtisi, üst karında Ağrı ya da rahatsızlık hissidir. Hazımsızlık çekenlerde karın ağrısıyla birlikte göğüs kemiği arkasında mide ekşimesi de denilen, yanma hissi oluşur. Ancak mide ekşimesi ve hazımsızlık iki farklı durumdur. Şikâyetler, genellikle bir şeyler yiyip içtikten kısa süre sonra ortaya çıkar. Belirtiler, daha geç de gelişebilir:

- Yemek sırasında, birkaç lokmadan sonra bile hemen tokluk hissedilmesi, doluluk hissi nedeniyle yemeğin yarıda kesilmesi
- Yemek sonrasında rahatsızlık verecek kadar midenin dolu hissedilmesi, bunun uzun süre devam etmesi
- Geğirme ve gaz çıkarma
- Midedeki gıdaların ağıza gelmesi
- Şişkinlik
- Bulantı
- Kusma
- Ağızda asitli tat
- Karnın guruldaması
- Midede ya da üst karında, göbeğin üst kısmında yanma hissi
- Göbekte ağrı

HAZIMSIZLIĞIN PEK ÇOK NEDENİ OLABİLİR. BUNLARDAN BAZILARI ŞUNLARDIR:

 YEME ŞEKLİ:  Öğünlerde büyük porsiyonlara yer vermek ve fazla yemek, midenin çok fazla asit üretmesine neden olabilir. Mideyi çok doldurmak, organa baskı yapar. Böylece mide asidi yemek borusuna doğru kaçar.

 Düzensiz ya da çok hızlı yemek yemek mideye asit seviyelerinin normale dönmesi için yeterince zaman tanımaz. Öğünlerin geçiştirilmesi hazımsızlığı da tetikler. Hareket halindeyken ya da yatmadan hemen önce yemek yemek, mide asidinin yemek borusuna doğru çıkmasını kolaylaştırır.

 GIDA TERCİHİ:  Yağlı gıdalar midede daha uzun süre kalır çünkü sindirimi daha zordur. Yemek borusuyla mide arasında halka biçiminde bir kas grubu bulunur. Bu kas, asit ve yiyeceklerin midede kalmasını ve tekrar yukarı çıkmamasını sağlar.

 Çikolata ve nane gibi yiyeceklerin bu kas üzerinde gevşetici etkisi olabilir. Baharatlı yiyecekler, soğan, domates ve asitli gıdalar hazımsızlığı tetikleyebilir.

 İÇECEK SEÇİMİ:  Kafeinli ve alkollü içecekler, midedeki asit oranını artırabilir. Çok yemediğiniz veya gıdanıza dikkat ettiğiniz halde hazımsızlık şikâyetiniz varsa, bu durumun sorumlusu içecek alışkanlıklarınız olabilir.

 HAMİLELİK:  Hormonal değişimler nedeniyle sindirimle ilgili problemler yaşanabilir. Mide yanması, bulantı, hazımsızlık gibi şikâyetlere sık rastlanır. Bebek, anne adayının sindirim sistemine baskı yapar. Bu da bazı sindirim şikâyetlerine yol açabilir.

DİĞER NEDENLER:  STRES, FAZLA KİLO, GIDA İNTOLERANSI, SİGARA, AZ HAREKET ETMEK, DAR GİYSİLER VE BAZI İLAÇLAR.

TANI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Hazımsızlığı teşhis etmek için doktor önce hastanın tıbbi geçmişini, şikayetçi olduğu belirtileri dinler ve fiziksel muayene yapar. Hastadan batın ultrasonografisi, kan, dışkı ve idrar tetkikleri istenebilir. Eğer doktor hazımsızlık nedeni olarak peptik ülsere yol açan bir bakteri türünden şüpheleniyorsa kan, nefes veya dışkı testleri yapılmasını önerebilir.

Endoskopi, hazımsızlık şikayetinde yemek borusu, mide ve bağırsağın ilk kısımlarını görüntülenmesini sağlayan başlıca tetkik yöntemlerinden biridir.
Hazımsızlığa yol açan sebep doktor tarafından tespit edildiğinde ona yönelik tedavi uygulanır.

BAŞKA BİR HASTALIKTAN KAYNAKLANMADIĞINI BİLDİĞİNİZ DURUMLARDA KENDİNİZ DE ŞİKAYETLERİ AZALTACAK TEDAVİLER UYGULAYABİLİRSİNİZ:

- Şekersiz sakız çiğnemek, tükürük salgısını artırarak hazımsızlık belirtilerini tetikleyen asidin seyrelmesini veya temizlenmesini sağlayabilir.

- Yudum yudum, yavaş yavaş içeceğiniz kafeinsiz bir bitki çayı ya da sadece su, hazımsızlığı gidermede yardımcı olabilir. Ilık su için, soğuk su mide kasılmalarını tetikleyebilir.

- Yemek sonrası yavaş tempoda bir yürüyüşün faydası dokunabilir. Hareket sayesinde yiyeceklerin bağırsaktaki yolculuğu kolaylaşır. Böylece rahatsızlık veren o doluluk hissi  de azalır.

Hafif bir egzersiz de midenin çabuk boşalmasına yardım eder.

KALP KRİZİ SANILIYOR

Hazımsızlık ve kalp krizi belirtileri arasında benzerlik vardır. Kalp krizindeki terleme, göğüs, boyun, çene ve kol ağrısı, nefes darlığı gibi şikayetler hazımsızlık belirtilerine eşlik edebilir. Hazımsızlıktan sık yakınan biri değilseniz veya ortaya çıkan belirtiler size normal gelmiyorsa ve kalp krizi belirtileri söz konusuysa, hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurun.

BU HASTALIKLAR DA YOL AÇABİLİR
- Yemek borusunda reflü
- Safra kesesi ve pankreas hastalıkları
- Mide ülseri, gastrit ve mide kanseri
- Huzursuz bağırsak sendromu
- Çölyak hastalığı
- Safra taşı
- Kabızlık
- Pankreas iltihabı
- Tiroid sorunları

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
0532 297 92 35

KAYNAKÇA: DR. Jan Klod KAYUKA

NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 15 günde bir Refleksoloji seansı almak.

13 Ocak 2017 Cuma

KARIN AĞRISI VE KRAMP NEDEN OLUR

KARNIMIZ NEDEN AĞRIR

Vücutta göğüsle kasıklar arasında herhangi bir yerde hissedilen Ağrı, karın ağrısı olarak tanımlanır. Karın ağrısı dendiğinde daha çok mide ve göbek bölgesi kastedilir. Hemen herkesin karın ağrısı tecrübesi olmuştur ve çoğu kez bu ağrıların kaynağı hazımsızlık gibi basit bir nedendir.
Sanılanın aksine, karın ağrısının ciddi bir rahatsızlığa işaret edip etmediği ağrının şiddetiyle doğru orantılı olmayabilir. Örneğin gaz nedeniyle çok şiddetli karın ağrısı çekebilirsiniz. Öte yandan kolon kanseri gibi önemli bir sorun, orta şiddette karın ağrısına yol açabilir.

AĞRININ YERİ ÖNEMLİ

Ağrının tam olarak neden kaynaklandığını anlamak için yeri önemli bir ipucudur. Karın bölgesi, dört farklı bölüm gibi düşünülebilir. Sağ üst ve alt ile sol üst ve alt olarak ağrıların yeri tespit edilmeye çalışılır. Buralardaki ağrılar, o bölümdeki organlarla ilgili olabilir.
Örneğin apandisit ağrısı genelde apandisitin bulunduğu sağ alt karın bölgesinde gelişir. Gastrit daha çok üst bölümlere vurur. Karaciğerle ilgili sorunlardaysa göğüs kafesinin hemen altında, karnın sağ üst köşesinde ağrı hissedilebilir.

Karında pek çok organ yer alır ve bunlarla ilgili hastalık veya sorunların belirtileri arasında da çoğu kez karın ağrısı bulunur. Üstelik karın ağrısı sadece organlarla ilgili olmak zorunda da değildir.
Dolayısıyla hastanın ağrının yerini doğru tarif etmesi ve varsa diğer belirtiler, detaylı öykü teşhiste önemli.

FARKLI AĞRI ÇEŞİTLERİ

GENEL AĞRI: Ağrı, göbek bölgesinin yarısından fazla bir alanda hissedilir. Genellikle mide virüsü, hazımsızlık ya da gaz nedeniyle oluşur. Daha ciddi hale gelirse, bağırsaklardaki bir tıkanıklığın belirtisi olabilir.

KRAMP ŞEKLİNDE AĞRILAR: Bu ağrılar, çoğu kez zararsızdır. Gaz ve şişkinlikten kaynaklanır. Genelde ishalle sonuçlanır. Ağrılar çok sıklaşmışsa, 24 saati aşkın süredir devam ediyorsa veya yüksek ateş eşlik ediyorsa, bir doktora başvurmak gerekir.

ANİ VE ŞİDDETLİ AĞRILAR: Bu tip ağrılar, aniden başlar ve çok şiddetlidir. Apandisit veya mide delinmesi gibi ciddi sorunlardan şüphe edilir.

KARNIMIZ NEDEN AĞRIR?

Karın ağrısının pek çok farklı nedeni olabilir. Önemli olan, durumun ne zaman acil olduğunu ayırt edebilmektir. Bazı zamanlarda ağrı, karın bölgesi dışındaki farklı bir soruna, örneğin göğüs ya da pelvik bölgedeki problemlere bağlı ortaya çıkabilir. Bu tür rahatsızlıklara şu örnekler verilebilir:
-Şiddetli âdet krampları
-Kas gerilmesi
-İdrar yolu enfeksiyonu
-Sistit
-Endometriozis
-Yumurtalık kistleri
-Pelvik iltihabi hastalık
-Dış gebelik

ACİL DURUM BELİRTİLERİ

Karın ağrısına aşağıdaki durumlar ya da belirtiler eşlik ediyorsa, hemen tıbbi yardım istemeniz, 112’yi aramanız ya da hastaneye başvurmanız önerilir.

-Yakın zamanda kanser tedavisi gördüyseniz
-Tuvalete çıkamıyor ve aynı zamanda kusuyorsanız
-Kan kusuyorsanız ya da dışkınızda kan varsa
-Ani, keskin ve şiddetli karın ağrıları saplanıyorsa
-Bulantıyla birlikte kürek kemikleri arasında ağrı varsa
-Göbeğinizde hassasiyet, şişme ve gerilme oluşmuşsa
-Hamileyseniz ya da hamile olma ihtimaliniz varsa
-Yakın zamanda karın bölgesinden ameliyat olduysanız
-Nefes almakta zorlanıyorsanız

YAZIMI HER ZAMANKİ GİBİ BİRKAÇ ÖNEMLİ NOKTAYLA BİTİRMEK İSTİYORUM:

1- Ağrı çok şiddetliyse, kişiyi soğuk soğuk terletiyor ve kusturuyorsa
2-Ağrı, araba çukura girince veya merdiven inerken yani vücut sallanınca dayanılmaz hale geliyorsa
3-Ağrı, karın içine uygulanmış herhangi bir girişimin (kürtaj, gastroskopi, kolonoskopi, karaciğer ve böbrek biyopsisi) 24 - 48 saat sonrasında başladıysa
4-Ağrı, sırta ve göğüse doğru yayılıyorsa acilen doktora başvurun!

BU ÖNLEMLERİ ALABİLİRSİNİZ

- Yağlı yiyeceklerden uzak durun.
- Her gün bol su için.
- Az ve sık yiyin.
- Düzenli egzersiz yapın.
- Gaz yapan yiyeceklerden kaçının.
- Lifli besinlerin yer aldığı dengeli bir beslenme alışkanlığı edinin.

AĞRININ YAYGIN NEDENLERİ

-Kabızlık
-İshal
-Gaz
-Huzursuz bağırsak sendromu
-Gıda alerjisi veya intoleransı
-Gıda zehirlenmesi
-Virüslerin neden olduğu mide ve bağırsak iltihabı
-Mide yanması, hazımsızlık, reflü
-Crohn hastalığı (kronik ve iltihabi bir bağırsak hastalığıdır)
-Apandisit
-Çeşitli kan hastalıkları
-Böbrek taşları
-Ülser
-Gastrit
-Diyabet
-Karın şah damarı hastalığı (Bağırsak atardamarları)
-Bağırsak tıkanması
-Safra kesesi enfeksiyonu
-Bağırsaklara az kan gitmesi
-Kalın bağırsakta iltihap ve enfeksiyon

-Hepatit (sınırlı ya da hiçbir belirti olmaksızın ortaya çıkabilir ama çoğu zaman sarılık, anoreksi (iştahsızlık) ve halsizlik gibi semptomlara neden olabilir. Altı aydan daha kısa sürerse akut; daha uzun sürerse kronik hepatit olarak isimlendirilir. Hepatit dünya genelinde en fazla hepatit virüsleri denilen bir grup virüs tarafından oluşturulur ama aynı zamanda toksinler (özellikle alkol, belirli ilaçlar, bazı endüstriyel organik çözücüler ve bitkiler), diğer enfeksiyonlar ve otoimmün hastalıklar nedeniyle de meydana gelebilir).

-Akciğer iltihabı, zatürre
-Böbrek üstü bezleri hastalıkları
-Pankreasın iltihabı
-Mide delinmesi
-Kalp krizi
-Mide, bağırsak veya diğer organlarda kanser

DOKTORA GİTME ZAMANI

Karın ağrısı günlük yaşamınızı etkilemeye başladığında, geçmediğinde, giderek daha rahatsız edici olmaya başladığında bir doktora görünme zamanı gelmiştir. Karın ağrısını hafife alıp almadığınızı bilemiyorsanız, aşağıdaki şartlara bakmanızda fayda var. Belirtilerin bir ya da birkaçını yaşıyorsanız, bir doktordan randevu almalısınız.
- 1 hafta ya da daha uzun süren mide ağrıları
- 2 gün içerisinde geçmeyen ve daha da kötüleşen, bulantı ve kusmanın eşlik ettiği ağrılar
- 2 günden uzun süren şişkinlik sorunu
- Sık idrara çıkma veya idrara çıkarken yanma
- 2 günden fazla süren ishal
- Ağrıya eşlik eden yüksek ateş
- Uzun süreli iştah kaybı
- Uzun süreli vajinal kanama
- Nedensiz kilo kaybı.

EVDE YAPABİLECEKLERİNİZ
HAFİF VE ORTA ŞİDDETTEKİ KARIN AĞRILARINI DİNDİRMEK İÇİN EVDE ŞUNLARI YAPABİLİRSİNİZ:

- Yudum yudum su için.
- Birkaç saat katı yiyeceklerden sakının.
- Eğer kustuysanız 6 saat bekleyin ve ardından az miktarda pirinç ya da kraker gibi hafif yiyecekler tüketin. Süt ürünlerinden kaçının.
- Eğer ağrı karnın üst bölgesindeyse ve yemeklerden sonra meydana geliyorsa, mide asidi ilaçları yardımcı olabilir. Asitli, çok yağlı, kızartma ve domatesli yiyeceklerden, kafein, Alkol ve gazlı içeceklerden uzak durmanız önerilir.
- Karnınıza sıcak kompres yapın.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman sosyolog-Refleksolog
0532 297 92 35
KAYNAKÇA: DR. Jan Klod KAYUKA

NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 15 günde bir Refleksoloji seansı yaptırmaktır.


12 Ocak 2017 Perşembe

PANKREAS SORUNLARI TEDAVİSİ

PANKREAS KANSERİNİN ERKEN TEŞHİSİNDE ÖNEMLİ GELİŞME

Bilim adamları, hızlı yayılan ve bu nedenle erken teşhisi son derece güç olan pankreas kanserini tespit etmek için basit bir idrar testi geliştirdi.

Bilim adamlarının, hızlı yayılan ve bu nedenle erken teşhisi son derece güç olan pankreas kanserini tespit etmek için geliştirdikleri basit bir idrar testi sayesinde hastaların yaşama şansı, ikinci evrede teşhiste yüzde 20'ye, birinci evrede teşhiste ise yüzde 60’a kadar yükseliyor.

"Clinical Cancer Research" dergisinde yayınlanan araştırmada, üç protein türünün idrardaki düzeyinin sadece pankreas kanseri hastalarında önemli oranda yüksek olduğu belirlendi. 

İngiliz ve İspanyol bilim adamlarının ortaklaşa yürüttüğü araştırmada yaklaşık 500 kişiden alınan idrar örnekleri incelendi. İdrar örnekleri, 87 sağlıklı kişi ve 92 AKUT pankreatit hastasının yanı sıra yaklaşık 200 pankreas kanseri, 100'den fazla da karaciğer ve safra kesesi kanseri olan hastalardan alındı.

PANKREAS KANSERİ OLAN HASTALARDA, İDRARDA BULUNAN BİN 500 PROTEİNDEN
( "LYVE1", "REG1A" VE "TFF1" )PROTEİNLERİNİN KAYDA DEĞER ÖLÇÜDE YÜKSEK OLDUĞU GÖRÜLDÜ. Söz konusu "protein işareti", pankreas kanserinde yüzde 90 doğruluk oranıyla erken teşhis olanağı sağlıyor.

Araştırmacılardan Barts Kanser Enstitüsü’nden Prof. Dr. Nick Lemoine, testin pankreas kanseri hastalarına kanserin ilk evrelerinde ameliyatla tedavi olma olanağı sağlayacağını söyledi.

Lemoine, "Genellikle son evresine gelindiğinde teşhis edilebilen pankreas kanseri, ikinci evrede teşhis edilirse yaşama şansı yüzde 20’ye yükseliyor. Hastalığın, küçük tümörleri olan hastalarda birinci evrede teşhis edilmesi durumunda ise bu oran yüzde 60’a kadar çıkıyor" dedi.

Pankreas kanseri, teşhisi en güç kanser türleri arasında yer alıyor. Hastaların yüzde 80'ine ancak kanserli hücreler ileri derecede yayıldıktan sonra teşhis konulabiliyor. Ameliyat şansı kalmayan hastaların sadece yüzde 3'ü teşhisten sonraki 5 yıl hayatta kalabiliyor. Genellikle ailesinde kanser vakaları olanlar, sigara tiryakileri, diyabet hastaları ve aşırı kilolu kişilerde görülen pankreas kanseri, hızlı kilo kaybı, karın ağrısı, bulantı ve kusma gibi belirtiler gösteriyor.

NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 15 günde bir Refleksoloji seansı almaktır.


Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
0532 297 92 35

Kaynakça: Prof. Dr. Nick LEMOİNE

Clinical Cancer Research Dergisi

11 Ocak 2017 Çarşamba

AYAK AĞRISI NEDİR NEDEN OLUR

AYAK AĞRISI NEDİR NEDEN OLUR


Ayak ve ayak bileği çok sayıda kas-tendon, çeşitli bağlar, şok absorbe etmeye yardımcı olan yağ dokusu ve sinirler ile çevrili 26 kemik, 57 eklemden oluşan, yapısında ark adı verilen fizyolojik kavisler barındıran karmaşık bir uzvumuzdur. İnsan günde ortalama 3-4 saatini ayakta geçirir ve ortalama 5000 ile 10000 arasında adım atar.

Vücudumuzun bütün yükü attığımız her adımda ayaklarımıza biner ve normal bir günde ayaklarımız tonlarca yüke eşit bir güce maruz kalır. Spor yaparken beden ağırlığınızın 3–4 katı fazlası ayaklarınıza yük olarak biner.

Bunun yanı sıra ayaklarımız adeta bir şok emici görevi görür ve yürürken vücudumuzun dengesini sağlamakta önemli bir yere sahiptir.

Yapılan çeşitli araştırmalarda ayak ve ayak bileği ağrısının sıklığı %10 ile %24 arasında değişmektedir Hemen hemen herkeste hayatının bir bölümünde ayak veya ayak bileği ağrısı şikâyeti oluşmuştur.


Ayak bileği ve ayak ağrısı özellikle kadınlarda uygunsuz ayakkabı kullanımı, yapısal bozukluklar, doğumsal patolojiler, vücudun alt bölgesinin diğer eklemlerindeki hasarlanmalar, akut veya tekrarlayan travmalar, aşırı kullanmaya bağlı yaralanmalar (overuse), sistemik hastalıklar veya bunların birlikteliklerine bağlı olarak, toplumda sık gözlenen bir rahatsızlıktır.


Ayak bölgesindeki ağrı aynı zamanda diz, kalça ve bel problemlerine yol açabilmektedir. Kadınlar özellikle topuklu ayakkabı kullanımına bağlı olarak erkeklerden daha fazla risk altındadır.


Bunların yanında ayak problemleri yaşlı kadınlarda ciddi sorunlara yol açmaktadır. Yaklaşık %14 kadarı ayak problemlerine bağlı olarak yürüme ve günlük işlerini yapmada zorluk çekmektedir.


Ayrıca yaşlı insanlar ayaklarındaki genişleme, düztabanlık oluşması ve yağ tabakasının kaybolmasına bağlı olarak ayak problemlerine maruz kalmaktadır. 50 yaş üstünde özellikle plantar fasit çok yaygındır.( topuk ağrısının en sık karşılaşılan nedenidir. Topukta dikensi bir çıkıntı da var ise bu durum topuk dikeni olarak adlandırılır. Plantar fasiithalk arasında topuk dikeni ile karışsa da aslında farklı bir durumdur. Plantar fasya, topuk kemiğini ayak parmaklarına bağlayan düz doku (bağ dokusu) şerididir.)

Aşırı kilolu insanlar, tenis, jogging gibi spor yapanlar, ağırlık kaldıranlar stres fraktürü, aşil tendiniti ve plantar fasit gibi ayak hastalıklarına karşı risk altındadır. Ayrıca birçok sağlık sorunu ve yapısal bozukluklar ayak problemlerine yol açabilir.

Hamile kadınlar fetusun büyüdükçe vücudun ağırlık noktasının öne doğru gelmesi, kilo alımı, ayaklarında şişlik oluşması, hormon değişikliklerine bağlı ligamentlerde gevşeme sonucunda ayak problemleri ile karşılaşabilir.


Şeker (diyabet) hastaları enfeksiyon, eklem bozukluğu ve yara oluşumu açısından risk altındadır.


 AYAK VE AYAK BİLEĞİ AĞRISININ NEDENLERİ NELERDİR?

 Ayak bileği ve ayaktaki ağrı, kemik yapılar, eklemler, eklem etrafındaki yumuşak dokulardan kaynaklanabileceği gibi sinir ve damarsal yetmezlikten kaynaklanan ağrılar da bu bölgeye yayılabilir.


 Pek çok farklı nedene bağlı olarak ayak ve ayak bileği ağrısı meydana gelebilir. Yapısal bozukluklar, uygunsuz ayakkabı kullanımı, doğumsal patolojiler, vücudun alt bölgesinin diğer eklemlerindeki hasarlanmalar, akut veya tekrarlayan travmalar, aşırı kullanmaya bağlı yaralanmalar (overuse), sistemik hastalıklar veya bunların birliktelikleri ayak veya ayak bileği ağrısına yol açabilir.


Kırıklar, bağlarda kopma ve yırtıklar ezilmeler, çekme ve burkulmalar genelde ani gelişen (akut) olaylara bağlıdır ama tekrarlayan stres ve travma sonucunda da meydana gelebilir.

Ayrıca ayak ağrısının nedeni ayağın yapısındaki herhangi bir dokudan kaynaklanabileceği gibi vücudun diğer bölgelerinden yansıyan ve yayılan bir ağrı da olabilir.

Ayaktaki ark adı verilen kavisin yüksek veya alçak olması da ağrı ve bozukluklara yol açabilir. Virüsler, mantarlar ve bakterilerde ayakta tutulum yapıp ağrıya yol açabilirler.


Ayak ağrısının en sık sebebi uygunsuz ayakkabı kullanımına bağlıdır.

Son yıllarda yüksek topuklu ayakkabıların kullanımının artmasına bağlı ayak parmağı ve ayak kavsinde problemlerin sıklığı artmıştır. Bunun yanı sıra travmalar, obezite, doğumsal patolojiler, bozuk bir duruş-yürüyüşe sahip olma, bacak uzunluğunda eşitsizlik olması, ayakkabı numarası, iklim durumu, uygunsuz egzersiz yapılması gibi birçok sebep ayak ağrısına yol açabilir.

Osteoartrit, romatolojik hastalıklar, nörolojik hastalıklar, kemik erimesi, ayak ağrısına yol açabilir.

Bunların dışında (Anoreksiya Nervoza; özellikle genç kadınlarda görülebilen, yemek yememek, çok az uyumak, buna rağmen çok aktif olmakla beliren psikolojik bozukluk. Bu hastalıkgenellikle ergenlik döneminde, nadiren de erişkin çağında başlar. Çok genel olarak denebilir ki, aşırı zayıflama tutkunu her bireyde oluşabilir.)

yüksek tansiyon, böbrek yetmezliği, vitamin eksikliği, guatr gibi sinirleri etkileyen hastalıklar ayak bölgesinde ağrı, yanma ve uyuşukluğa neden olabilir. Şeker hastalığı hem sinirleri hem de kan akımını etkileyerek ayakta yaralara, eklem bozukluklarına yol açabilir.

Hamilelik, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği ve hipotiroidi gibi sebepler ayaklarda şişliğe neden olabilir. Kas gücü ve dengeyi etkileyen Parkinson, inme gibi hastalıklar ayak sorunlarına yol açabilir.

Bunun dışında bazı antibiyotiklerin ve ilaçların kullanımı ayak bölgesinde kas ve sinirleri etkileyerek ayak problemlerine yol açabilir.


Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014TARİHİNDE RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)

Not: Uzman olmayan, fizyoloji ve anatomi bilgisi olmayan kişilerce yapıldığında riskli komplikasyonlara neden olabiliyor.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog - Refleksolog

+90532 297 9235


Kaynakça: Prof. Dr. Lale CERRAHOĞLU

2 Ocak 2017 Pazartesi

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NEDİR - BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN İŞLEYİŞİ

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN İŞLEYİŞİ

Canlı vücudu oldukça farklı moleküllerden, hücrelerden ve dokulardan oluşan birçok savunma sistemi tarafından korunmaktadır. Canlıların bağışıklık sistemlerini uyaran ve canlı için kendinden-olmayan tüm moleküllere "antijen" veya "immunojen" denir.

Canlı koruyucu elemanlarıyla öncelikle yapısına yabancı olan "antijen"lerin vücuda girmesini engeller. Bu koruma, tabaka tabaka arttırılmış bir sistemdir, üyeleri; yüzey engelleri, doğuştan gelen ve edinilmiş bağışıklık sistemidir.

İlk engel olan deri, solunum ve sindirim sistemi gibi yüzey bariyerlerini herhangi bir antijen aşabilir ve canlıyla dahil olursa, ikinci savunma sistemi hemen harekete geçer.

Yüzey bariyerlerini aşan bir madde karşısında, doğuştan gelen sistemin elemanlarından kemik iliği, timus, lenf bezleri ve dalak gibi özelleşmiş merkezlerde yer alan fagositler, makrofajlar, lenfositler gibi savunma hücreleri ve molekülleri devreye girerler.

İlk aşamada, öncü hücreler olan fagositler ve makrofajlar antijenleri yok etmeye çalışırlar. Kendinden-olmayan yapıların vücut tarafından bu şekilde yok edilmeleri sürekli devam eden bir olaydır, vücudun açıklıklarından girebilen birçok molekül bu şekilde yok edilir.

Bu ikinci koruma sistemi de başarılı olamazsa, edinilmiş bağışıklık sisteminin temel hücreleri olan B ve T lenfositler devreye girerler. Böylece oldukça karmaşık olan bir zincir sistemi tetiklenir. Antijen varlığını haber alan T hücreleri, diğer savunma hücrelerini bunlara bağlı gelişen birçok biyokimyasal kaskadı tetiklerler.

T hücrelerinin alt gruplarından öldürücü T hücreleri antijenleri yok etmeye çalışırken, edinilmiş sistemin bir diğer önemli hücreleri olan B hücreleri de "bağışıklığın akıllı molekülleri" olarak adlandırılan "antikor"ları (immünoglobulinler) sentezlemeye başlarlar.

Glikoproteinyapılı bu moleküller, anahtar-kilit uyumu şeklinde özgül antijenlere bağlanarak antijenleri ya etkisiz hale getirirler ya da kompleman sistemi ve diğer savunma hücrelerini harekete geçirerek antijenlerin yok edilmelerini sağlarlar.

Savunma sisteminde çok önemli bir rolü olan antikorlar, Y şeklindedir ve ağır zincir ve hafif zincir olmak üzere 2 çift protein zincirinden yapılmışlardır.

Ağır ve hafif zincirler üzerinde, değişken (V/variable) ve sabit (C/constant) bölgeler bulunur. Değişken bölge, antijeni tanıyan kısmı oluşturmak üzere özelleşmiştir ve bir çift halinde bulunur. Buradaki aminoasitdizilimlerindeki farklılıklar, farklı antijen bağlanmasına yol açar.

Antikor molekülünde ağır ve hafif zincirler, farklı DNA bölümlerinden meydana gelmiş genlertarafından kodlanır. Bu gen parçaları, her B hücresinde farklı olan zincirleri meydana getirecek genleri yapmak üzere, yeniden düzenlenir.

Gen parçalarının düzenlenmesi değişkendir ve bu nedenle vücudun yapabildiği 100 milyon kadar farklı antikor, az sayıda gen parçası tarafından oluşturulur. Yani bağışıklık sisteminin başarısının temeli, immünoglobulinin ağır ve hafif zincirlerindeki değişken bölgelerin, çok çeşitli sayıda üretilebilmesidir.

Bu çeşitliliğin üretimi, çoğul genlerin varlığı, (vücut hücrelerini içeren) somatik hipermutasyonlar, somatik rekombinasyonlarla (kromozomlar arası gen değiş-tokuşuyla) sağlanır, ki tüm bu olaylar B hücre gelişimi sırasında ortaya konur. Böylece B hücreleri, vücuda giren antijenleri durduracak antikorları, antijenik özelliklerine göre ayrı ayrı sentezler.


 Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35


Kaynakça: Litman G, Cannon J, Dishaw L (2005). "Reconstructing immune phylogeny: new perspectives.". Nat Rev Immunol 5 (11): 866-79.