28 Kasım 2016 Pazartesi

ÜRİK ASİT YÜKSEKLİĞİ

ÜRİK ASİT YÜKSEKLİĞİ

Fruktoz meyve ve balda bulunan şeker türüdür. Toz şeker ise sukroz olarak bilinir. Sukroz yani sofra toz şekerinin % 50'sini fruktoz % 50'sini glukoz oluşturur. Toz şeker yediğimizde bu bağırsaklarda fruktoz ve glukoza parçalanır. Fruktozun diğer önemli bir kaynağı ise mısır şurubudur. Gazoz, kola, Pastane ürünleri, kek ve tatlıların çoğunda ise fruktoz içeren mısır şurubu kullanımı yaygındır. Bu ise % 55 fruktoz, % 45 glukoz içerir ve kilo aldırır.

Günde 50 gramdan fazla fruktoz alan -yiyen kişilerde şişmanlık ve diyabet riski artmaktadır. Sofra şekerinde bulunan fruktoz şişmanlık olmadan bile şeker hastalığına neden olmaktadır. Fruktoz trigliserid denen kan yağının karaciğerden üretimini artırır.

Glukozdan daha fazla vücutta yağ birikimi yapar. Fruktozun en önemli etkilerinden biri ürik asit üretimini artırmasıdır. Fruktoz yendikten sonra bir saat içinde kan ürik asit düzeyi 2 mg/dl kadar artar.

Ürik asit düzeyi yüksek kişilerde de zamanla şeker hastalığı, obezite, insülin yüksekliği, karaciğer yağlanması ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kan ürik asit düzeyi yüksek olanlar şeker hastalığı gelişme riski altındadır. İLGİNÇ OLANI BU KİŞİLER ŞEKER HASTASI OLUNCA KAN ÜRİK ASİT DÜZEYİ NORMALE GELMEKTEDİR. Bunun nedeni böbrekten idrar yoluyla atılan glukozun tubullerden ürik asit emilimi engellemesi ve böylece ürik asitin idrar yoluyla atılmasıdır.

FRUKTOZUN ZARARLARI:

1. Kan trigliserid seviyesini artırır

2. Kan ürik asit düzeyini artırır

3. Kandaki zararlı AGE ürünlerini artırır.

4. Kan şekerini düşürse de uzun zamanda insülin direncini arırır.

5. Hayvan çalışmalarında karatarkt yaptığı gösterildi.

6. Tansiyonu yükseltir.
ÜRİK ASİT:

Ürik asit proteinlerden –pürinden oluşur. Özellikle kırmızı et yiyenlerde ürik asit daha fazla artar. Alkol ve bira ürik asit seviyesini artırır.

Ürik Asit Düzeyinin Arttığı Durumlar:

Menopozdaki kadınlar, erişkin erkekler

İnsülin direnci, uyku apnesi, şişmanlık,karaciğer yağlanması, hipertansiyon, metabolik sendrom, kalp damar hastalıkları

Böbrek yertmezliği

Preeklampsi

Et yemek, bira içmek, alkol almak, Fruktoz yemek

Ani egzersiz yapmak

Kurşun zehirlenmesi

Düşük doz aspirin, idrar söktürücüler, etambutol ilacı, niasin vitamini,

Hızlı kilo verme, lösemi, polisitemi, uzun açlık, psoriasis

Yüksek yağlı beslenme



Paratiroid hormon yüksekliği

Konjestif kalp yetmezliği

Hipotiroidi (tiroid yetmezliği)

Psikolojik ve fiziksel stres

Maraton koşucuları

Yüksek seviyede yaşama

Sarkoidoz

Mısır ekmeği

Domates çekirdeği

HANGİ BESİNLER ÜRİK ASİT DÜZEYİNİ DÜŞÜRÜR:

1.Süt ürünleri, yoğurt ve ayran düşürür. C VİTAMINI ALANLARDA ÜRİK ASİT DÜŞER. C VİTAMİNİ İDRARLA ÜRİK ASİT (ÜRAT) ATILIMINI ARTIRIR. Kafein de (kahve) ürik asit düzeyini düşürür. Sebze, meyve, taze meyve suları , ananas faydalıdır..kakao, çikolata yenebilir.

2.Kilo verilmelidir. Fazla kilo ürik asiti artırır.

3.Alkol alımı kesilmelidir.

4.Bol su içilmelidir (günde 10-12 bardak)

5.Protein yani et yemeği azaltılmalıdır.

6.Karnabahar, ıspanak, mantar az yenmelidir.

NOT: Ürik asit düzeyini düşürür diye belirtilen besinler meyveler asla kesin tedavi olmayıp destekleyicidir.



Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
+90532 297 92 35

Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA



NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir REFLEKSOLOJİ seansı uygulamasıdır.

Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)


22 Kasım 2016 Salı

REFLEKSOLOJİ İLE VÜCUT RİTMİNİZ DÜZENE GİRDİĞİNİ BİLİYORMUSUNUZ?

REFLEKSOLOJİ İLE VÜCUT RİTMİNİZ DÜZENE GİRDİĞİNİ BİLİYORMUSUNUZ?


Tıbbi sözlüklere göre "refleks" kelimesi dış etkilere bağlı olmak üzere istemsiz kas kasılması olarak tanımlanır. Ancak "refleks" kelimesi, bu terapinin içeriğinde, bütün organizmanın, kafanın, boynun ve gövdenin küçük bir ekran gibi görülen ayakta yansıması olarak ele alınır.

Refleksoloji, ayaklarda, bedenin tüm bölgelerine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktalarına, el ve parmaklarla sinir noktalarını belirli tekniklerle uyarmakla ortaya elektrokimyasal mesajları çıkardığı bununda nöronların yardımı ile ilgili organı uyaran bir çalışmadır.

Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014TARİHLİ  RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)



Not: Uzman olmayan, fizyoloji ve anatomi bilgisi olmayan kişilerce yapıldığında riskli komplikasyonlara neden olabiliyor.



AMİGDALA;

(Latince: corpus amygdaloideum) beynin medial temporal lobunun derinlerinde yerleşen nöronların oluşturduğu badem şeklindeki beyin bölümü. Duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasındaki primer role sahip bölge. Limbik sistemin bir parçasıdır.



Başta korku olmak üzere, duyguların denetiminden sorumlu olan amigdala; sempatik sinir sisteminin aktivasyonu için hipotalamusa, refleksleri artırmak için talamik retiküler nükleusa, yüzde korku ifadesinin oluşması için fasial ve trigeminal sinir nükleuslarına uyarır.



Ayrıca dopamin, noradrenalin ve adrenalin salgılanması için ventral tegmental bölge, locus coeruleus ve laterodorsal tegmental nucleusa da çeşitli uyaranlar yollar.



Amigdala, duygusal olaylarla ilgili hafızanın oluşumunda ve depolanmasında önemli rol oynar. Korkuya bağlı koşullanmada uyarılar amigdalanın bazolateral kompleksine, özellikle de lateral nukleusa gelir ve burada uyarana ait anılarla ilişki kurulur.



Sinapslarda kayıtlı olan duygusal hafıza, amigdalanın santral nukleusu ve stria terminalis yolu ile korkma davranışını ortaya çıkarır. Bu yolla, donakalma, çarpıntı, hızlı solunum ve stres hormonu salınımı gibi cevaplar oluşur.Amigdala, hafıza birikiminin düzenlenmesinde de rol alır.



Herhangi bir öğrenme olayında uzun süreli hafıza hemen oluşmaz. Bu olayla ilgili bilgiler zaman içinde tekrarlanmayla birlikte yavaş yavaş uzun süreli depoya gönderilir.

Buna pekiştirme denir. Olay sırasında oluşan duygusal tepki ne denli fazlaysa öğrenme de o kadar kuvvetli olur. Bu etkiyi amigdala düzenler.



NOT; ÇOK ÖFKELENDİĞİMİZDE İÇİNDE DUYGU İÇERMEYEN BİR UĞRAŞ YAPTIĞIMIZDA YANİ MATEMİKSEL HESAP YAPTIĞIMIZDA 30 SANİYE İÇİNDE AMİGDALA’YI PAYPAS YAPMIŞ OLUP ÖFKEYİ YENMİŞ OLURUZ. AYRICA LUMBİK SİSTEM UZUN SÜRELİ HAFIZANIN’DA  ANA MERKEZİDİR (DUYGULARDA DAHİL).

İNSAN MUTLU OLDUĞUNDA ENDORFİN SALGILAR. İNSAN MUTLUYKEN DAHA İYİ ÖĞRENİR.



STRESLİ, SIKINTILI VE KORKU HALİNDE İKEN HEMEN ÖĞRENME FAALİYETİNİN ÖNÜNE BİR ENGEL GELİR ÇÜNKÜ ALINAN BİLGİLERİ LUMBİK SİSTEM NEOKORTEKS’E İLETMEKTEN ZİYADE BEYİN SAPINA YANİ DAHA İLKEL OLAN KISMA GÖNDERİR VE DOLASIYLA HAFIZAYA ALAMAYIZ. TALAMUS STRES ANINDA ŞARTELİ KAPATIR NEOKORTEKS’E LUMBİK SİSTEM ARASINDAKİ BAĞLANTIYI KESER.



NEOKORTEKS;

Primad dediğimiz daha ilkel olan canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz Neokorteks’tir. Neokorteks düşünme faaliyetinin gerçekleştiği alandır. Zeka seyiyesinin düşünme kabiliyeti arttıkça Neokorteks’in  kalınlığıda buna bağlı olarak artar. (Hayvanların bir çoğunda genelde hiç yoktur Neokorteks düşünme faaliyeti olmadığı için).



DİP NOT;

ACH- ASİTİNKOLON; dikkat bellek öğrenme yeteneği fazla olursa titreme vb.istemsiz hareketler. Eksik olursa felç görünme riski, Alzheimer hastalığı gibi.



DOPAMİN; heyecanla ilgili hormon fazlası Şizofreni, azında Parkinson.



SERATONİN; mutluluk hormonu azında depresyon, fazlalığında manik depresyon.



NOREPİNEFRİN; öğrenme ve bellek üzerinde etkili olan bir nörotransmitterdir. Bu kimyasalın azlığı hafıza sorunlarının yaşanmasına neden olur.



ENDORFİN; Ağrı ve acıyı kesen ağrının ve acının hissedilmesini engelleyen bir kimyasaldır. Örneğin bir kişinin bileği burulduğu zaman ilk burkulma anında kişi çok fazla ağrı hissetmez.

Ancak bir süre sonra bacak şişmeye başlar ve yavaş yavaş ağrı artar ve kişi artık ağrıyı büyük ölçüde hissetmeye başlar.



 Ağrının bir süre sonra hissedilir derecede artma sebebi, salgılanan endorfin hormonun zaman geçtikçe etkisini kaybetmesidir.

Endorfin hormonu, beyine direk enjekte edildiğinde herhangi bir uyuşturucudan 120 kat daha etkili olurken kandan yani damardan enjekte edildiğinde 3 kat daha etkili olmaktadır. İNSANIN KENDİ BEDENİNİN ÜRETTİĞİ BU UYUŞTURUCU BİRÇOK SAKİNLEŞTİRİCİ VE SUNİ UYUŞTURUCULARDAN ÇOK DAHA İYİ BİR AĞRI KESİCİ OLMAKTADIR.



BEYİN SAPI;

Kafa sinirleri yolu ile yüz ve boynun motor ve duyusal inervasyonunu sağlayan beynin alt kısmıdır. Medulla spinasil olarak devam eder. Küçük bir yapıya sahiptir ancak beyin ile vücudun geri kalan kısmı arasında ki bütün sinir bağlantıları beyin sapından geçtiği için hayati önem taşır.



Beyin sapı, orta beyin (mezensefalon), pons (metensefalon) ve medulla oblongatanın bileşiminden meydana gelir.

Medulla oblangata (halk arasında omurilik soğanı), nefes alıp verme, kan basıncı, kalp ritmi ve yutma gibi önemli işlevlere sahiptir.



Beynin yüzeysel tabakası ile omurilik ve sinirlerine gelen ve oradan giden lifler, pons ve beyin sapından geçerek ilişki kurar. Bu yapılarda meydana gelebilecek küçük bir hasar beyin ölümüne neden olmaktadır. Bu nedenle boyun kısmına alınan sert darbeler hayati önem taşır.



Beyin sapı fonksiyonları olmadan kişinin yaşamını sürdürmesi mümkün değildir.

Pons (köprü), kafa ve boyun bölgesini ilgilenen işlevleri yürüten kafa sinirleri adı verilen sinir çekirdekleri (kontrol merkezleri) burada bulunur.

Pons, kan basıncı, solunum, kalp hızı gibi temel işlevleri kontrol eder. Ayrıca hareket sistemi olan beyincik ile beyin ve omuriliği birbirine bağlayan bir köprü vazifesi görür.



ARKA BEYİN;

Soğanilik, beyincik ve varol köprüsünden oluşur. Soğanilik (medulla) omuriliğin beyin ile bağlantı yaptığı yerdeki şişkin bölgedir. Burası otonom sinir sistemini (kalbin atışı, kan basıncının ayarlanması, nefes alıp vermemiz vb..) kontrol eder.



Beyincik (serebellum), beynin evriminde ilk adımlardan birini oluşturur. Omuriliğin beyinle birleştiği noktada, birbiri üzerine katlanmış ve kıvrılmış ufak bir yapıdır ve her iki beyin kürelerinin arka alt kısmına sokularak saklanmıştır.



Beyin ile ilgili bilinenler çerçevesinde beyinciğin görevi; kas faaliyetlerimizi koordine ederek harketlerimizi düzgün ve akıcı bir hale getirmektir. Serebellum da meydana gelen bozukluklar, kişinin ayakta durmasını, hareketlerini ve denge kurmasını zorlaştırır.



Arka beynin bir kısmı, iğneden ipliği geçirirken, ameliyat yapılırken, piyano çalarken ve bisiklete binerken gerekli koordinasyonlarda kullanırız.



ORTA BEYİN;

Nispete küçük bir yapıya sahiptir. Orta beyin ön ve arka beyinleri birbirine birleştirmekle görevlidir. Orta beyin içinde işitme ve görme ve acıların kaydedildiği yer ile ilgili önemli işlevler gören nöronlar vardır (nöron: sinir hücresine verilen ad), bu bölüm aydınlığa ya da ışık kaynağına yönelmemizi sağlar.



ÖN BEYİN;

Talamus, hipotalamus, limbik sistem, serebrum ve beyin kabuğundan oluşur. Serebrum evrimleşmede son basamaklardan biridir.



TALAMUS;

Duyu organlarından gelen nöronların beyin kabuğu ile ilişkisini sağlamakla görevlidir. Talamusun belirli bir bölümü görme ile ilgili sinirlerden gelen bilgileri alır ve korteks' in görme ile ilgili bölümüne iletir, duyu ile ilgili nöronlardan gelen bilgileri korteks' in duyma bölgesine iletir.



HİPOTALAMUS;

Hipofiz salgı bezi ile talamus arasında yer alır. Son yıllarda en çok araştırılan beyin kısımlarından birisidir. Çok büyük olmamasına rağmen gördüğü işlevler son derece önemlidir. Hipotalamus "heyecan" ve "arzuların" denetlendiği merkezdir.



Cinsel davranış, yeme, içme vb istekler bu merkez tarafından yönetilir. Ayrıca vücut sıcaklığını kontrol eden ve ısıyı normaltutabilmek için önlemler alan merkezde burada bulunmaktadır. Saldırganlık duyusu, uyku ve uykusuzluk hali, iç salgı bezlerinin faaliyetlerinin denetlenmesi yine hipotalamus tarafından yapılmaktadır.



LİMBİK SİSTEM;

Beyin sapının yukarı kısmı ile ön beyin arasında yer alan nöron ağından oluşur ve heyecanlanma, saldırma, kaçma gibi davranışlarla ilişkilidir.



Limbik sisteminin bir kısmının heyecan yatıştırıcı işlevi bulunurken diğer kısımları korku davranışını ortaya çıkarır. Limbik sisteminde tahribat olan hastalar, dikkatlerinin bi an için dağılmasından sonra ne yapacaklarını hatırlayamazlar. Bu da limbik sistemin doğrudan hafıza ile bağlantılı olduğunu göstermektedir.



FRONTAL (ÖN) LOB;

Beynin ön kısmında bulunan bu lob, akıl yürütme, motor beceriler, yüksek seviyeli bilişsel yetenekler ve konuşma diliyle ilişkilidir. Bu lobun arka kısmında motor kortesk bulunur ve beynin bu alanı beynin çeşitli loblarından gelen bilgiyi alır ve vücut hareketlerini tamamlamak için bu bilgilerden faydalanır.

İnsan beyninin en geniş alanına sahip prefrontal korteks bu lob içinde yer alır ve tüm beyin kabuğu hücrelerinin yaklaşık %29'u bu bölgede bulunur.



Prefrontal korteks olarak adlandırılan bu hücreler insan beyninde yönetsel olarak adlandırılan beynin üst, entellektüel işlevlerinden sorumludur.

Bu bölge genel olarak ahlaki yargıların, muhakeme etme, yargılama, planlama gibi işlevlerin ve analitik düşünmenin merkezidir. Ayrıca liderlik özellikleri gibi durumlarda davranışlarımızı belirleten de yine bu lobdur.



Mutluluk, üzüntü, neşe, sevinç, gibi duyguları hissettiğimiz ve canlandırdığımız kısımda frontal lob içerisinde yer alır. Bu lob özellikle bilinçli düşünmemizi sağlar ve zarar görmesi durumunda ruh hali, hissiyat değişiklikleri ortaya çıkabilir. Bunların yanında, risk alma yeteneği düşüklüğü, problem çözme becerisinde düşüş gibi sorunlarda ortaya çıkabilir.



PARİETAL (YAN) LOB;

Beynin sağında ve solunda olmak üzere iki bölümden oluşan, duyusal uyaranlarla ilgili işlevleri arasında sağ ve sol ayrımı yapabilmek, algılanan nesnenin yerini ve yönünü saptamak, okuma, yazma ve aritmetik yeteneklerimizi barındırmak gibi işlevlere sahip olan beyin bölümüdür.



Çeşitli duyu organlarından gelen bilgileri birleştirmede önemli rol oynar. Anne karnındaki bebekte beşinci aydan itibaren başlayan duyma ve dokunma duyusuna bağlı olarak parietal lobun bu dönemde işlevsellik kazandığı söylenebilir.



Bu lob da oluşabilecek zedelenme, harf, şekil ve sembollerin anlamlarını yitirmeye, okuma, yazma ve aritmetik yeteneğinin kaybolmasına neden olur. Ayrıca bu bölgede oluşabilecek sinir hücresi kaybı, Alzheimer hastalığına neden olmaktadır.



OKSİPİTAL (ARKA BAŞ) LOB;

Bu loblar beynin arka kısmında bulunurlar. Görsel uyarıcı ve bilgi yorumlama bu lobun görevidir. Görme duyusuyla ilgili bilgiler bu lobda işlenir.

Oksipital lob içerisinde bulunan primer görsel korteks, göz retinasından gelen bilgiyi alır ve yorumlar. Sağ oksipital lob solu, sol oksipital lob sağ tarafı görmemizi sağlar. Bu lobun hasara uğraması halüsinasyon ve görme bozukluklarına neden olur.



TEMPORAL (ŞAKAK) LOB;

Ses ve kokunun algılanması, aynı zamanda yüz ve mekan gibi karmaşık uyaranların işlenmesi bu lob tarafından sağlanır. Beynin her iki tarafında kulak hizasında sağ ve sol teporal lob olarak bulunurlar.



Tüm işitsel işleme ve anlamlandırma burada gerçekleşir. Kısaca temporal lob, konuşma, hafıza ve duymanın (sesleri tanımlama) gerçekleştiği bölümdür.



SEREBELLUM (BEYİNCİK) LOBU; 

Vücudun denge organlarından birisidir. Kasların düzenli çalışmasını sağlar. Beynin ikinci büyük parçası içinde bulunan serebellum 150 gram kadardır.  Kol ve bacaklarda bulunan kasların birbirleriyle uyumlu çalışmasını sağlar. Aktif hareketin düzenli olmasını sağlar ve kol ve bacaklardaki kasların çalışma derecesini düzenler.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35



Kaynakça;

Rebecca Erwin Wells, M.D.M.P.H. Professor, Neurology

Jane G. Boggs, M.D. Professor, Neurology




17 Kasım 2016 Perşembe

METABOLİZMA YAVAŞLIĞI - NEDEN KİLO ALIRIZ

METABOLİZMA YAVAŞLIĞI



Metabolizma hızı genetik, çevresel etkenler ve hormonlardan etkilenir. Egzersiz veya hareketli yaşam metabolizmayı artırırken, yaşın ilerlemesi azaltır. Tiroid hormonu, erkeklik hormonu (testosteron) buyume hormonu, stres hormonu olarak bilinen adrenalin ve noradrenalin metabolizmayı artırır.



Proteinli gıdalar metabolizmayı artırır. Ortamın sıcak olması metabolizmayı azaltırken, hastalık hali, ateş ve enfeksiyon metabolizmayı artırır. Kötü beslenme metabolizmayı yavaşlatır. Uyku metabolizmayı azaltır.



Metabolizmayı en çok artıran egzersiz yapmaktır. Hormonlardan da en çok tiroid hormonları metabolizmayı artırır. Uzun açlık metabolizma hızını yavaşlatır. Kilo veremeyen kişilerde mutlaka hormon bozukluğu vardır.



Metabolizmanız yavaş ve kilo veremiyorsanız mutlaka hormon kontrolünden geçmek gerekir. Kilo veremeyen kişilerde rastlanan en önemli bozukluklar insülin, tiroid, prolaktin gibi hormonlardaki bozukluklarıdır.



Metabolizma hızlandırmak için önce altta yatan nedeni ortaya koymak gerekir. Kilo veremiyorsanız diyet yapmadan önce mutlaka bir Endokrin uzmanına başvurarak hormon tetkiki yaptırarak metabolizma yavaşlığının nedenini bulmak gerekir.



Aksi takdirde yapılacak diyetler başarısız olmaya mahkumdur. Tiroid yetmezliği yani hipotiroidi bulunan bir kişinin yeteri kadar tedavi olmadan kilo vermesi zordur. İnsülin hormonu bozuk bir kişinin sadece diyet yapmakla zayıflaması
yine imkansızdır.



Diğer bir öneri de bol su içmektir. Günde 2,5 litre su içmek gerekir. Ülkemizde su içme miktarı azdır. Az su içmek ve kahvaltı yapmamak kiloyu artıran en önemli yanlışlardan birisidir.



Diğer önemli bir konu akşamları çok yemektir. Ülkemizde genellikle akşam yemekleri fazladır ve uyuyuncaya kadar televizyon başında devamlı atıştırmalar olmaktadır.



Oysa akşamları metabolizma yavaştır ve fazla kalori alınınca kilolar artmaktadır. Sabahtan öğleye kadar metabolizma daha hızlıdır. Bu nedenle sabah ve öğle fazla akşam daha az yemek gerekir.



Hareketli olmak ve egzersiz yapmak da metabolizmayı artırır. Her gün yarım saat yürümek sağlık ve kilo için çok faydalıdır.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35

 Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA



REFLEKSOLOJİ İLE NASIL ZAYIFLARIM


Beynin açlık tokluk merkezi ile midedeki bölgelerin uyarılmasını hedefleyen komplike bir çalışmadır. Akupunkturda olduğu gibi beyinde tokluk hissi uyandırır fark ana sinirler yoluyla beyinin ilgili bölgesine sinirlerin gönderilmesi daha etkili sonuç alınmasını sağlar. Mide yavaş yavaş çalıştırılır ve zayıflama gerçekleşir. Sağlıklı ve doğal bir zayıflama yöntemidir.


KİŞİNİN NEDEN DOLAYI ŞİŞMAN OLDUĞUNUN BİLİNMESİ GEREKİR


Tiroidin olduğu sempatik sistemi devreye soktuğunuzda tiroid hızlanır, parasempatik sistemi devreye soktuğunuzda bağırsaklar gevşer ve salınımı daha kolay sağlar. Bu anlamda refleksolojiyle zayıflanır. 

Ama sempatik sistemden tiroidlerin olduğu bölgeye bası uygulandığında hiper tiroid meydana gelebilir. Bu anlamda refleksolojinin dikkat edilerek yapılması gerekir.











11 Kasım 2016 Cuma

KAN VE SİNİR DONANIMI

KAN VE SİNİR DONANIMI

Bedendeki oksijensiz kan, kalbin sağ karıncığı tarafından akciğer atardamarları yoluyla akciğerlere pompalanır. Akciğer atardamarlarının dalları havayollarını izler ve gaz alışverişinin yapıldığı alveolleri çevreleyen kılcal damarlarda son bulur.

Tekrar oksijenlenen kan, her akciğer için iki akciğer toplardamarına bölünen kılcal toplardamarlar tarafından toplanır ve kalbin sol kulakçığına döner; böylece burada vücuda tekrar pompalanabilir.
Mitral kapak darlığında, daralan mitral kapak, sol kulakçıktan sol karıncığa kan akışına karşı direncini artırır. 
Artan basınç, akciğerleri daha sertleştirerek ve nefes almayı güçleştirerek, akciğerlerdeki kılcal damar sistemine geri aktarılır.

Eğer basınç yeterince yüksekse, serum kılcal damarlardan dışarı sızarak akciğerde ödeme neden olur, kılcal damarlar alveollerin içinde patlar ve kanlı öksürük oluşur, bu hemoptizi (akciğer ve solunum yollarından dışarıya ağız yoluyla gerçekleşen kanama) olarak bilinir.

Solunum yolları ve akciğerler, küçük bronşlara ait atardamarlardan oksijen ve bsin alırlar. Oksijensiz kan, kalbe akciğer toplardamarları aracılığıyla döner.

Akciğerlerdeki lenf damarları göğüs lenf kanalına boşalır. Lenf düğümleri akciğerlerin kökünde (kan damarlarının ve bronşların akciğerlere girdiği yer), bronşların ve soluk borusunun çevresinde bulunur. Akciğer kanserinde lenf düğümleri genişlediğinde, standart röntgenle dahi görülebilir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
+90532 297 92 35

KAYNAKÇA:
Prof. Dr. David TRACEY
Prof. Dr. Peter BAUKE
Prof. Dr. Kurt H. ALBERTİNE
Prof. Dr. Laurence GAREY
Prof. Dr. Phil WAİTE
Doç. Dr. Ken ASHWELL
Doç. Dr. Rakesh KUMAR
Dr  .         John FRİTH


NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir tamamlayıcı Tıp olan Refleksoloji seansları almaktır.

9 Kasım 2016 Çarşamba

POLİKİSTİK OVER SENDROMU VE TEDAVİSİ

POLİKİSTİK OVER SENDROMU

Polikistik over sendromu yumurtalıkta kistlerin olması ile karakterize bir hastalıktır.  Kadınların yaklaşık % 5-10’unda bulunur. Bu kadınların çoğu kilolu veya obezdir ancak % 25’i zayıftır.  Ailesel özellik gösterebilir yani genetik bir hastalıktır. Ailesinde insülin direnci veya tip 2 diyabeti olanlarda daha fazla görülür. Kiloluluk polikistik overin daha şiddetli olmasına neden olur.


BU HASTALARDA ŞU BELİRTİ VE BULGULAR VARDIR

Adetlerde düzensizlik: adetler kesilebilir veya düzensizdir, yumurtlama olmaz.

Gebe kalmada sıkıntı olabilir

Kilo alma olabilir

Akne vardır

Yüzde ve vücutta kıllanma olur

Saçlarda dökülme olur

Depresyon ve anksiyete olabilir

Uyku apnesi gelişebilir.

Bu şikayetler ergenlik zamanı başlayabilir. Bazı kadınlarda erişkin yaşlara kadar hiç şikayet olmayabilir. Şikayetler de kadından kadına değişir.

Polikistik over sendromunun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bir hormon dengesizliği mevcuttur. Hipofizden LH hormon salgılanmasının fazlalığı ve yumurtalıktan salgılanan androjen hormon fazlalığı yumurtalık fonksiyonlarını bozar. 

İnsülin hormonu fazladır ve direnç vardır. Ayrıca androjen dediğimiz testosteron tipi hormonlar artmıştır.
Polikistik over sendromlu bazı kadınlar kilolu olmayabilir.

Teşhis için yumurtalık ultrasonu ve hormon tetkikleri yapılır. Ancak % 30 kadarında yumurtalıklarda kist olmayabilir. Bu kadınlarda açlık ve tokluk kan şekeri, kan kolesterol düzeyleri ve kalp muayenesi yapılmalıdır.



Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
+90532 297 92 35

Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA

NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir REFLEKSOLOJİ seansı uygulamasıdır.

Refleksoloji, bugün tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)

2 Kasım 2016 Çarşamba

YORGUNLUK NİÇİN OLUR

YORGUNLUK VE HORMONLAR


 Bazı hormon hastalıklarında yorgunluk olabilir. Bunların başlıcaları tiroid yetmezliği ve böbrek üstü bezi yetmezliği yani kortizol hormon eksikliğidir. Diğer bir neden de kan şekerinde görülen düşmelerdir.


Tiroid bezi yetmezliği olan kişilerde yorgunluk ve halsizlik sıklıkla bulunur. Tedaviyle bu şikayetlerde düzelme olur. Bununla birlikte tiroid yetmezliği olan kişilerde sıklıkla birlikte  bulunan kansızlık (anemi) de yorgunluğun önemli bir nedenidir. 


Tiroid bezi yetmezliğinde özellikle B12 vitamini ve demir eksikliği sık görülür.  Kansızlığın  tiroid bezi yetmezliğiyle birlikte tedavi edilmesi  yorgunluğun düzelmesine  katkıda bulunur.


Böbrek üstü bezinin az çalışması (kortizol hormonu eksikliği) da yorgunluk yapan önemli bir  hormon bozukluğudur. Bazı Hashimoto tiroiditli kişilerde tiroid bezi yetmezliği ve böbreküstü bezi yetmezliği birlikte bulunabilir. 


Eğer bu durum fark edilmez ise tiroid ilaçlarıyla  yapılan tedavi  yorgunluk ve bitkinliği iyice artırabilir.


Tiroid hormon ilacı alınca durumu kötüleşen  yani yorgunluk ve bitkinliği artan kişilerde kan kortizol hormonuna bakılarak böbreküstü bezinin az çalışıp çalışmadığı kontrol edilir.


Yorgunluk Yapan Diğer Nedenler İse;


Şeker hastalığı ve bazı enfeksiyonlar da önemli yorgunluk nedenidir. Yorgunluk ayrıca kalp, böbrek, bağırsak ve diğer organ hastalıklarında da görülebilir.


Aşırı çalışma, stresli bir yaşam uykusuzluk ve depresyon yorgunluğun önemli

nedenlerindendir.



Aşırı kilo alma ve  gece kısa süreli nefes durması (apne) sabahları sersemlemiş bir şekilde ve yorgun kalkmaya neden olur.



Hareketsizlik, spor yapmamak ve beslenmenin bozuk olması  da   önemli yorgunluk  nedenleridir.


 NOT: İnternet sitelerinde yer alan ve ‘’Adrenal yorgunluk’’ adı ile anılan ve birçok şikayetin birarada olduğu iddia edilen bir  yorgunluk şekli tıp tarafından kabul edilmiş bir tanımlama değildir.


Bu kişiler halsizlik, yorgunluk, sabah zor kalkmak, tuzlu ve şekerli gıdalara saldırı, enerji bitmesi, seks isteğinin azalması, ayağa kalkınca baş dönmesi, hafif depresyon,

unutkanlık, çeşitli enfeksiyonlara yakalanma ve bunların zor iyileşmesi gibi şikayetlerin bir kişide olmasına ‘’Adrenal Yorgunluk ‘’ adını vermişler ve tıp doktorlarının bu tanıyı bilmediklerini iddia etmektedir. Bu şikayetlerin  bir kısmı adrenal yetmezlikte olabilirse de hepsi olmaz ve adrenal yetmezliğin tanınması için hormon ölçüm metotları vardır.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35

Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA



Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir REFLEKSOLOJİ seansı uygulamasıdır.

Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)


31 Ekim 2016 Pazartesi

ERKEN TEŞHİS VE TEDAVİ İLE VÜCUT FELCİ ENGELLENEBİLİR

ERKEN TEŞHİS VE TEDAVİ İLE VÜCUT FELCİ ENGELLENEBİLİR...

VÜCUDUN TÜMÜNÜ ETKİLEYEN BAZI KAS HORMON HASTALIKLARI- DA GÖZDE BELİRTİ VEREBİLMEKTEDİR


Sinirler vücudun tüm organlarının çalışması için gerekli olan elektrik donanımıdır. Atardamarlar bir organın çalışması için gerekli suyu getiren temiz kanı taşıyan damarlar, toplardamarlar ise kullanılmış su atıklarını temizlenmek üzere kalbe götüren damarlardır.


Elektrik de su da olmazsa bir organ çalışamaz.

Göz için de durum aynıdır, sinirleri ve damarları tam çalışmayan bir gözde çeşitli sorunlar olabilir. Gözün iç yapısı beyinle akrabadır. Bu nedenle beyinde olan veya sinirleri etkileyen birçok hastalık gözü de etkileyebilir. Bu sayede göze bakarak teşhis edilebilir.


Bir çeşit göz felci de denebilecek bu hastalıklar vücutta oluşabilecek bir felcin ön habercisi olabilir. Erken teşhis ve tedavi ile vücut felci engellenebilir. Benzer şekilde vücudun tümünü etkiyelen bazı kas ve hormon hastalıkları da gözde belirti verebilmektedir.



İstemli bir hareketin biri santral, öteki periferik olmak üzere iki motor nöronun aracılığı ile sağlanır. M. spinalis’in ön boynuzundan başlayıp kasa kadar uzanan II. motor nöron aksonlarının oluşturduğu periferik sinirlere spinal sinirler diyoruz.


Beyin sapındaki motor kranyal sinirler çekirdeklerinden başlayan II.motor nöron aksonları ise kraniyal sinirleri yapar. Periferik sinir sisteminin bu iki parçası, kolayca anlaşılacağı gibi, birbirinin analogudur.


Periferik sinirlerin, motor sinir liflerinin yanısıra duyusal lifler de taşıdığını biliyoruz. Bu nedenle bunlara mikst (karışık) sinirler adı verilir. Çevreden gelen impulsları spinal sinirler yoluyla m. spinalis’e taşıyan duyusal nöronların hücre gövdeleri arka kökler üzerindeki spinal ganglionlarda yerleşmişlerdir.


Kraniyal sinirlerin içindeki duyusal tellerin hücre korpusları da beyin sapının dışında yer alan ganglionlarda bulunmaktadır. Görüldüğü gibi, spinal ve kranyal duyusal sinir telleri ve bunlarla ilgili ganglionlar da anatomik ve fizyolojik açıdan birbirinin analogudur.


Duyu yollarının kortekse kadar çıkan santral bağlantıları bulunur. Sağda ve solda birer tane olmak üzere 12 çift kraniyal sinir vardır. Kafa çiftleri de denilen bu sinirlerin özel adları olduğu gibi, nöroloji pratiğinde I den XII'ye kadar sıralanarak bu numaralar ile de adlandırılırlar.


Kafa çiftlerinin üç tanesi (I., II. ve VIII. sinirler) sırasıyla koklama, görme, işitme ve denge gibi özel duyularla ilgilidir. Beş tanesi (III., IV., VI., XI. ve XII. sinirler) saf motor sinirlerdir. Diğer dördünün ise (V., VII., IX. ve X. sinirler) motor ve duyusal görevleri vardır, yani bunlar mikst sinirlerdir. Kraniyal sinirlerin dört tanesi (III., VII.,IX ve X. sinirler) otonomik fonksiyonlarla ilgili parasempatik teller de içerir.

Kraniyal sinirlerin numaraları ve adları;

I.kraniyal sinir: N. Olfactorius

II. kraniyal sinir: N. Opticus

III. kraniyal sinr:i N. Oculomotorius

IV. kraniyal sinir: N. Trochlearis

V. kraniyal sinir: N. Trigeminus

VI. kraniyal sinir: N. Abducens

VII. kraniyal sinir: N. Facialis

VIII. kraniyal sinir: N. Stato-Acusticus

IX. kraniyal sinir: N. Glossopharyngeus

X. kraniyal sinir: N. Vagus

XI. kraniyal sinir: N. Accessorius

XII. kraniyal sinir: N. Hypoglossus


N. olfactorius ve N. opticus dışında kalan kafa çiftleri benzer anatomik özellikler taşırlar. Yani, hepsi de beyin sapı (mezensefalon, pons, bulbus) içinde yer alan bir motor nukleustan başlar veya beyin sapındaki duyusal bir çekirdekte sonlanırlar. Gene, bu sinirlerin hepsi kafatası tabanındaki delik ve yarıklardan kafa boşluğunu terk ederler


 I. KRANİYAL SİNİR

(N.Olfactorius)

Koku almayı sağlayan sinirdir. Burun boşluğu mukozasından başlayan sinir lifleri etmoid kemikten geçerek bulbus olfactorius’a ulaşır. Buradan kalkan aksonlar frontal lobların alt yüzünde tractus olfactorius ‘u oluşturarak arkaya doğru giderler. Koku yollarının anatomik sonlanma bölgesi iyi bilinmemektedir. Genellikle septal bölge ve temporal loba ulaştıkları kabul edilmektedir.

İşlevi : Koku alma. Lezyonunda : Koku alamama (Anosmi).


 Anosminin Bulunduğu Durumlar

Kafa travması. Varsa, anosmi, genellikle iki yanlıdır. Ön kafa çukuru tabanında yer alan tümörler (meningioma gibi).


 II. KRANİYAL SİNİR

(N. Opticus)

Görmeyi sağlayan sinirdir. Gözün retina tabakasındaki ganglion hücrelerinin uzantıları bir araya gelerek n. opticus’u oluşturur.


Sinirin göz küresinden çıktığı parça optik sinir başı veya papilla nervi optici adını alır. Retinanın nazal ve temporal yarısından gelen görsel impulsları taşıyan optik sinir telleri sella turcicabölgesine kadar gelir. Burada, her iki gözün nazal retinasından gelen lifler çaprazlaşıp karşıya geçer.


Çaprazlaşan sinir tellerinin oluşturduğu yapıya chiasma opticum denir. Kiyazmadan sonra görme lifleri tractus opticus adını alır. Tractus opticus’taki lifler – ışık refleksinin aferent telleri bir tarafa bırakılırsa – talamusun corpus geniculatum laterale adı verilen çekirdeğinde sonlanır.


Yani, retinadan başlayarak talamusa kadar kesintiye uğramadan uzanan görme yolları burada sinaps yapar ve radiatio optici adını alarak temporal ve parietal lobların derinliklerinden geçip oksipital lobların iç yüzlerindeki primer görme korteksine (kalkarin korteks) ulaşır.

Işık refleksiyle ilgili lifler tractus opticus içinde seyreder. Görme liflerinden farklı olarak, bunlar talamusa uğramazlar ve doğrudan pretektal bölgeye ulaşır.


Burada sinaps yaptıktan sonra informasyon iki yanlı olarak mezensefalonda yer alan Edinger Westphal çekirdeğine iletilir.Buradan kalkan eferent lifler okulomotor sinir ile birlikte göze ulaşarak ışık karşısında pupilla konstriktorlarını uyarıp her iki gözde pupillanın küçülmesini sağlar.


Özetlenirse;

Retinada ışık reseptörleri (impuls) - Bipolar hücreler - Ganglion hücreleri - Aksonları göz küresi arka bölümünde papillayı oluşturur - Nervus opticus - Chiasma opticum (nazal retinadan gelen lifler çaprazlaşır) - Tractus opticus -Talamus - Radiatio optici - Görme korteksi.


İşlevi

Görme impulslarının iletilmesi ve pupillanın ışık refleksinin götürücü yolunu oluşturmak.

Görme: Işık impulsu pupilladan girip göz küresini geçerek retinanın fotoreseptör tabakasına ulaşır. Bu tabakada yer alan ve ışığa duyarlı bölümleri olan rod (çomak) ve cone (koni) hücrelerinde ışık enerjisi elektrik sinyaline dönüşür. Retinadaki rod sayısı cone sayısından fazladır.


Rod hücreleri daha az ışığı algılayabilir. Sayıca az olan cone hücreleri retinanın periferik bölgelerinde daha da az bulunurlar. Başlıca özellikleri görme keskinliği ve renkli görme ile ilgilidir. Burada oluşan sinyaller retinadaki bipolar hücrelere iletilir.


Bu hücreler görmenin birinci duyusal nöronunu oluşturur. Bu bilgi retinanın daha dış tabakalarında yer alan gangliyon hücre tabakasına ulaşır. Gangliyon hücreleri görme yollarının ikinci duyusal nöronudur.

Talamustaki corpus geniculatum laterale hücreleri görmenin üçüncü duyusal nöronudur. Bu hücrelerin aksonları oksipital lobda kalkarin fissur çevresinde yer alan primer görme korteksine ulaşır.


NOT: Maymunda V1 olarak bilinen primer görme korteksinde tüm retinanın topografik bir haritası (retinotopik harita) yer alır. Kalkarin kortekste retinotopik harita kendine özgü bir yerleşime sahiptir.


Temporal görme alanı kontralateral, nazal görme alanı ipsilateral kalkarin kortekse haritalanır. Üst görme alanı infrakalkarin,alt görme alanı ise suprakalkarin bölgede yer alır. Santral görmeyi sağlayan fovea lifleri oksipital kutupta kalkarin fissurun en kaudal bölgesine gelirler.


Kalkarin fissurde rostrale doğru çıktıkça görme alanının periferisine doğru gidilmiş olur. Retina ile V1 arasındaki bire-bir bağlantı corpus geniculatum laterale'de yer alan altı hücre tabakası aracılığı ile sağlanır.


En dışta yer alan dört tabaka küçük hücrelerden oluşur ve parvosellüler tabakalar, derinde yer alan iki tabaka, büyük hücrelerden oluşur ve magnosellüler tabakalar adını alır.

Vizüel kortekste yapısal (strüktürel) ve aynı zamanda görmenin algılanmasında şekil, renk ve hareket için fonksiyonel bir organizasyonun olduğu kabul edilmektedir.


Hareketin algılanmasında retinadan kalkan uyarılar, talamustaki corpus geniculatum laterale’de yer alan magnosellüler tabakadan geçip V1’e ulaşarak pariyetal yönelimli dorsal prestriat bölgede V5’e iletilmektedir.

Renk algılanmasında ise retinadan kalkan uyaranın talamusta parvosellüler hücre tabakasından geçerek primer vizüel kortekste V1 ‘e ulaşıp inferior temporal yönelimli ventral V4 bölgesinde işlendiği kabul edilmektedir.

DİP NOT: Gözdibi muayenesi her nörolojik hastada muhakkak yapılmalıdır. Fundusa bakıldığında ilkin optik sinirin göz küresini terkettiği parçasını oluşturan papillayı bulup rengi ve sınırlarının netliği değerlendirilir.

Papillayı, retinadaki herhangi bir damarı giderek kalınlaştığı yöne doğru izleyerek bulmak mümkündür.

Normal bir papillanın tüm sınırları net bir şekilde retinadan ayırt edilebilir. Papilla içinde göze giren ve çıkan ve retinada seyreden damarlar da değerlendirilmelidir. Bunlardan daha kalın ve koyu olanlar venlerdir.

Normalde, papilla çevresi ödemli olmadıkça retina damarları boylu boyunca izlenebilir. Daha sonra retinada kanama ve diğer değişiklikler araştırılır.


Görme kaybına neden olan, korneadan retinaya kadar göz küresinin çeşitli bölümlerinin hastalıkları oftalmolojinin konusudur. Nörolojiyi ilgilendiren görme bozuklukları optik sinir hastalıklarına bağlı olanlardır. Bunlardan bazıları;


Mültipl skleroz, santral sinir sisteminde miyelin harabiyetiyle giden bir hastalıktır ( Felçler). Sinir sistemine dağınık bir şekilde oturan demiyelinizasyon plakları nedeniyle piramidal tipte felçler, serebellar bulgular ve duyu kusurları görülür.


Optik sinir tutulması sıktır. Hastaların vizyonu saatler veya günler içinde bozulur. Genellikle tek taraflıdır. Bu akut görme kaybı tablosuna optik nevrit adı verilir. Lezyon papillada ise papilla sınırlarının netliğini kaybettiği (papilla ödemi) dikkati çeker.


Vizyon bozukluğu ve papilla ödeminin birlikte bulunduğu bu tabloya papillit denir.

Demiyelinizasyon optik sinirinin göz küresi arkasındaki bölümünde ise görme azalmasına karşın başlangıçta papilla tamamen normal görünümdedir. Bu tabloya da retrobülber nevrit adı verilmektedir.

Optik nevritteki vizyon kusuru mercekle düzeltilemez. Ancak bir süre sonra görme keskinliğinde az veya çok bir iyileşme görülür. Gerek papillit, gerekse retrobülber nevritte zamanla papillanın tümünün veya daha sık olarak temporal yarısının soluklaştığı dikkati çeker.


Dakikalar veya saatler içinde geçen tek taraflı körlükler oldukça sık görülür. Buna, amaurosis fugax adı verilir. Bunların büyük kısmı retina iskemisine bağlıdır. Retinanın kanlanması aynı taraftaki a. carotis interna’dan sağlanır.


Bu damarın boyun parçasındaki daralmalarında aynı tarafta amaurosis fugax nöbetleri dikkati çeker.


Bunların bir kısmında a. carotis interna yetersizliği aynı taraftaki hemisferin dolaşımını da bozacağından karşı tarafta hemipleji görülebilir.


Bir gözünde a. fugax nöbetleri geçiren bir hastanın karşı vücut yarısında hemipleji yerleşmesi a. carotis interna hastalığını düşündürür. (Karotis hastalığı beyni besleyen karotis damarının daralması yada tıkanmasıdır. Karotis hastalığı felç yada beyin fonksiyonlarının kaybı ile karakterize bir durum olan inme-nin en önemli nedenidir.



Karotis hastalığı en sık ateroskleroz yani damar sertliğinden kaynaklanır ve karotis hastalarının çoğunda kalp damarlarının yada bacak damarlarının hastalığı bulunur. Yaşla karotis hastalığı artar. Örneğin 50 yaşın altında %1, 80 yaşında ileri derecede karotis hastalığı bulunur.

Karotiste darlık oluştuğunda darlığın üzerindeki pıhtıların yada darlığın içeriğinin beyine gitmesi ve beyinin ince damarlarını tıkayıp oksijensiz kalan beyin hücrelerinin ölümü gerçekleşir. Bir diğer sorun ise karotisin daralıp sonunda tıkanmasıdır. Bu durumda beyinin o tarafı beslenemediği için ciddi sonuçlara neden olur.)


 Görme bozukluğu olan taraftaki arter üzerinde üfürüm duyulması tanıyı destekleyen bir bulgudur.


Migren krizlerinin başlangıcında da tek veya iki gözde geçici körlük olabilir. Bunun arkasından baş ağrısının ortaya çıkması migren olasılığını destekler.


 Temporal arteritte de optik sinir veya retina iskemisine bağlı tek veya çift taraflı ani körlükler görülür. Bunların bir kısmı geçici, bir kısmı ise kalıcıdır.


Optik siniri direkt olarak bastıran fronto-bazal yerleşimli tümörler de sinirin liflerini zamanla atrofiye uğratarak görme kaybına neden olurlar. Bu durumda, bir staz döneminden geçmeden papillanın soluklaştığı dikkati çeker. Buna primer optik atrofi denir.


 Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35



Kaynakça:

Rebecca Erwin Wells, M.D.M.P.H. Professor, Neurology

Vanessa Baute, M.D. Professor, Neurology

Jane G. Boggs, M.D. Professor, Neurology

Myriam Sollman, Ph.D. Professor, Neuropsychology


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi


Nöroloji Anabilim Dalı

23 Ekim 2016 Pazar

MASKELİ DEPRESYON NE DEMEK - BELİRTİLERİ VE ÇÖZÜMLERİ

MASKELİ DEPRESYON NE DEMEK?

BU BELİRTİLER SİZDE DE VARSA MASKELİ DEPRESYON GEÇİRİYOR OLABİLİRSİNİZ.

“Depresyon, insanın duygu alanındaki sorunların başında gelen bir duygudurum bozukluğudur ve çağımızın en yaygın psikiyatrik hastalığıdır. Duygudurum çöker kişi; neşesiz, isteksiz, yorgun, bitkin, tahammülsüzdür, hiçbir şeyden zevk alamadığını söyler. Ancak depresyondaki kişilerin bazılarında depresyon bu belirtilerle ortaya çıkmaz. Daha çok bedensel hastalık belirtileri şeklinde ortaya çıkar. Buna da ‘Maskeli Depresyon’ denir”

MASKELİ DEPRESYONUN BELİRTİLERİ

Maskeli depresyonda belirtiler çok çeşitlidir, bütün vücut sistemleri ve fonksiyonları ile ilgili olabilir ancak en sık görülenleri baş ağrısı, bel, sırt, boyun, eklem ağrıları, gezici vücut ağrıları olmak üzere halsizlik, yorgunluk, bitkinlik baş dönmesi, kulak çınlaması, nefes darlığı, çarpıntı, sindirim sistemi şikayetleri, bulantı, şişkinlik solunum sistemi sorunları, cilt sorunları, cinsel şikayetler, vs. dir.

Ama asıl altta yatan neden depresyondur. Bu grup kişiler, başlangıçta bedensel şikayetlerle hekimlere başvurur, doktor doktor gezer ve durmadan bir sürü tetkikler yaptırırlar ama somut bir sonuca ulaşamazlar. Belirtilerin büyük çoğunluğu anksiyeteye (kaygı ve bunaltı) bağlı olarak ortaya çıkar.

Örneğin; kaygı ağrıya neden olur, ağrı kaygıyı daha da artırır, artan kaygı artan ağrıya neden olur ve bir kısır döngü oluşur. Bunun yanında; fobik, obsesif belirtiler, hastalık korkusuyla sürekli uğraş (hipokondriazis), alışılmadık şekilde alkol-madde kullanmaya yönelme, cinsel davranışlarda, uyku ve yeme alışkanlıklarında beklenmedik değişiklikler, aile, iş ve arkadaş ortamlarından uzaklaşma gibi belirtiler de örtülü depresyonun sinyalleri olabilir.

Maskeli depresyonda depresyonun bilişsel ve duygusal bileşenleri yok veya çok zayıftır, bedensel belirtiler baskındır. Bazı hastalarda duygusal ve bilişsel bileşenler olmakla birlikte kişi bunları dile getirmek istemez.

Ülkemizde ve diğer doğulu toplumlarda maskeli depresyon daha yaygındır. Çünkü insanlar duygularından söz etmek istemezler, bunun kendileri için bir eksiklik ve yetersizlik olduğunu düşünürler. Toplumun psikiyatrik sorunlara yönelik olumsuz ve ilgisiz algısı da bu tutuma yol açabilmektedir.


 Bazı kişiler ise duygusal yaşantılarını sözelleştirme yeteneğinden yoksundur. Şu ya da bu şekilde sözelleştirilemeyen duygular bedensel belirtiler yoluyla ifade edilir.

Öte yandan doktor, “Bedeninde sorun yok, sadece sıkıntın var” dediğinde bir çok yeterli bilgiye sahip olmayan kişi yakınları, empati yerine öfke duyup “Bak bir şeyin yokmuş, her şey senin elinde, istesen turp gibi olursun, iyi olmayı istemiyorsun…” gibi sözler söyleyebiliyorlar.

Bu da zaten alıngan olan depresif kişinin “Kimse beni anlamıyor” diye düşünmesine ve depresyonunun artmasına neden olabiliyor. Bu nedenle kişi de çoğu zaman bilinçdışı olarak sıkıntısını bedenselleştirerek göstermeyi tercih eder.

Böylece daha fazla ilgi ve şefkat göreceğini düşünür. Maskeli depresyon kadınlarda çok daha sık görülür Bunun nedenleri;  Kadının olumsuz duygularını dışa vurmasının çevre tarafından hoş karşılanmaması, Kadınlarda agresyonun (engellenme sonucu saldırganlık) dışa yansıtılamayıp daha çok içe yönelmesi, erkeklerde daha çok dışa yansıtılması, Bedensel yakınmaların getirdiği ikincil kazanç beklentisidir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
+90532 297 92 35

Kaynakça: Psikiyatr Dr. Gıyasettin Ekici



 REFLEKSOLOJİ İLE DEPRESYON TEDAVİSİ

PANİK ATAK HASTALIĞININ TEDAVİSİ NEDEN ÖNEMLİDİR?

Vakaların %40-80’inde majör depresyon dediğimiz tablo hastalığa eklenip, durumu ağırlaştırmaktadır. Kişilerin bahsetmesine karşın intihar riski yüksektir.
Hastaların %20-40’nda madde ve alkol bağımlılığı görülmektedir.
Kişi ilerleyen dönemde eve bağımlı hale gelebilmekte ya da hastane,eczane gibi yerlere yakın olmayı yeğlemektedir.

PANİK ATAK TEDAVİSİNDE REFLEKSOLOJİ
Depresyon tedavisine ek olarak panik atakta otonom sinir sisteminin düzenlenmesi ve troid bezinin çalışma düzeninin sağlanması amaçlanmaktadır.

REFLEKSOLOJİ İLE DEPRESYON TEDAVİSİ

Depresyonun ortaya çıkmasında etkili olan seratonin eksikliğinin giderilmesi için bu bezi kontrol eden beynin ilgili noktalarını uyarmayı amaç edinir. Ayrıca düşünce bozukluğunun da kaynağı olan frontal lob bölgesi uyarılarak depresyonun temeline inilmeye çalışılır.

STRES REFLEKSOLOJİ İLİŞKİSİ

Amerikan tıp derneği tarafından yapılan bir araştırmaya göre ,tüm hastalıkların %75’inin temelinde stres faktörünün bulunduğu belirlenmiştir.Duke Üniversitesi Tıp Merkezi araştırmacıları kalp rahatsızlıklarının temelinde stres olduğunu belirlediler.

Bu ve bunu gibi birçok çalışma gösteriyor ki sadece stresten uzak durarak bile kendimizi hastalıklardan büyük ölçüde koruyabiliriz. Sağlıklı yaşamın ana şartlarından birtanesi de Stresten uzak kalmaktır.
Refleksoloji Hastalıklarda vücudun doğal iyileştirme mekanizması ile uyum içerisinde aklın , vücudun ve ruhun tedavisi için kullanılmaktadır.

Refleksoloji , lenf dranajı ve venöz dolaşım üzerinde sinir yoları üzerinden similasyon yöntemiyle kas gevşeme sistemini çalıştırır ve yoğun bir rahatlama oluşturur.Böylelikle vücut hastalıklarla mücadele yeteneği sağlayacak bir gevşeme sağlar.

Refleksoloji stres için ayaklardaki sinir izdüşümlerine karşılık gelen böbreküstü bezleri, böbrek, mesane, sinüs, beyin ve kalp ile ilgili alanları üzerinde durarak vücudumuz üzerinde stresi oluşturabilecek organların gevşemesini sağlar ve bir rahatlama meydana getirir.Bu uygulama sonuçları Temmuz ayı 1993 yılında Çin Refleksoloji sempozyumunda açıklanmıştır.Buna göre ;

Uygulamaya katılanların %40 ‘nda tam bir tedavi sağlanmış , %35 nde büyük ölçüde geliştirilmiş olduğu görülmüştür. Katılımcıların %15 inde yumuşak gelişmeler gözlenirken %10 da ise hiçbir gelişme gözlenmemiştir.


Refleksoloji, bugün tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)


17 Ekim 2016 Pazartesi

UNUTKANLIK NEDEN OLUR NASIL TEDAVİ EDİLİR

UNUTKANLIK

Unutkanlık günlük yaşamda sıklıkla karşılaşılan bir durum. Stres, uykusuzluk, aşırı yorgunluk unutkanlık yapabilir. Bazı mineral ve vitamin eksiklikleri buna katkıda bulunabilir. Damar sertliği de unutkanlık yapar. Bazı nöroloji hastalıkları da unutkanlık yapabilir. Şeker hastalarında unutkanlık fazla görülür.

Unutkanlık yapan üç önemli hastalık ise TİROİD YETMEZLİĞİ (HİPOTİROİDİ), HİPOGLİSEMİ ve GİZLİ ŞEKER'dir.



1. HİPOTİROİDİ VE UNUTKANLIK


Tiroid bezinin az çalışmasına ve bu nedenle tiroid hormonlarını az üretmesine ve sonuçta kanımızda tiroid hormonlarının (T3 ve T4) düşük olması durumuna tiroid yetmezliği veya tıp dilinde hipotiroidi denir. Tiroid hormon yetersizliği sonucu vücudumuzun tüm metabolik olaylarında yaygın yavaşlama vardır ve bu nedenle vücudun dengesi alt üst olur.


Vücuttaki bu bozuklukların yanı sıra ruhsal çöküntü, unutkanlık, hareketlerde yavaşlama ve uykusuzluk görülür. Hamilelik döneminde tedavi edilmeyen tiroid yetmezliği bebeklerde zeka geriliğine neden olabilmektedir.


Hipotiroidizm, toplumda % 4.6 oranında bulunur. Bunun çoğunluğunu başlangıç halindeki veya hafif derecedeki tiroid bezi yetmezliği (sadece TSH yüksek fakat T3 ve T4 normal olması) oluşturur. Tiroid yetmezliği tiroid fazla çalışmasından daha çok görülür ve nodüllerden sonra en sık görülen tiroid hastalığıdır.


 HİPOTİROİDİ NEDENLERİ


 1. Hashimoto Hastalığı

2. Tiroid bezi ameliyatı

3. Önceden radyoaktif iyod tedavisi görmek

4. Doğuştan bazı genetik hastalıklar

5. İyod, selenyum azlığı

6. Hipofiz hastalıkları

7. Bazı ilaçlar



TİROİT BEZİ YETMEZLİĞİNDE OLUŞAN ŞİKAYET VE BELİRTİLER

Tiroid bezi yetmezliğine ait şikayetler hastalığın şiddetine göre değişir. Bazen hiçbir şikayet yok iken bazı hastalarda çok şiddetli belirti ve şikayetler ortaya çıkar. Bazı belirtiler özellikle yaşlı kişilerde yaşlılığa bağlanır ve hastalık akla gelmez ise atlanır.



Tiroid bezi az çalışan ve tiroid hormonları kanda azalan bir kişide şu belirtiler olabilir;



• Kolay yorulma, yorgunluk, bitkinlik, enerji azlığı (yaygın)



• Hatırlamada zorluk, unutkanlık, yavaş düşünme, konsantre olamama



• Hareketlerde yavaşlık



• Sabahleyin uyanmada zorluk, daha çok uyku isteği, gün içinde uyuklama



• Üşüme veya kendini soğuk hissetme



• Terlemenin azalması



• Kuru, soğuk, kalın ve kaşınan bir deri



• Sarı veya portakal renginde bir deri



• Kuru, kaba ve kolay kırılan tırnaklar



• Saç dökülmesi, saçlarda azalma, kaşlarda dökülme



• İştah kaybı



• Kilo alma ve kiloyu verememe



• Horlama başlaması



• Kas krampları ve eklemlerde ağrı oluşması



• Kaslarda iğne batması hissi veya karıncalanma



• Kabızlık olmaya başlaması



• Göz etrafının ve göz altının şişmesi



• El, ayak ve eklemlerde şişlik



• Karpal tünel sendromu denilen el bileğinde sinir sıkışması ve ağrı



• Adet kanamalarının daha fazla miktarda olması, adetlerde kramp olması ve adet öncesi dönemin kötü geçmesi



• Bazı kadınlarda adet sıklığının azalması veya adetlerin kesilmesi



• Depresyon gelişmesi ve hiçbir şeyle ilgilenmeme



• Sesin kalınlaşması ve ses kısıklığı



• İşitmede azalma oluşması



• Guatr oluşması (Hashimoto hastalarında olur)



• Tiroid bezinin küçülmesi (tiroid bezi iltihaplarına veya Hashimotonun son evresine bağlı olarak)



• Kalp hızının ve nabız sayısının azalması



• Kan kolesterol düzeyinde artma



• Gebe kalamama (kısırlık)



• Libido (Cinsel istek) azlığı ve empotans



• Reflekslerin yavaş olması



• Kekemelik


 HİPOTİROİDİ (TİROİT BEZİ YETMEZLİĞİ) NASIL TEŞHİS EDİLİR

Hipotiroidi hastalığı kan testleriyle kolaylıkla teşhis edilir. Test olarak T3, T4, TSH, anti-TPO antikoru ölçülür ve tiroid ultrasonu yapılır. Kanda serbest T4 hormonu düşük ve TSH yüksek ise hipotiroidi tanısı konur.


Serum T3 düzeyleri değişkendir ve bazen normal sınırda olabilir. Çok nadiren hipofiz bezi yetmezliğine bağlı tiroid bezi yetmezliği olabilir, o zaman TSH hormonu düşük, T4 ve T3 hormonu da düşüktür.


Tiroid bezi yetmezliği teşhis edilen hastalarda tam kan sayımı, karaciğer testleri ve kolesterol, trigliserit ve LDK kolesterol tetkikleri ile kalp grafisi (EKG) tetkiki yapılır. Kalp hastalığı riskini anlamak için kanda homosistein ve hassas CRP tetkiklerine bakılması faydalıdır.


Kansızlık varsa kanda ferritin, B-12 vitamini ve folat düzeylerine bakılarak demir eksikliği veya vitamin eksikliği olup olmadığı araştırılır.


Aşikar yani belirgin (tam) tiroid yetmezliğinde TSH hormonu kanda artar ve genellikle 10 IU/L’den daha yüksek çıkar; kandaki T4 ve T3 hormonları da düşmüştür.



2.BİR UNUTKANLIK NEDENİ OLARAK HİPOGLİSEMİ (ŞEKER DÜŞÜKLÜĞÜ)

Reaktif hipoglisemi yemek sonrası kan şekerinde düşmeler olmasıdır. Bunu anlamak için 3 saatlik şeker yükleme testi yapılır. Bu esnada terleme, çarpıntı, nabız ve bazen tansiyon yükselmesi görülür. Bu durumun nedeni insülin seviyesinin yenen yemek sonrası kanda hızla yükselmesi ve daha sonra insülinin kan şekerini düşürmesidir.


3. GİZLİ ŞEKER VE UNUTKANLIK


Açlık kan şekerinin 100 ile 126 mg/dl arasında olmasına ‘’Açlık Kan şekeri Bozukluğu’’ adı verilirken, kan şekerinin yükleme testi (OGTT) sırasında (75 gram glukozla yapılan şeker yükleme testinde) 2. saattte 140 ile 199 mg/dl arasında çıkmasına ise '‘ Şeker Tolerans Bozukluğu’’ veya ‘’Gizli Şeker’’ adı verilir.


İşte hem açlık kan şekeri bozukluğuna hem de glukoz tolerans bozukluğuna ‘’Pre-Diyabet’’ adı verilir. ‘’Pre’’ sözcüğü latince ‘’ön’’ veya ‘’erken’’ anlamına gelmektedir. Diğer bir deyimle şeker hastalığının ön veya erken devresi demektir.


Bu kişilerde diyabeti önleme programı ile (sağlıklı beslenme, egzersiz ve fazla kiloların verilmesi) hastalık geriletilebilir veya ortaya çıkması geciktirilir.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35

Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA



Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir REFLEKSOLOJİ seansı uygulamasıdır.

Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)


14 Ekim 2016 Cuma

TANSİYON DÜŞÜKLÜĞÜ - DÜŞÜK TANSİYON HİPOGLİSEMİ (ŞEKER DÜŞMESİ) VE HORMON HASTALIKLARI İLİŞKİSİ

TANSİYON DÜŞÜKLÜĞÜ

DÜŞÜK TANSİYON HİPOGLİSEMİ (ŞEKER DÜŞMESİ) VE HORMON HASTALIKLARI İLİŞKİSİ

Tansiyondaki düşüklük bazen geçici olarak ortaya çıkabilir. Korku, stres, bazı kokular nedeniyle tansiyon geçici olarak düşebilir. Ancak sürekli olarak tansiyon düşüklüğü varsa bunun nedenlerini araştırmak gerekir.

Bazı kalp hastalıkları, ishal, kanama, şok, tansiyon düşüklüğü yapabilir.

1. REAKTİF HİPOGLİSEMİ

Yemek sonraları kan şekeri düşüklüğü, yaşamı çok kötü etkileyen, enerjiyi düşüren, halsizlik, yorgunluk ve baş dönmesi yapan, iş verimini düşüren ve sizi kızgın, öfkeli, sabırsız bir hale getiren bir durumdur. Çok sık olmasına rağmen üzerinde pek durulmayan önemli bir hastalıktır. Kilo veremeyen kişilerin çoğunda reaktif hipoglisemi vardır.

Gün içinde acıkma atakları oluyor ve şekerli gıdalara saldırıyorsanız; öğleden sonraları baş ağrısı varsa; uykudan birkaç saat sonra gece yarısı uyanıyor ve zor uyuyabiliyorsanız;

kötü rüyalar görüyor ve devamlı bir yorgunluk varsa; öğleden sonra canınız şeker veya kahve içmeyi çok istiyorsa; baş dönmeleri varsa; yemek yiyinceye kadar halsizlik ve yemek gecikince kendinizi bitkin hissediyorsanız; halsizliğiniz yemek yiyince düzeliyorsa;

 yemek gecikince ellerde titreme ve çarpıntı oluyorsa; çok duygusalsanız, çabuk sinirleniyor ve kontrolünüzü kaybediyorsanız; yemek önceleri çok huzursuzsanız; yemeklerden sonra uyku basıyor ve gün boyu uyukluyorsanız, bu belirtiler kahvaltı öncesi de oluyorsa, kan şekerinizde düşüklük olabilir.

Bunun başlıca nedeni de dengesiz beslenme, fazla karbonhidratlı, nişastalı gıdalar ve şeker yeme, stres ve aşırı kafein alımı (kahve, çay, kola) veya ailenizde şeker hastalığı olmasıdır.

Reaktif hipoglisemisi olan bazı hastalarda şeker düştüğünde tansiyonda düşme olabilir. Bazısında ise yükselme olmaktadır.
2. ŞEKERSİZ ŞEKER HASTALIĞI (DİYABETES İNSİPİDUS)

Hipozin arka tarafından salgılanan antidiüretik hormonun (ADH) azlığı veya etki edememesi sonucu aşırı idrar yapma ve aşırı su içme ile karakterize bir hastalıktır.

Çok idrara çıkma, ağız kuruluğu, aşırı susama hissi ve çok su içme en sık ve en belirgin bulgulardır. Genellikle belirtiler ani başlar ve soğuk içeceklere istek artmıştır. Çoğu hastada günlük idrar çıkışı 2-6 litre ve bazen 16-24 lt arasında olabilir ve idrara çıkma sıklığı gece ve gündüz 30-60 dakika aralıklar ile olabilir.
Gece idrara çıkma sıktır. Sıvı alımında sorun olmayan hastalarda başka klinik bulgu yada yakınma gözlenmez ; ancak herhangi bir nedenle yeterli sıvıya ulaşamayan hastalarda aşırı idrarla sıvı kaybı ve volüm kaybına bağlı olarak vücutta su azalması, tansiyon düşmesi, şok ve ölüm gelişebilir.

3. ADRENAL BEZ (BÖBREK ÜSTÜ BEZİ) YETMEZLİĞİ

Böbrek üstü bezinin hastalığı nedeniyle KORTİZOL HORMONUNUN VE DİĞER HORMONLARIN AZ SALGILANMASI SONUCU OLUŞUR.

Adrenal bezler az kortizol salgılıyorsa adrenal yetmezlik oluşur ve bu kişilerde halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı, aralıklı kusma, karın ağrısı, ishal veya kabızlık, genel halsizlik, kas krampları, eklem ağrıları, oturup-kalkmakla tansiyon düşmesi (postural hipotansiyon) olabilir.

Genel halsizlik, yorgunluk ve bitkinlik, iştahsızlık ve kilo kaybı (15 kg’a kadar) genellikle ilk bulgulardandır. Bulantı ve kusma OLABİLİR.

Hipotansiyon yani tansiyon düşüklüğü hastaların %90’ında vardır ve genellikle oturup-kalkma ile oluşan şekildedir ve baş dönmesi oluşur.
Kan şekerinde düşme görülebilir. Tuz yeme isteği ve hafif ateş olabilir.Hafıza zayıflaması, depresyon, psikoz görülebilir.

4. potasyum düşüklüğü
Aşırı potasyum eksikliği bazı kişilerde oturup-kalkmakla oluşan tansiyon düşüklüğüne (postural hipotansiyona) neden olabilir.
5. feokromasitoma hastalığı

Feokromositoma adrenal bezin iç kısmı olan medulla kısmından köken alan tümörlerdir. bu HASTALARDA KANDA ADRENALİN VE NORADRENALİN HORMONLARI ARTAR VE TANSİYON YÜKSEKLİĞİ YAPAR. ANCAK BU HASTALARDA-da Ayağa kalkma-oturma ile tansiyon düşmesi ve taşikardi (çarpıntı) oluşabilir.

6. Bazı zehirli guatr vakalarında Nadiren adrenal kortizol hormon azalmasına bağlı olabilir.

7. Sodyum DÜŞÜKLÜĞÜ: kanda sodyum düşüklüğü tansiyon düşüklüğü yapabilir.

8. ŞEKER HASTALARINDA DİYABETİK NÖROPATİ denilen sinir hasarı geliştiğinde olabilir.

9. HİPOFİZ YETMEZLİĞİ: hipofiz hormonlarının az salınmasında tansiyon düşüklüğü olabilir.
Tansiyon düşüklüğü var ve kalp hastalığı veya diğer bir hastalığınız yoksa tansiyon düşüklüğü yapan hormon hastalıklarının araştırılması için bir ENDOKRİN UZMANINA başvurunuz.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
+90532 297 92 35
Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA

Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir REFLEKSOLOJİ seansı uygulamasıdır.
Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)