31 Ekim 2016 Pazartesi

ERKEN TEŞHİS VE TEDAVİ İLE VÜCUT FELCİ ENGELLENEBİLİR

ERKEN TEŞHİS VE TEDAVİ İLE VÜCUT FELCİ ENGELLENEBİLİR...

VÜCUDUN TÜMÜNÜ ETKİLEYEN BAZI KAS HORMON HASTALIKLARI- DA GÖZDE BELİRTİ VEREBİLMEKTEDİR


Sinirler vücudun tüm organlarının çalışması için gerekli olan elektrik donanımıdır. Atardamarlar bir organın çalışması için gerekli suyu getiren temiz kanı taşıyan damarlar, toplardamarlar ise kullanılmış su atıklarını temizlenmek üzere kalbe götüren damarlardır.


Elektrik de su da olmazsa bir organ çalışamaz.

Göz için de durum aynıdır, sinirleri ve damarları tam çalışmayan bir gözde çeşitli sorunlar olabilir. Gözün iç yapısı beyinle akrabadır. Bu nedenle beyinde olan veya sinirleri etkileyen birçok hastalık gözü de etkileyebilir. Bu sayede göze bakarak teşhis edilebilir.


Bir çeşit göz felci de denebilecek bu hastalıklar vücutta oluşabilecek bir felcin ön habercisi olabilir. Erken teşhis ve tedavi ile vücut felci engellenebilir. Benzer şekilde vücudun tümünü etkiyelen bazı kas ve hormon hastalıkları da gözde belirti verebilmektedir.



İstemli bir hareketin biri santral, öteki periferik olmak üzere iki motor nöronun aracılığı ile sağlanır. M. spinalis’in ön boynuzundan başlayıp kasa kadar uzanan II. motor nöron aksonlarının oluşturduğu periferik sinirlere spinal sinirler diyoruz.


Beyin sapındaki motor kranyal sinirler çekirdeklerinden başlayan II.motor nöron aksonları ise kraniyal sinirleri yapar. Periferik sinir sisteminin bu iki parçası, kolayca anlaşılacağı gibi, birbirinin analogudur.


Periferik sinirlerin, motor sinir liflerinin yanısıra duyusal lifler de taşıdığını biliyoruz. Bu nedenle bunlara mikst (karışık) sinirler adı verilir. Çevreden gelen impulsları spinal sinirler yoluyla m. spinalis’e taşıyan duyusal nöronların hücre gövdeleri arka kökler üzerindeki spinal ganglionlarda yerleşmişlerdir.


Kraniyal sinirlerin içindeki duyusal tellerin hücre korpusları da beyin sapının dışında yer alan ganglionlarda bulunmaktadır. Görüldüğü gibi, spinal ve kranyal duyusal sinir telleri ve bunlarla ilgili ganglionlar da anatomik ve fizyolojik açıdan birbirinin analogudur.


Duyu yollarının kortekse kadar çıkan santral bağlantıları bulunur. Sağda ve solda birer tane olmak üzere 12 çift kraniyal sinir vardır. Kafa çiftleri de denilen bu sinirlerin özel adları olduğu gibi, nöroloji pratiğinde I den XII'ye kadar sıralanarak bu numaralar ile de adlandırılırlar.


Kafa çiftlerinin üç tanesi (I., II. ve VIII. sinirler) sırasıyla koklama, görme, işitme ve denge gibi özel duyularla ilgilidir. Beş tanesi (III., IV., VI., XI. ve XII. sinirler) saf motor sinirlerdir. Diğer dördünün ise (V., VII., IX. ve X. sinirler) motor ve duyusal görevleri vardır, yani bunlar mikst sinirlerdir. Kraniyal sinirlerin dört tanesi (III., VII.,IX ve X. sinirler) otonomik fonksiyonlarla ilgili parasempatik teller de içerir.

Kraniyal sinirlerin numaraları ve adları;

I.kraniyal sinir: N. Olfactorius

II. kraniyal sinir: N. Opticus

III. kraniyal sinr:i N. Oculomotorius

IV. kraniyal sinir: N. Trochlearis

V. kraniyal sinir: N. Trigeminus

VI. kraniyal sinir: N. Abducens

VII. kraniyal sinir: N. Facialis

VIII. kraniyal sinir: N. Stato-Acusticus

IX. kraniyal sinir: N. Glossopharyngeus

X. kraniyal sinir: N. Vagus

XI. kraniyal sinir: N. Accessorius

XII. kraniyal sinir: N. Hypoglossus


N. olfactorius ve N. opticus dışında kalan kafa çiftleri benzer anatomik özellikler taşırlar. Yani, hepsi de beyin sapı (mezensefalon, pons, bulbus) içinde yer alan bir motor nukleustan başlar veya beyin sapındaki duyusal bir çekirdekte sonlanırlar. Gene, bu sinirlerin hepsi kafatası tabanındaki delik ve yarıklardan kafa boşluğunu terk ederler


 I. KRANİYAL SİNİR

(N.Olfactorius)

Koku almayı sağlayan sinirdir. Burun boşluğu mukozasından başlayan sinir lifleri etmoid kemikten geçerek bulbus olfactorius’a ulaşır. Buradan kalkan aksonlar frontal lobların alt yüzünde tractus olfactorius ‘u oluşturarak arkaya doğru giderler. Koku yollarının anatomik sonlanma bölgesi iyi bilinmemektedir. Genellikle septal bölge ve temporal loba ulaştıkları kabul edilmektedir.

İşlevi : Koku alma. Lezyonunda : Koku alamama (Anosmi).


 Anosminin Bulunduğu Durumlar

Kafa travması. Varsa, anosmi, genellikle iki yanlıdır. Ön kafa çukuru tabanında yer alan tümörler (meningioma gibi).


 II. KRANİYAL SİNİR

(N. Opticus)

Görmeyi sağlayan sinirdir. Gözün retina tabakasındaki ganglion hücrelerinin uzantıları bir araya gelerek n. opticus’u oluşturur.


Sinirin göz küresinden çıktığı parça optik sinir başı veya papilla nervi optici adını alır. Retinanın nazal ve temporal yarısından gelen görsel impulsları taşıyan optik sinir telleri sella turcicabölgesine kadar gelir. Burada, her iki gözün nazal retinasından gelen lifler çaprazlaşıp karşıya geçer.


Çaprazlaşan sinir tellerinin oluşturduğu yapıya chiasma opticum denir. Kiyazmadan sonra görme lifleri tractus opticus adını alır. Tractus opticus’taki lifler – ışık refleksinin aferent telleri bir tarafa bırakılırsa – talamusun corpus geniculatum laterale adı verilen çekirdeğinde sonlanır.


Yani, retinadan başlayarak talamusa kadar kesintiye uğramadan uzanan görme yolları burada sinaps yapar ve radiatio optici adını alarak temporal ve parietal lobların derinliklerinden geçip oksipital lobların iç yüzlerindeki primer görme korteksine (kalkarin korteks) ulaşır.

Işık refleksiyle ilgili lifler tractus opticus içinde seyreder. Görme liflerinden farklı olarak, bunlar talamusa uğramazlar ve doğrudan pretektal bölgeye ulaşır.


Burada sinaps yaptıktan sonra informasyon iki yanlı olarak mezensefalonda yer alan Edinger Westphal çekirdeğine iletilir.Buradan kalkan eferent lifler okulomotor sinir ile birlikte göze ulaşarak ışık karşısında pupilla konstriktorlarını uyarıp her iki gözde pupillanın küçülmesini sağlar.


Özetlenirse;

Retinada ışık reseptörleri (impuls) - Bipolar hücreler - Ganglion hücreleri - Aksonları göz küresi arka bölümünde papillayı oluşturur - Nervus opticus - Chiasma opticum (nazal retinadan gelen lifler çaprazlaşır) - Tractus opticus -Talamus - Radiatio optici - Görme korteksi.


İşlevi

Görme impulslarının iletilmesi ve pupillanın ışık refleksinin götürücü yolunu oluşturmak.

Görme: Işık impulsu pupilladan girip göz küresini geçerek retinanın fotoreseptör tabakasına ulaşır. Bu tabakada yer alan ve ışığa duyarlı bölümleri olan rod (çomak) ve cone (koni) hücrelerinde ışık enerjisi elektrik sinyaline dönüşür. Retinadaki rod sayısı cone sayısından fazladır.


Rod hücreleri daha az ışığı algılayabilir. Sayıca az olan cone hücreleri retinanın periferik bölgelerinde daha da az bulunurlar. Başlıca özellikleri görme keskinliği ve renkli görme ile ilgilidir. Burada oluşan sinyaller retinadaki bipolar hücrelere iletilir.


Bu hücreler görmenin birinci duyusal nöronunu oluşturur. Bu bilgi retinanın daha dış tabakalarında yer alan gangliyon hücre tabakasına ulaşır. Gangliyon hücreleri görme yollarının ikinci duyusal nöronudur.

Talamustaki corpus geniculatum laterale hücreleri görmenin üçüncü duyusal nöronudur. Bu hücrelerin aksonları oksipital lobda kalkarin fissur çevresinde yer alan primer görme korteksine ulaşır.


NOT: Maymunda V1 olarak bilinen primer görme korteksinde tüm retinanın topografik bir haritası (retinotopik harita) yer alır. Kalkarin kortekste retinotopik harita kendine özgü bir yerleşime sahiptir.


Temporal görme alanı kontralateral, nazal görme alanı ipsilateral kalkarin kortekse haritalanır. Üst görme alanı infrakalkarin,alt görme alanı ise suprakalkarin bölgede yer alır. Santral görmeyi sağlayan fovea lifleri oksipital kutupta kalkarin fissurun en kaudal bölgesine gelirler.


Kalkarin fissurde rostrale doğru çıktıkça görme alanının periferisine doğru gidilmiş olur. Retina ile V1 arasındaki bire-bir bağlantı corpus geniculatum laterale'de yer alan altı hücre tabakası aracılığı ile sağlanır.


En dışta yer alan dört tabaka küçük hücrelerden oluşur ve parvosellüler tabakalar, derinde yer alan iki tabaka, büyük hücrelerden oluşur ve magnosellüler tabakalar adını alır.

Vizüel kortekste yapısal (strüktürel) ve aynı zamanda görmenin algılanmasında şekil, renk ve hareket için fonksiyonel bir organizasyonun olduğu kabul edilmektedir.


Hareketin algılanmasında retinadan kalkan uyarılar, talamustaki corpus geniculatum laterale’de yer alan magnosellüler tabakadan geçip V1’e ulaşarak pariyetal yönelimli dorsal prestriat bölgede V5’e iletilmektedir.

Renk algılanmasında ise retinadan kalkan uyaranın talamusta parvosellüler hücre tabakasından geçerek primer vizüel kortekste V1 ‘e ulaşıp inferior temporal yönelimli ventral V4 bölgesinde işlendiği kabul edilmektedir.

DİP NOT: Gözdibi muayenesi her nörolojik hastada muhakkak yapılmalıdır. Fundusa bakıldığında ilkin optik sinirin göz küresini terkettiği parçasını oluşturan papillayı bulup rengi ve sınırlarının netliği değerlendirilir.

Papillayı, retinadaki herhangi bir damarı giderek kalınlaştığı yöne doğru izleyerek bulmak mümkündür.

Normal bir papillanın tüm sınırları net bir şekilde retinadan ayırt edilebilir. Papilla içinde göze giren ve çıkan ve retinada seyreden damarlar da değerlendirilmelidir. Bunlardan daha kalın ve koyu olanlar venlerdir.

Normalde, papilla çevresi ödemli olmadıkça retina damarları boylu boyunca izlenebilir. Daha sonra retinada kanama ve diğer değişiklikler araştırılır.


Görme kaybına neden olan, korneadan retinaya kadar göz küresinin çeşitli bölümlerinin hastalıkları oftalmolojinin konusudur. Nörolojiyi ilgilendiren görme bozuklukları optik sinir hastalıklarına bağlı olanlardır. Bunlardan bazıları;


Mültipl skleroz, santral sinir sisteminde miyelin harabiyetiyle giden bir hastalıktır ( Felçler). Sinir sistemine dağınık bir şekilde oturan demiyelinizasyon plakları nedeniyle piramidal tipte felçler, serebellar bulgular ve duyu kusurları görülür.


Optik sinir tutulması sıktır. Hastaların vizyonu saatler veya günler içinde bozulur. Genellikle tek taraflıdır. Bu akut görme kaybı tablosuna optik nevrit adı verilir. Lezyon papillada ise papilla sınırlarının netliğini kaybettiği (papilla ödemi) dikkati çeker.


Vizyon bozukluğu ve papilla ödeminin birlikte bulunduğu bu tabloya papillit denir.

Demiyelinizasyon optik sinirinin göz küresi arkasındaki bölümünde ise görme azalmasına karşın başlangıçta papilla tamamen normal görünümdedir. Bu tabloya da retrobülber nevrit adı verilmektedir.

Optik nevritteki vizyon kusuru mercekle düzeltilemez. Ancak bir süre sonra görme keskinliğinde az veya çok bir iyileşme görülür. Gerek papillit, gerekse retrobülber nevritte zamanla papillanın tümünün veya daha sık olarak temporal yarısının soluklaştığı dikkati çeker.


Dakikalar veya saatler içinde geçen tek taraflı körlükler oldukça sık görülür. Buna, amaurosis fugax adı verilir. Bunların büyük kısmı retina iskemisine bağlıdır. Retinanın kanlanması aynı taraftaki a. carotis interna’dan sağlanır.


Bu damarın boyun parçasındaki daralmalarında aynı tarafta amaurosis fugax nöbetleri dikkati çeker.


Bunların bir kısmında a. carotis interna yetersizliği aynı taraftaki hemisferin dolaşımını da bozacağından karşı tarafta hemipleji görülebilir.


Bir gözünde a. fugax nöbetleri geçiren bir hastanın karşı vücut yarısında hemipleji yerleşmesi a. carotis interna hastalığını düşündürür. (Karotis hastalığı beyni besleyen karotis damarının daralması yada tıkanmasıdır. Karotis hastalığı felç yada beyin fonksiyonlarının kaybı ile karakterize bir durum olan inme-nin en önemli nedenidir.



Karotis hastalığı en sık ateroskleroz yani damar sertliğinden kaynaklanır ve karotis hastalarının çoğunda kalp damarlarının yada bacak damarlarının hastalığı bulunur. Yaşla karotis hastalığı artar. Örneğin 50 yaşın altında %1, 80 yaşında ileri derecede karotis hastalığı bulunur.

Karotiste darlık oluştuğunda darlığın üzerindeki pıhtıların yada darlığın içeriğinin beyine gitmesi ve beyinin ince damarlarını tıkayıp oksijensiz kalan beyin hücrelerinin ölümü gerçekleşir. Bir diğer sorun ise karotisin daralıp sonunda tıkanmasıdır. Bu durumda beyinin o tarafı beslenemediği için ciddi sonuçlara neden olur.)


 Görme bozukluğu olan taraftaki arter üzerinde üfürüm duyulması tanıyı destekleyen bir bulgudur.


Migren krizlerinin başlangıcında da tek veya iki gözde geçici körlük olabilir. Bunun arkasından baş ağrısının ortaya çıkması migren olasılığını destekler.


 Temporal arteritte de optik sinir veya retina iskemisine bağlı tek veya çift taraflı ani körlükler görülür. Bunların bir kısmı geçici, bir kısmı ise kalıcıdır.


Optik siniri direkt olarak bastıran fronto-bazal yerleşimli tümörler de sinirin liflerini zamanla atrofiye uğratarak görme kaybına neden olurlar. Bu durumda, bir staz döneminden geçmeden papillanın soluklaştığı dikkati çeker. Buna primer optik atrofi denir.


 Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35



Kaynakça:

Rebecca Erwin Wells, M.D.M.P.H. Professor, Neurology

Vanessa Baute, M.D. Professor, Neurology

Jane G. Boggs, M.D. Professor, Neurology

Myriam Sollman, Ph.D. Professor, Neuropsychology


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi


Nöroloji Anabilim Dalı

23 Ekim 2016 Pazar

MASKELİ DEPRESYON NE DEMEK - BELİRTİLERİ VE ÇÖZÜMLERİ

MASKELİ DEPRESYON NE DEMEK?

BU BELİRTİLER SİZDE DE VARSA MASKELİ DEPRESYON GEÇİRİYOR OLABİLİRSİNİZ.

“Depresyon, insanın duygu alanındaki sorunların başında gelen bir duygudurum bozukluğudur ve çağımızın en yaygın psikiyatrik hastalığıdır. Duygudurum çöker kişi; neşesiz, isteksiz, yorgun, bitkin, tahammülsüzdür, hiçbir şeyden zevk alamadığını söyler. Ancak depresyondaki kişilerin bazılarında depresyon bu belirtilerle ortaya çıkmaz. Daha çok bedensel hastalık belirtileri şeklinde ortaya çıkar. Buna da ‘Maskeli Depresyon’ denir”

MASKELİ DEPRESYONUN BELİRTİLERİ

Maskeli depresyonda belirtiler çok çeşitlidir, bütün vücut sistemleri ve fonksiyonları ile ilgili olabilir ancak en sık görülenleri baş ağrısı, bel, sırt, boyun, eklem ağrıları, gezici vücut ağrıları olmak üzere halsizlik, yorgunluk, bitkinlik baş dönmesi, kulak çınlaması, nefes darlığı, çarpıntı, sindirim sistemi şikayetleri, bulantı, şişkinlik solunum sistemi sorunları, cilt sorunları, cinsel şikayetler, vs. dir.

Ama asıl altta yatan neden depresyondur. Bu grup kişiler, başlangıçta bedensel şikayetlerle hekimlere başvurur, doktor doktor gezer ve durmadan bir sürü tetkikler yaptırırlar ama somut bir sonuca ulaşamazlar. Belirtilerin büyük çoğunluğu anksiyeteye (kaygı ve bunaltı) bağlı olarak ortaya çıkar.

Örneğin; kaygı ağrıya neden olur, ağrı kaygıyı daha da artırır, artan kaygı artan ağrıya neden olur ve bir kısır döngü oluşur. Bunun yanında; fobik, obsesif belirtiler, hastalık korkusuyla sürekli uğraş (hipokondriazis), alışılmadık şekilde alkol-madde kullanmaya yönelme, cinsel davranışlarda, uyku ve yeme alışkanlıklarında beklenmedik değişiklikler, aile, iş ve arkadaş ortamlarından uzaklaşma gibi belirtiler de örtülü depresyonun sinyalleri olabilir.

Maskeli depresyonda depresyonun bilişsel ve duygusal bileşenleri yok veya çok zayıftır, bedensel belirtiler baskındır. Bazı hastalarda duygusal ve bilişsel bileşenler olmakla birlikte kişi bunları dile getirmek istemez.

Ülkemizde ve diğer doğulu toplumlarda maskeli depresyon daha yaygındır. Çünkü insanlar duygularından söz etmek istemezler, bunun kendileri için bir eksiklik ve yetersizlik olduğunu düşünürler. Toplumun psikiyatrik sorunlara yönelik olumsuz ve ilgisiz algısı da bu tutuma yol açabilmektedir.


 Bazı kişiler ise duygusal yaşantılarını sözelleştirme yeteneğinden yoksundur. Şu ya da bu şekilde sözelleştirilemeyen duygular bedensel belirtiler yoluyla ifade edilir.

Öte yandan doktor, “Bedeninde sorun yok, sadece sıkıntın var” dediğinde bir çok yeterli bilgiye sahip olmayan kişi yakınları, empati yerine öfke duyup “Bak bir şeyin yokmuş, her şey senin elinde, istesen turp gibi olursun, iyi olmayı istemiyorsun…” gibi sözler söyleyebiliyorlar.

Bu da zaten alıngan olan depresif kişinin “Kimse beni anlamıyor” diye düşünmesine ve depresyonunun artmasına neden olabiliyor. Bu nedenle kişi de çoğu zaman bilinçdışı olarak sıkıntısını bedenselleştirerek göstermeyi tercih eder.

Böylece daha fazla ilgi ve şefkat göreceğini düşünür. Maskeli depresyon kadınlarda çok daha sık görülür Bunun nedenleri;  Kadının olumsuz duygularını dışa vurmasının çevre tarafından hoş karşılanmaması, Kadınlarda agresyonun (engellenme sonucu saldırganlık) dışa yansıtılamayıp daha çok içe yönelmesi, erkeklerde daha çok dışa yansıtılması, Bedensel yakınmaların getirdiği ikincil kazanç beklentisidir.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
+90532 297 92 35

Kaynakça: Psikiyatr Dr. Gıyasettin Ekici



 REFLEKSOLOJİ İLE DEPRESYON TEDAVİSİ

PANİK ATAK HASTALIĞININ TEDAVİSİ NEDEN ÖNEMLİDİR?

Vakaların %40-80’inde majör depresyon dediğimiz tablo hastalığa eklenip, durumu ağırlaştırmaktadır. Kişilerin bahsetmesine karşın intihar riski yüksektir.
Hastaların %20-40’nda madde ve alkol bağımlılığı görülmektedir.
Kişi ilerleyen dönemde eve bağımlı hale gelebilmekte ya da hastane,eczane gibi yerlere yakın olmayı yeğlemektedir.

PANİK ATAK TEDAVİSİNDE REFLEKSOLOJİ
Depresyon tedavisine ek olarak panik atakta otonom sinir sisteminin düzenlenmesi ve troid bezinin çalışma düzeninin sağlanması amaçlanmaktadır.

REFLEKSOLOJİ İLE DEPRESYON TEDAVİSİ

Depresyonun ortaya çıkmasında etkili olan seratonin eksikliğinin giderilmesi için bu bezi kontrol eden beynin ilgili noktalarını uyarmayı amaç edinir. Ayrıca düşünce bozukluğunun da kaynağı olan frontal lob bölgesi uyarılarak depresyonun temeline inilmeye çalışılır.

STRES REFLEKSOLOJİ İLİŞKİSİ

Amerikan tıp derneği tarafından yapılan bir araştırmaya göre ,tüm hastalıkların %75’inin temelinde stres faktörünün bulunduğu belirlenmiştir.Duke Üniversitesi Tıp Merkezi araştırmacıları kalp rahatsızlıklarının temelinde stres olduğunu belirlediler.

Bu ve bunu gibi birçok çalışma gösteriyor ki sadece stresten uzak durarak bile kendimizi hastalıklardan büyük ölçüde koruyabiliriz. Sağlıklı yaşamın ana şartlarından birtanesi de Stresten uzak kalmaktır.
Refleksoloji Hastalıklarda vücudun doğal iyileştirme mekanizması ile uyum içerisinde aklın , vücudun ve ruhun tedavisi için kullanılmaktadır.

Refleksoloji , lenf dranajı ve venöz dolaşım üzerinde sinir yoları üzerinden similasyon yöntemiyle kas gevşeme sistemini çalıştırır ve yoğun bir rahatlama oluşturur.Böylelikle vücut hastalıklarla mücadele yeteneği sağlayacak bir gevşeme sağlar.

Refleksoloji stres için ayaklardaki sinir izdüşümlerine karşılık gelen böbreküstü bezleri, böbrek, mesane, sinüs, beyin ve kalp ile ilgili alanları üzerinde durarak vücudumuz üzerinde stresi oluşturabilecek organların gevşemesini sağlar ve bir rahatlama meydana getirir.Bu uygulama sonuçları Temmuz ayı 1993 yılında Çin Refleksoloji sempozyumunda açıklanmıştır.Buna göre ;

Uygulamaya katılanların %40 ‘nda tam bir tedavi sağlanmış , %35 nde büyük ölçüde geliştirilmiş olduğu görülmüştür. Katılımcıların %15 inde yumuşak gelişmeler gözlenirken %10 da ise hiçbir gelişme gözlenmemiştir.


Refleksoloji, bugün tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)


17 Ekim 2016 Pazartesi

UNUTKANLIK NEDEN OLUR NASIL TEDAVİ EDİLİR

UNUTKANLIK

Unutkanlık günlük yaşamda sıklıkla karşılaşılan bir durum. Stres, uykusuzluk, aşırı yorgunluk unutkanlık yapabilir. Bazı mineral ve vitamin eksiklikleri buna katkıda bulunabilir. Damar sertliği de unutkanlık yapar. Bazı nöroloji hastalıkları da unutkanlık yapabilir. Şeker hastalarında unutkanlık fazla görülür.

Unutkanlık yapan üç önemli hastalık ise TİROİD YETMEZLİĞİ (HİPOTİROİDİ), HİPOGLİSEMİ ve GİZLİ ŞEKER'dir.



1. HİPOTİROİDİ VE UNUTKANLIK


Tiroid bezinin az çalışmasına ve bu nedenle tiroid hormonlarını az üretmesine ve sonuçta kanımızda tiroid hormonlarının (T3 ve T4) düşük olması durumuna tiroid yetmezliği veya tıp dilinde hipotiroidi denir. Tiroid hormon yetersizliği sonucu vücudumuzun tüm metabolik olaylarında yaygın yavaşlama vardır ve bu nedenle vücudun dengesi alt üst olur.


Vücuttaki bu bozuklukların yanı sıra ruhsal çöküntü, unutkanlık, hareketlerde yavaşlama ve uykusuzluk görülür. Hamilelik döneminde tedavi edilmeyen tiroid yetmezliği bebeklerde zeka geriliğine neden olabilmektedir.


Hipotiroidizm, toplumda % 4.6 oranında bulunur. Bunun çoğunluğunu başlangıç halindeki veya hafif derecedeki tiroid bezi yetmezliği (sadece TSH yüksek fakat T3 ve T4 normal olması) oluşturur. Tiroid yetmezliği tiroid fazla çalışmasından daha çok görülür ve nodüllerden sonra en sık görülen tiroid hastalığıdır.


 HİPOTİROİDİ NEDENLERİ


 1. Hashimoto Hastalığı

2. Tiroid bezi ameliyatı

3. Önceden radyoaktif iyod tedavisi görmek

4. Doğuştan bazı genetik hastalıklar

5. İyod, selenyum azlığı

6. Hipofiz hastalıkları

7. Bazı ilaçlar



TİROİT BEZİ YETMEZLİĞİNDE OLUŞAN ŞİKAYET VE BELİRTİLER

Tiroid bezi yetmezliğine ait şikayetler hastalığın şiddetine göre değişir. Bazen hiçbir şikayet yok iken bazı hastalarda çok şiddetli belirti ve şikayetler ortaya çıkar. Bazı belirtiler özellikle yaşlı kişilerde yaşlılığa bağlanır ve hastalık akla gelmez ise atlanır.



Tiroid bezi az çalışan ve tiroid hormonları kanda azalan bir kişide şu belirtiler olabilir;



• Kolay yorulma, yorgunluk, bitkinlik, enerji azlığı (yaygın)



• Hatırlamada zorluk, unutkanlık, yavaş düşünme, konsantre olamama



• Hareketlerde yavaşlık



• Sabahleyin uyanmada zorluk, daha çok uyku isteği, gün içinde uyuklama



• Üşüme veya kendini soğuk hissetme



• Terlemenin azalması



• Kuru, soğuk, kalın ve kaşınan bir deri



• Sarı veya portakal renginde bir deri



• Kuru, kaba ve kolay kırılan tırnaklar



• Saç dökülmesi, saçlarda azalma, kaşlarda dökülme



• İştah kaybı



• Kilo alma ve kiloyu verememe



• Horlama başlaması



• Kas krampları ve eklemlerde ağrı oluşması



• Kaslarda iğne batması hissi veya karıncalanma



• Kabızlık olmaya başlaması



• Göz etrafının ve göz altının şişmesi



• El, ayak ve eklemlerde şişlik



• Karpal tünel sendromu denilen el bileğinde sinir sıkışması ve ağrı



• Adet kanamalarının daha fazla miktarda olması, adetlerde kramp olması ve adet öncesi dönemin kötü geçmesi



• Bazı kadınlarda adet sıklığının azalması veya adetlerin kesilmesi



• Depresyon gelişmesi ve hiçbir şeyle ilgilenmeme



• Sesin kalınlaşması ve ses kısıklığı



• İşitmede azalma oluşması



• Guatr oluşması (Hashimoto hastalarında olur)



• Tiroid bezinin küçülmesi (tiroid bezi iltihaplarına veya Hashimotonun son evresine bağlı olarak)



• Kalp hızının ve nabız sayısının azalması



• Kan kolesterol düzeyinde artma



• Gebe kalamama (kısırlık)



• Libido (Cinsel istek) azlığı ve empotans



• Reflekslerin yavaş olması



• Kekemelik


 HİPOTİROİDİ (TİROİT BEZİ YETMEZLİĞİ) NASIL TEŞHİS EDİLİR

Hipotiroidi hastalığı kan testleriyle kolaylıkla teşhis edilir. Test olarak T3, T4, TSH, anti-TPO antikoru ölçülür ve tiroid ultrasonu yapılır. Kanda serbest T4 hormonu düşük ve TSH yüksek ise hipotiroidi tanısı konur.


Serum T3 düzeyleri değişkendir ve bazen normal sınırda olabilir. Çok nadiren hipofiz bezi yetmezliğine bağlı tiroid bezi yetmezliği olabilir, o zaman TSH hormonu düşük, T4 ve T3 hormonu da düşüktür.


Tiroid bezi yetmezliği teşhis edilen hastalarda tam kan sayımı, karaciğer testleri ve kolesterol, trigliserit ve LDK kolesterol tetkikleri ile kalp grafisi (EKG) tetkiki yapılır. Kalp hastalığı riskini anlamak için kanda homosistein ve hassas CRP tetkiklerine bakılması faydalıdır.


Kansızlık varsa kanda ferritin, B-12 vitamini ve folat düzeylerine bakılarak demir eksikliği veya vitamin eksikliği olup olmadığı araştırılır.


Aşikar yani belirgin (tam) tiroid yetmezliğinde TSH hormonu kanda artar ve genellikle 10 IU/L’den daha yüksek çıkar; kandaki T4 ve T3 hormonları da düşmüştür.



2.BİR UNUTKANLIK NEDENİ OLARAK HİPOGLİSEMİ (ŞEKER DÜŞÜKLÜĞÜ)

Reaktif hipoglisemi yemek sonrası kan şekerinde düşmeler olmasıdır. Bunu anlamak için 3 saatlik şeker yükleme testi yapılır. Bu esnada terleme, çarpıntı, nabız ve bazen tansiyon yükselmesi görülür. Bu durumun nedeni insülin seviyesinin yenen yemek sonrası kanda hızla yükselmesi ve daha sonra insülinin kan şekerini düşürmesidir.


3. GİZLİ ŞEKER VE UNUTKANLIK


Açlık kan şekerinin 100 ile 126 mg/dl arasında olmasına ‘’Açlık Kan şekeri Bozukluğu’’ adı verilirken, kan şekerinin yükleme testi (OGTT) sırasında (75 gram glukozla yapılan şeker yükleme testinde) 2. saattte 140 ile 199 mg/dl arasında çıkmasına ise '‘ Şeker Tolerans Bozukluğu’’ veya ‘’Gizli Şeker’’ adı verilir.


İşte hem açlık kan şekeri bozukluğuna hem de glukoz tolerans bozukluğuna ‘’Pre-Diyabet’’ adı verilir. ‘’Pre’’ sözcüğü latince ‘’ön’’ veya ‘’erken’’ anlamına gelmektedir. Diğer bir deyimle şeker hastalığının ön veya erken devresi demektir.


Bu kişilerde diyabeti önleme programı ile (sağlıklı beslenme, egzersiz ve fazla kiloların verilmesi) hastalık geriletilebilir veya ortaya çıkması geciktirilir.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35

Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA



Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir REFLEKSOLOJİ seansı uygulamasıdır.

Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)


14 Ekim 2016 Cuma

TANSİYON DÜŞÜKLÜĞÜ - DÜŞÜK TANSİYON HİPOGLİSEMİ (ŞEKER DÜŞMESİ) VE HORMON HASTALIKLARI İLİŞKİSİ

TANSİYON DÜŞÜKLÜĞÜ

DÜŞÜK TANSİYON HİPOGLİSEMİ (ŞEKER DÜŞMESİ) VE HORMON HASTALIKLARI İLİŞKİSİ

Tansiyondaki düşüklük bazen geçici olarak ortaya çıkabilir. Korku, stres, bazı kokular nedeniyle tansiyon geçici olarak düşebilir. Ancak sürekli olarak tansiyon düşüklüğü varsa bunun nedenlerini araştırmak gerekir.

Bazı kalp hastalıkları, ishal, kanama, şok, tansiyon düşüklüğü yapabilir.

1. REAKTİF HİPOGLİSEMİ

Yemek sonraları kan şekeri düşüklüğü, yaşamı çok kötü etkileyen, enerjiyi düşüren, halsizlik, yorgunluk ve baş dönmesi yapan, iş verimini düşüren ve sizi kızgın, öfkeli, sabırsız bir hale getiren bir durumdur. Çok sık olmasına rağmen üzerinde pek durulmayan önemli bir hastalıktır. Kilo veremeyen kişilerin çoğunda reaktif hipoglisemi vardır.

Gün içinde acıkma atakları oluyor ve şekerli gıdalara saldırıyorsanız; öğleden sonraları baş ağrısı varsa; uykudan birkaç saat sonra gece yarısı uyanıyor ve zor uyuyabiliyorsanız;

kötü rüyalar görüyor ve devamlı bir yorgunluk varsa; öğleden sonra canınız şeker veya kahve içmeyi çok istiyorsa; baş dönmeleri varsa; yemek yiyinceye kadar halsizlik ve yemek gecikince kendinizi bitkin hissediyorsanız; halsizliğiniz yemek yiyince düzeliyorsa;

 yemek gecikince ellerde titreme ve çarpıntı oluyorsa; çok duygusalsanız, çabuk sinirleniyor ve kontrolünüzü kaybediyorsanız; yemek önceleri çok huzursuzsanız; yemeklerden sonra uyku basıyor ve gün boyu uyukluyorsanız, bu belirtiler kahvaltı öncesi de oluyorsa, kan şekerinizde düşüklük olabilir.

Bunun başlıca nedeni de dengesiz beslenme, fazla karbonhidratlı, nişastalı gıdalar ve şeker yeme, stres ve aşırı kafein alımı (kahve, çay, kola) veya ailenizde şeker hastalığı olmasıdır.

Reaktif hipoglisemisi olan bazı hastalarda şeker düştüğünde tansiyonda düşme olabilir. Bazısında ise yükselme olmaktadır.
2. ŞEKERSİZ ŞEKER HASTALIĞI (DİYABETES İNSİPİDUS)

Hipozin arka tarafından salgılanan antidiüretik hormonun (ADH) azlığı veya etki edememesi sonucu aşırı idrar yapma ve aşırı su içme ile karakterize bir hastalıktır.

Çok idrara çıkma, ağız kuruluğu, aşırı susama hissi ve çok su içme en sık ve en belirgin bulgulardır. Genellikle belirtiler ani başlar ve soğuk içeceklere istek artmıştır. Çoğu hastada günlük idrar çıkışı 2-6 litre ve bazen 16-24 lt arasında olabilir ve idrara çıkma sıklığı gece ve gündüz 30-60 dakika aralıklar ile olabilir.
Gece idrara çıkma sıktır. Sıvı alımında sorun olmayan hastalarda başka klinik bulgu yada yakınma gözlenmez ; ancak herhangi bir nedenle yeterli sıvıya ulaşamayan hastalarda aşırı idrarla sıvı kaybı ve volüm kaybına bağlı olarak vücutta su azalması, tansiyon düşmesi, şok ve ölüm gelişebilir.

3. ADRENAL BEZ (BÖBREK ÜSTÜ BEZİ) YETMEZLİĞİ

Böbrek üstü bezinin hastalığı nedeniyle KORTİZOL HORMONUNUN VE DİĞER HORMONLARIN AZ SALGILANMASI SONUCU OLUŞUR.

Adrenal bezler az kortizol salgılıyorsa adrenal yetmezlik oluşur ve bu kişilerde halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı, aralıklı kusma, karın ağrısı, ishal veya kabızlık, genel halsizlik, kas krampları, eklem ağrıları, oturup-kalkmakla tansiyon düşmesi (postural hipotansiyon) olabilir.

Genel halsizlik, yorgunluk ve bitkinlik, iştahsızlık ve kilo kaybı (15 kg’a kadar) genellikle ilk bulgulardandır. Bulantı ve kusma OLABİLİR.

Hipotansiyon yani tansiyon düşüklüğü hastaların %90’ında vardır ve genellikle oturup-kalkma ile oluşan şekildedir ve baş dönmesi oluşur.
Kan şekerinde düşme görülebilir. Tuz yeme isteği ve hafif ateş olabilir.Hafıza zayıflaması, depresyon, psikoz görülebilir.

4. potasyum düşüklüğü
Aşırı potasyum eksikliği bazı kişilerde oturup-kalkmakla oluşan tansiyon düşüklüğüne (postural hipotansiyona) neden olabilir.
5. feokromasitoma hastalığı

Feokromositoma adrenal bezin iç kısmı olan medulla kısmından köken alan tümörlerdir. bu HASTALARDA KANDA ADRENALİN VE NORADRENALİN HORMONLARI ARTAR VE TANSİYON YÜKSEKLİĞİ YAPAR. ANCAK BU HASTALARDA-da Ayağa kalkma-oturma ile tansiyon düşmesi ve taşikardi (çarpıntı) oluşabilir.

6. Bazı zehirli guatr vakalarında Nadiren adrenal kortizol hormon azalmasına bağlı olabilir.

7. Sodyum DÜŞÜKLÜĞÜ: kanda sodyum düşüklüğü tansiyon düşüklüğü yapabilir.

8. ŞEKER HASTALARINDA DİYABETİK NÖROPATİ denilen sinir hasarı geliştiğinde olabilir.

9. HİPOFİZ YETMEZLİĞİ: hipofiz hormonlarının az salınmasında tansiyon düşüklüğü olabilir.
Tansiyon düşüklüğü var ve kalp hastalığı veya diğer bir hastalığınız yoksa tansiyon düşüklüğü yapan hormon hastalıklarının araştırılması için bir ENDOKRİN UZMANINA başvurunuz.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog-Refleksolog
+90532 297 92 35
Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA

Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir REFLEKSOLOJİ seansı uygulamasıdır.
Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)






11 Ekim 2016 Salı

ÜŞÜME VE TİTREME NEDENLERİ

ÜŞÜME

Üşüme damarların kasılması nedeniyle ortaya çıkar. Üşümenin birçok nedeni vardır. Kansızlık, damar hastalıkları , romatolojik hastalıklar ve yaşlanma üşüme yapar. Ancak Tiroid bezi yetmezliği yani Hipotiroidi ve yemek sonrası kan şekeri düşüklüğü de üşüme yapan önemli hastalıklardır. 

ÜŞÜME YAPAN TİROİD YETMEZLİĞİ (HİPOTİROİDİ) NEDİR

Tiroid bezinin az çalışmasına ve bu nedenle tiroid hormonlarını az üretmesine ve sonuçta kanımızda tiroid hormonlarının (T3 ve T4) düşük olması durumuna tiroid yetmezliği veya tıp dilinde hipotiroidi denir. Tiroid hormon yetersizliği sonucu vücudumuzun tüm metabolik olaylarında yaygın yavaşlama vardır ve bu nedenle vücudun dengesi alt üst olur.

Vücuttaki bu bozuklukların yanı sıra ruhsal çöküntü, unutkanlık, hareketlerde yavaşlama ve uykusuzluk görülür. Hamilelik döneminde tedavi edilmeyen tiroid yetmezliği bebeklerde zeka geriliğine neden olabilmektedir.

Hipotiroidizm, toplumda % 4.6 oranında bulunur. Bunun çoğunluğunu başlangıç halindeki veya hafif derecedeki tiroid bezi yetmezliği (sadece TSH yüksek fakat T3 ve T4 normal olması) oluşturur. Tiroid yetmezliği tiroid fazla çalışmasından daha çok görülür ve nodüllerden sonra en sık görülen tiroid hastalığıdır.

Tiroid Bezi Yetmezliğinin Nedenleri Nelerdir

Tiroid bezi yetmezliği kalıtım, mikroplar, yaşlanma, iyot eksikliği veya fazlalığı ve kullanılan bazı ilaçların yan etkisi nedeniyle oluşabilmektedir.

Tiroid bezi yetmezliğinin en sık nedeni Hashimoto Hastalığı geçirmektir. Hashimoto hastalarının hemen tamamında hipotiroidi kalıcı olarak yerleşir. Bu hastalıkta tiroid bezi, nedeni bilinmeyen bir şekilde küçülür ve hormon yapacak hücreler azalır; sonuçta tiroid hormonu az yapıldığından tiroid yetmezliği ortaya çıkar.


TİROİT BEZİ YETMEZLİĞİNDE OLUŞAN ŞİKAYET VE BELİRTİLER

Tiroid bezi yetmezliğine ait şikayetler hastalığın şiddetine göre değişir. Bazen hiçbir şikayet yok iken bazı hastalarda çok şiddetli belirti ve şikayetler ortaya çıkar. Bazı belirtiler özellikle yaşlı kişilerde yaşlılığa bağlanır ve hastalık akla gelmez ise atlanır.
Tiroid bezi az çalışan ve tiroid hormonları kanda azalan bir kişide şu belirtiler olabilir

• Kolay yorulma, yorgunluk, bitkinlik, enerji azlığı (yaygın)

• Hatırlamada zorluk, unutkanlık, yavaş düşünme, konsantre olamama

• Hareketlerde yavaşlık

• Sabahleyin uyanmada zorluk, daha çok uyku isteği, gün içinde uyuklama

• Üşüme veya kendini soğuk hissetme

• Terlemenin azalması

• Kuru, soğuk, kalın ve kaşınan bir deri

• Sarı veya portakal renginde bir deri

• Kuru, kaba ve kolay kırılan tırnaklar

• Saç dökülmesi, saçlarda azalma, kaşlarda dökülme

• İştah kaybı

• Kilo alma ve kiloyu verememe

• Horlama başlaması

• Kas krampları ve eklemlerde ağrı oluşması

• Kaslarda iğne batması hissi veya karıncalanma

• Kabızlık olmaya başlaması

• Göz etrafının ve göz altının şişmesi

• El, ayak ve eklemlerde şişlik

• Karpal tünel sendromu denilen el bileğinde sinir sıkışması ve ağrı

• Adet kanamalarının daha fazla miktarda olması, adetlerde kramp olması ve adet öncesi dönemin kötü geçmesi

• Bazı kadınlarda adet sıklığının azalması veya adetlerin kesilmesi

• Depresyon gelişmesi ve hiçbir şeyle ilgilenmeme

• Sesin kalınlaşması ve ses kısıklığı

• İşitmede azalma oluşması

• Guatr oluşması (Hashimoto hastalarında olur)

• Tiroid bezinin küçülmesi (tiroid bezi iltihaplarına veya Hashimotonun son evresine bağlı olarak)

• Kalp hızının ve nabız sayısının azalması

• Kan kolesterol düzeyinde artma

• Gebe kalamama (kısırlık)

• Libido (Cinsel istek) azlığı ve empotans

• Reflekslerin yavaş olması

• Kekemelik


HİPOTİROİDİ (TİROİT BEZİ YETMEZLİĞİ) NASIL TEŞHİS EDİLİR

Hipotiroidi hastalığı kan testleriyle kolaylıkla teşhis edilir. Test olarak T3, T4, TSH, anti-TPO antikoru ölçülür ve tiroid ultrasonu yapılır. Kanda serbest T4 hormonu düşük ve TSH yüksek ise hipotiroidi tanısı konur. Serum T3 düzeyleri değişkendir ve bazen normal sınırda olabilir.

Çok nadiren hipofiz bezi yetmezliğine bağlı tiroid bezi yetmezliği olabilir, o zaman TSH hormonu düşük, T4 ve T3 hormonu da düşüktür. Tiroid bezi yetmezliği teşhis edilen hastalarda tam kan sayımı, karaciğer testleri ve kolesterol, trigliserit ve LDK kolesterol tetkikleri ile kalp grafisi (EKG) tetkiki yapılır. Kalp hastalığı riskini anlamak için kanda homosistein ve hassas CRP tetkiklerine bakılması faydalıdır. Kansızlık varsa kanda ferritin, B12 vitamini ve folat düzeylerine bakılarak demir eksikliği veya vitamin eksikliği olup olmadığı araştırılır.



 BİR ÜŞÜME NEDENİ OLARAK ŞEKER DÜŞÜKLÜĞÜ (HİPOGLİSEMİ)

Yemek sonraları kan şekeri düşüklüğü, yaşamı çok kötü etkileyen, enerjiyi düşüren, halsizlik, yorgunluk ve baş dönmesi yapan, iş verimini düşüren ve sizi kızgın, öfkeli, sabırsız bir hale getiren bir durumdur. Çok sık olmasına rağmen üzerinde pek durulmayan önemli bir hastalıktır. Kilo veremeyen kişilerin çoğunda reaktif hipoglisemi vardır.



Gün içinde acıkma atakları oluyor ve şekerli gıdalara saldırıyorsanız; öğleden sonraları baş ağrısı varsa; uykudan birkaç saat sonra gece yarısı uyanıyor ve zor uyuyabiliyorsanız; kötü rüyalar görüyor ve devamlı bir yorgunluk varsa; öğleden sonra canınız şeker veya kahve içmeyi çok istiyorsa; baş dönmeleri varsa; yemek yiyinceye kadar halsizlik ve yemek gecikince kendinizi bitkin hissediyorsanız; halsizliğiniz yemek yiyince düzeliyorsa; yemek gecikince ellerde titreme ve çarpıntı oluyorsa; çok duygusalsanız, çabuk sinirleniyor ve kontrolünüzü kaybediyorsanız; yemek önceleri çok huzursuzsanız; yemeklerden sonra uyku basıyor ve gün boyu uyukluyorsanız, bu belirtiler kahvaltı öncesi de oluyorsa, kan şekerinizde düşüklük olabilir.



Bunun başlıca nedeni de dengesiz beslenme, fazla karbonhidratlı, nişastalı gıdalar ve şeker yeme, stres ve aşırı kafein alımı (kahve, çay, kola) veya ailenizde şeker hastalığı olmasıdır.



Kilolu kişilerde hipoglisemi atakları daha fazla görülürse de, normal kilolu ancak egzersiz yapmayan ve depresyon yaşayan kişilerde de kan şekeri düşüklüğü olabilir. Bu kişilerin bir kısmı psikolog ve psikiyatrlarda depresyon tedavisi görürler. Kan şekerinde düşme, genellikle sabah saat 11.00 ve öğleden sonra saat 16.00 civarında daha sık olur.



Bu hastalar bu saatlerde biraz daha yorgun olurlar, hafif baş ağrısı, depresyon ve derin bir açlık hissederler. Bu nedenle de, bu saatlerde çikolata, kek, pasta, kurabiye yer veya kola içerler. Bu gıdaları alan kişinin şikayetlerinde hafif bir düzelme olur.



Sabah saat 11.00’de oluşan kan şeker düşüklüğünün nedeni sabah kahvaltıda yenen şekerli ve nişastalı gıdalardır. Öğle yemeğinde yenen tatlı ve nişastalı gıdalar da öğleden sonra, saat 16.00’da kan şekeri düşmesine neden olur.



Buna karşılık sabah ve öğleyin proteinli gıda alanların kan şekerinde pek düşme olmaz. Kan şekeri düşünce yenen şekerli gıdalar 30-60 dakika süreyle bir rahatlık sağlar, ama daha sonra kan şekeri tekrar düşer.



Sonunda bu kişiler gün içinde kan şekerinde yükselme ve düşmeler yaşar ve bol miktarda şeker, çikolata ve buna benzer şekerli gıdalar tüketirler. Bu kişiler sabah kalktıklarında huzursuzdurlar, kavga etmeye ve tartışmaya eğilimlidirler. Bir şeyler yedikten sonra rahatlarlar.



Bazı kilolu kişiler ise diyete başladıktan sonra, baş dönmesi ve açlık atakları ortaya çıktığı için diyeti bırakırlar. Bunun nedeni kan şekerinin düşmesidir. Kan şekerinin düşmesini önlemek için, tam tahıl ürünleri (tam buğday ekmeği, çavdar gibi), sebze ve meyve yemelidir. Bu kişiler diyet yaparken üç ana öğün üç ara öğün yemek yemelidirler.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35

Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA

10 Ekim 2016 Pazartesi

PROLAKTİN YÜKSEKLİĞİ

PROLAKTİN YÜKSEKLİĞİ

Hipofiz bezinden salgılanan prolaktin hormonunun aşırı salgılanması durumuna tıp dilinde 'hiperprolaktinemi'denir.
Prolaktin yüksekliği her zaman hastalık nedeniyle olmaz. Gebelik, stres, aşırı proteinli beslenme, meme başının uyarılması ve egzersiz de  prolaktin düzeyini artırabilir.

Kullanılan bazı ilaçlar da prolaktin düzeyini artırabilir.
Özellikle depresyon ilaçları, psikiyatrik hastalık tedavisinde kullanılan ilaçlar, içinde verapamil olan tansiyon ilacı gibi ilaçlar, östrojen ilaçları veya doğum kontrol hapları  prolaktin düzeyinde artış yapabilir.

HASTALIK NEDENİYLE PROLAKTİN YÜKSELMESİ İSE ŞU DURUMLARDA GÖRÜLÜR

1 Hipofiz bezinde tümör olması:  Eğer bu tümör prolaktin salgılıyorsa  buna 'prolaktinoma'adı verilir. Diğer hipofiz  tümörlerinde de prolaktin kanda artabilir.
2 Hipofizin travmaya uğraması
3 Hipofiz bezindeki sarkoidoz veya tüberküloz gibi hastalıklar
4 Hipofizin radyasyona (ışın tedavisine)  maruz kalması
5 Tiroid bezi yetmezliği varsa prolaktin yükselir
6 Kronik böbrek yetmezliği ve siroz hastalığında da prolaktin yükselir
7 Bazen polikistik over sendromlu kadınlarda da hafif derecede prolaktin yüksekliği olabilir.

MAKROPROLAKTİN NEDİR

Bazen prolaktin molekül yapısı bozuk olabilir.  Bu durum varken yapılan ölçümlerde prolaktin yüksek çıkar. Aslında bu yükseklik  molekülün bozuk olmasından kaynaklanır. Bir hastalık değildir. Bu nedenle prolaktin düzeyi yüksek olan hastalarda makroprolaktin (diğer adı big prolaktin) bakılmasında bu nedenle fayda vardır. Prolaktini yüksek hastaların yaklaşık % 20’sinde makroprolaktin vardır.


PROLAKTİNOMA VE PROLAKTİN YÜKSEKLİĞİNİN NEDEN OLDUĞU ŞİKAYET VE BULGULAR

Hipofiz bezinde bulunan ve prolaktin salgılayan  kanser olmayan tümörlere 'prolaktinoma' denir.

Prolaktinoması olan hastalarda prolaktin hormon yüksekliğine bağlı olarak kadın hastaların % 30-80’ninde  memeden süt gelmesi (tıp dilinde buna 'galaktore' denir),adetlerde azalma veya olmaması, çocuk olmaması,  libido (cinsel istek) azalması, vajinal kuruluk, sıcak basması, ağrılı cinsel ilişki, tüylenme ve kilo artışı  oluşur.

 Bu şikayetlerin çoğu yüksek prolaktin nedeniyle yumurtalıktan östrojen az salgılanmasına bağlıdır. Erkek hastalarda ise  testosteron azalması,  empotans, vücut kıllarında azalma, testislerde yumuşama,  sperm sayısında azalma ve  memelerde büyüme (tıp dilinde 'jinekomasti' denir) görülebilir.

Bazı erkeklerde enerji azalması, kas kitlesinde azalma ve kan sayımında azalma olur.  Hipofizdeki tümörlerin % 30-40’nı prolaktinoma oluşturur ve kadınlarda daha sık görülür. Hastalarda kemik erimesi de görülebilir.

Hipofizdeki tümörün çapı önemlidir. Çapı 1 cm den büyük ise buna tıp dilinde 'makroadenom' denir ve  prolaktinomaların çoğu mikroadenomdur.  Bu tümörler göz sinirine bası yapabilir. Bu nedenle önem taşır. Çapı 1 cm’den küçük ise bu tümörlerte 'mikroadenom'denir.

Özellikle kadınlarda tanı konulduğunda prolaktinomaların büyük çoğunluğu mikroadenom halindedir yani çapı küçüktür. Erkeklerde  ise  tanı konulduğunda  prolaktinomalar genellikle makroadenomlar halinde yani çapı 1 cm’den büyüktür ve göz sinirine baskı yapabilir.

Çapı büyük olan tümörlerde  baş ağrısı vakaların %50’sinde görülebilirken, tümörün etkisiyle diğer hipofiz hormonlarında oluşabilecek eksikliklere bağlı şikayetler olabilir.

Uzun süre tedavi edilmemiş  prolaktin yüksekliğinde FSH ve LH hormonları az salgılanacağından ve prolaktinin etkisiyle kemik erimesi olabilir.


Prolaktini  hafif yüksek kadınlarda yumurtlamada bozulma ve çocuk olmasında zorluk olabilir.

TEŞHİS

Teşhis için  kanda prolaktin düzeyi ölçülür. Hafif yükseklik varsa tetkik tekrarlanabilir. İlaç kullanımı özellikle araştırılmalıdır. Prolaktin düzeyinde yükseklik varsa bunun tiroid yetmezliğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için tiroid hormonlarına bakılır. 

Kanda üre, kreatinin, karaciğer testleri yapılabilir. Kadınlarda gebelik testi de yapılmalıdır. Hipofizde tümör olup olmadığını anlamak için hipofiz  MR tetkiki, yoksa tomografi yapılabilir. Hipofizde tümör varsa hipofizin diğer hormonları incelenebilir. Büyük tümör varsa  görme alanı yapılır.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog-Refleksolog

+90532 297 92 35


Kaynakça: Kaynakça: Prof.Dr.Metin ÖZATA