Geçmişte yaşayan insanlar çoğu zaman yalın ayak yada tabanı
toprakla temas eden ince derili ayakkabıları giyip doğal yollarla kendi vücut
dengelerini koruyabiliyorlardı ama günümüz insanının doğal yaşam alanlarının
daralması betonlaşma ve kalın tabanlı ayakkabılar bu doğal teması engellediği
için insanlar daha fazla hastalanmaktadırlar.
Antik çağlarda, -bildiğimiz anlamda- tıbbi bilgiden yoksun
insanların nasıl tedavi oldukları ya da sağlıklarını nasıl muhafaza ettikleri
sizin de zihninizi kurcalıyor mu?
BAŞLARKEN, TEDAVİ VE SAĞALTMANIN NASIL TANIMLADIĞINI
AKTARMAK YERİNDE OLACAKTIR:
Tedavi; hastalıkla mücadeledir, onunla savaşmaktır. Vücut
coğrafyasında tıbbi ilaçlar, serumlar, cerrahi yöntemler gibi bir sürü teknik
kullanılarak savaşılır ama bazen kazanılıp, bazen kaybedilen bu savaşta iki
taraftan da çok kayıp verilir. Sağaltma ise; hastalığın çıkış yolunu göstermek
ve sessizce onu dışarı göndermektir.
GELİN GÜNÜMÜZDEN 2500 YIL ÖNCEYE, EGE VE AKDENİZ BÖLGESİNE
UZANALIM:
Asklepion’lar çok
tanrılı dönemde sağlık ve şifa tanrısı Asklepios adına kurulmuş tam teşekküllü
sağaltım hanelerdir.
Bergama’ daki Asklepion ( sağaltımhane ) ise Ege ve Akdeniz
etrafında bulunan yaklaşık 200 tedavi merkezinin en önemlisi diye bilinir.
Burada 7-8 yüzyıl boyunca hiç bir ölüm vakası olmamıştır. Bu
nedenle o zamanda Asklepion’un giriş kapısına Tüm Tanrılar için yaratılmış olan
bu kutsal yere yalnızca ölüm Tanrısı Hades giremez! Diye tabela bile asmışlardır.
Peki eski insanlar hastalanan kişiyi nasıl niteliyordu? Sorusuna Antik insanın anlayışına göre
hastalanan kişinin içine kötü ruh girmişti yanıtını alıyoruz.
YA KÖTÜ RUHUN TESİR ETTİĞİ KİŞİLER BUNDAN NASIL ARINIYORDU?
Genelde bu çeşit hâl ehli insanlar köyün biraz kıyısında bir
kulübede ya da kendilerine özgü bir çadırda yaşarlar, kalabalıktan biraz uzak
dururlar. Odalarında tütsü, buhurdanlık ya da kokulu ot veya yaprak yakarlar,
dört temel elementi yaşamlarında hep yakınlarında tutarlar: Toprak, Hava, Ateş,
Su.
ÇÜNKÜ SAĞALTMA ANINDA BU DÖRT TEMEL ELEMENTİ KULLANMAKTAYDILAR.
Hastaların, yani hâli
bozulan kişinin yakınları “bu ferdimize bir hal oldu, şuna bir bakın” diye,
üstada getirirler. Hâl ehli üstad odasındaki ateşe birkaç odun daha atar. Hasta
kişiyi inceler, temâşâ eder, sonra getirenleri dışarı çıkararak onunla yalnız
kalır. Ona üzerinde yalnız çamaşırı kalacak şekilde elbiselerinden soyunmasını
söyler. Soyunan kişi yüzükoyun yere uzanır. Oda sıcaklığı iyice artmış, hasta
boncuk boncuk terlemektedir. Hastalığının türü, branşı burada önemli değildir.
Onu oluşturan enerji
vücut uzayını terk ettiğinde o hastalık da kişiyi terk edecektir. Hasta artık
sıcak ortama dayanmakta zorluk çekmeye ve çıkmak istediğini belirtmeye
başladığında, hâl ehli dışarı çıkar ve 3 kg ile 15-20 kg arasında ağırlıkları
değişen, çeşitli büyüklükte ve ağırlıktaki beyaz yuvarlak mermer taş blokları
soğuk oldukları halde birer birer kişinin vücut yapısına göre taşıyabileceği
bölgelere omuzdan itibaren üzerine dizerek koymaya başlar. Soğuk ve ağır taşlar
kişinin üzerine ansızın konulduğunda kişi irkilir, ürperir ve bağırır.
İşte bu ürperme ve bağırma anında ve sonrasında taşlar
ısınıncaya, vücut ısısı ile homojen oluncaya kadar vücuda giren, sıcak ortamdan
ve hal ehlinin varlığından rahatsız olan parazit enerjiler ısı transferini sörf
gibi kullanarak soğuk ve serin olan taşlara doğru akışa geçerler. Böylece
beş-on dakikada bir terleyen vücuda dizilen dört-beş adet taş değiştirilir. Her
defasında yeni ve soğuk taşlar dizilir.
Böylece; yirmi dakika
sonra hasta parazit enerjilerden kurtulmuş, parazit enerjiler de, yani
hastalıklar da taşlara geçmiştir. O taşlar toprağa gömülür veya akan suda bir
gece bekletilir. Böylece yeniden kullanılmaya hazır hale gelir.
PEKİ HASTA KİŞİYE UYGULANAN DİĞER SAĞALTMA ( TERAPİ )
YÖNTEMLERİ NEYDİ?
ANTİK DÖNEMDE HASTAYA UYGULANAN SAĞALTMA YÖNTEMLERİ
YERE ( TOPRAĞA )
GÖMME TERAPİSİ:
Üstadın çadırı kendisine bir hâl olanlar için hazırdır. Hâli
değişip de hasta olanı getirirler. Yere kazılan ve gelen hastayı içine alacak
kadar olan çukura hasta kişi yatırılır. Üzeri ince bir kat toprakla kapatılır.
Sonra yetişkin bir ceviz ağacından toplanan ceviz yaprakları ve ince dalları
dizilir.
Bir çarşaf gibi örtü halinde kapatılır. Onun üzerine yine
ince bir toprak, yine ceviz yaprakları, yine ince bir toprak ve yine ceviz yaprakları…
Üç kat ceviz yaprağı dizilmiş olur. En üste yine ince bir toprak tabakası
dökülerek kaplanır. Yalnız kafa dışarıda kalmıştır.
Alnının üstüne yedi adet ceviz yaprağı üst üste konularak onun da üstüne ıslak ağır bir bez konulur. Böylece hasta bir gece orada yatırılır. Sabaha kadar ceviz yaprakları ve toprak, o vücuttan fazlalıkları çıkartıp, gerekenleri koyarak gerekli formatı yüklerler. Sabah olduğunda hasta yavaşça çıkartılır. Eğer vaka çok inatçı ya da eski ise bu yöntem bir hafta arayla 2 ya da 3 defa tekrarlanır.
Alnının üstüne yedi adet ceviz yaprağı üst üste konularak onun da üstüne ıslak ağır bir bez konulur. Böylece hasta bir gece orada yatırılır. Sabaha kadar ceviz yaprakları ve toprak, o vücuttan fazlalıkları çıkartıp, gerekenleri koyarak gerekli formatı yüklerler. Sabah olduğunda hasta yavaşça çıkartılır. Eğer vaka çok inatçı ya da eski ise bu yöntem bir hafta arayla 2 ya da 3 defa tekrarlanır.
ELLERİ KULLANARAK İYİLEŞTİRME:
– Üstten El Tutmak-
Eller enerji transferinde çok önemlidir. Eski Mısır-Yunan ve
Hint uygarlıklarında inisiye ve şifa rahiplerinin en çok kullandığı tekniktir.
İslamiyet’te de yaygın olarak kullanılmıştır. Adına ” rukye ” denir. Eller
direkt olarak tene dokunarak ya da 5-10-20 cm uzaklıktan tutulur.
Avuç içi enerji akış merkezleri hastaya dönüktür. Buradan
akan enerji kuvvetle tesir eder.
Tek elle yapılabileceği gibi iki elle de çalışılabilir.
Her elden akan enerji ayrı bir tünel açar ve bu iki tünel
birleşinceye kadar, yani iki elden birbirine enerji topu gidip gelinceye kadar
o bölge temizlenmiş sayılmaz.
-Parmaklarla Çalışma –
Başparmağın bir vana açıyormuş gibi şekillendirilmesi. Bu
teknik ” çalışacağınız bölgeye 5-10 santim yaklaştırıp, parmakları bu bölgeye
dik bakacak şekilde tutarak çalışmaya başlanır. Burada parmakların arası
hafifçe açık olmalıdır. – Daha kuvvetli bir etki isteniyorsa – parmakların
birleştirilmelidir şeklinde tarif ediliyor.
Parmak uçlarını bir araya getirin ve hasta bölge üzerinde
bilek hareketleri ile küçük daireler çizin. Dairenin merkezine hafif vuruşlar
yapın.
– Daire Çizmek-
Parmak uçları aynı şekilde ama bu defa daireler bilekten
değil omuzdan hareket alır. Yani
tüm kol daire çizmeye başlar. Bilek ve el sabit durumdadır.
Hareket sadece omuzdan idare edilir ve daire merkezden başlayıp döne döne,
yavaş yavaş genişletilerek çapı 30 cm’ye kadar çıkartılabilir.
-Delici Burgu Çalışması-
Orta parmak dairenin merkezine, hedefe, yani hastalığın olduğu yere doğru yöneltilir ve orada sabit tutulur. Diğer parmakların arası biraz açık haldedir. Küçük parmak yukarı, gökyüzüne bakarken başparmak ise tam aşağıya, yere doğru bakacaktır.
Orta parmak dairenin merkezine, hedefe, yani hastalığın olduğu yere doğru yöneltilir ve orada sabit tutulur. Diğer parmakların arası biraz açık haldedir. Küçük parmak yukarı, gökyüzüne bakarken başparmak ise tam aşağıya, yere doğru bakacaktır.
Sonra çalışmaya devam edilir ve baş ve küçük parmakların
pozisyonları bu defa yer değiştirilir. Birinci hareket tamamlanmıştır. El çekilir,
silkelenir ve kapatılır. Daha sonra açılarak tekrar uzatılır ve ikinci burgu
hareketi yapılır. Çalışmaya bu şekilde devam edilir.
HASTANIN BAŞI ÜSTÜNDE ATEŞ ÇEVİRME:
Hasta hal ehli üstada başvurduğunda çadırın ortasına
oturtulur, oda boşaltılır. Üstad ile hali bozulan kişi yalnız kalır. Ya diz
çökerek oturur ya da hali yoksa sırt üstü uzanır. Mümkünse yerden yüksek bir
zemine, sedire veya taş bir lahit üzerine uzanır.
Meşalesini yakan
üstat hastanın etrafında saat yönünde dönmeye başlar. Elindeki ateş bir meşale
ya da yağ çırasıdır, bu da yoksa bir masa kandili olabilir. Burada önemli olan
sönmeden yanan bir ateş kaynağı olmasıdır.
Üstad dönerken ilk
5-10 dakika yoğunlaşmak ve hastalık yapan enerjiyle irtibat kurmakla geçer.
Daha sonra o enerji ile irtibat kuran üstad hastanın vücudunda biriken parazit
enerjileri vücut içinden ateşe yönlendirerek yanmalarını sağlar. Bu işlem
sırasında hasta kişi terler, kramplar geçirir, ağlama ve gülme krizleri
geçirebilir, uyuyup kalabilir, sürekli esneyebilir, v.s. gibi birçok değişik
tepkiler verebilir.
DAĞLAMA:
Fonksiyonları çeşitli korkular, vesvese ve tiksinme gibi
olan enerjiler vücuda girdiğinde oldukça etkili bir yöntemdir. Korku veya
tiksinti veren olayın büyüklüğüne göre bir iğne ya da çivi hasta kişinin
gözleri önünde ısıtılarak kızartılır ve kor haline getirilir.
Hasta bu ısınmış çubuğu görünce yeniden korkuya kapılır.
Fakat bu defa korkan o kişi değil, içindeki korku veren enerji grubudur. Açığa
çıkan iğneyi hafifçe hastanın alnına, ensesine, bileklerine değdirerek
vücudunun ürpermesini sağlar. Burada amaç hastaya zarar vermek değil, sadece
vücudu ürpertecek kadar ısı uygulamaktır. Hafifçe değdirilip çekilir, asla vücuda
zarar verilmez. Çivi çiviyi söker prensibiyle açığa çıkan korku enerjisi de bu
ürpermelerle vücudu terk edip gider.
SOĞUK SU TERAPİSİ:
Yüksek ateşli hastalıklarda hastalığın enerjisinin vücudu
terk etmesi için sıkı bir veya bir kaç ürpermeye ihtiyaç vardır.
Antik çağlarda yüksek ateşi olan bir hasta uyurken bir
kenarda soğuk buzlu su bulunan bir kazana battaniye benzeri bir çuha daldırılır
ve tahtadan yapılmış uzun bir maşa veya sopa ile çıkarılıp hastanın karnının
altındaki kasık bölgesine bir anda bırakılır. Yaratılan şok ile oluşan ürperme
çok güçlü olacağından bu yöntem başka her türlü yöntem kullanıldığı halde
iyileşmeyen hastalara son çare olarak kullanılırdı.
KURŞUN DÖKMEK:
Hasta odanın ortasına oturtulup başının üzerine bir çarşaf
örtülür. Metal veya toprak bir
kaşık içerisinde eritilen kurşun hastanın bir karış
üstündeyken bir tas soğuk suya dökülür.
Dökülmeden önce hastadaki maraz enerjiler üstad tarafından
erimiş kurşuna transfer edilir.
ZEYTİN YAPRAĞI:
Kimya fabrikalarının ve laboratuarların olmadığı antik
çağlarda insanlar bitki ekstrelerini
bizzat bitkinin kendisini çiğneyerek ya da bir kapta döverek
çıkarmaya çalışmışlardır. Zeytinin yaprağı çiğnenirse ağız içi hatalıklarına
çok iyi gelmektedir.
BAĞIRIP ÇAĞIRMA TERAPİSİ:
Ara sıra şehir dışına ıssız yerlere gidin ve avazınız
çıktığı kadar bağırın. Yoruluncaya kadar bağırıp çağırın. İçinizden ne söylemek
geliyorsa söyleyin, hiç kasmadan bağırın bağırın. Seansın sonunda size ne kadar
iyi geldiğine şaşıracaksınız.
BİR DEMET OT İLE SÜPÜRME:
Burada yapılacak işlem şöyledir. Yeni yeşermiş bir tutam
50-60 cm uzunluğunda her hangi bir yeşil bitki kullanılabilir. Yeşil, henüz
sararmamış bir tutam buğday filizi olabilir. Küçük kargı yaprakları yada söğüt
dalları, ceviz yaprakları, çınar yaprakları kullanılabilir.
Bu toplanan ot veya
dal parçacıkları (yaprakları ile birlikte) hastanın sırtına, başına, karın ve
göğüs bölgelerine, ayaklarına kısaca rahatsızlık olan bölgelerden başlanarak
giderek vücudun tümüne kısa aralıklarla hafifçe vurulur.
SESLERLE YAPILAN TERAPİLER:
Antik dünya insanı rezonansın gücünü çoktan fark etmişti.
Eğer hastalıklar vücuda yerleşmiş birer manyetik alanlar ise o halde isteğe
göre değişik manyetik alan yaratan titreşimler bunlar üzerinde etkili
olabilirdi.
Bu fikirden yola çıkarak
davullar ,çanlar ve gonglar ile terapiler başladı.Çeşitli çap ve büyüklükte
gonglar çeşitli hastalıklarda kullanıldı. Davullar çalındı, ritimler uygulandı.
Gonglar ayrıca çok etkili bir manyetik alan yarattıkları için padişahların
huzura kabul ve toplantıları öncesinde dikkati yoğunlaştırmak ve sessizliği
sağlamakta kullanılmaktaydılar.
Hâkimler de bir kararı açıklamadan önce bir çana vururlar.
Bunlar bugüne kadar gelen ve gelenekselleşmiş ritüellerdir.
Şamanlar ve Kızılderililer şifa seanslarında ihtiyaç
duydukları ses frekansını davullarla oluşturmaktaydılar. Bu insanlar için davul
çok önemlidir. Frekansı yüksek bir şifacı davula her vurduğunda deriden çıkan
ses negatif enerjileri toz duman etmektedir. Bu sayede bir çok psikolojik
hastalık ve obsesyon durumları eskiden iyileşiverirmiş.
PARMAKLARLA VE
TIRNAKLARLA YAPILAN TERAPİLER:
Her iki elimizin başparmak ucu ile işaret parmak ucunu halka
şeklinde birleştirdiğimizde bu insan vücudunda bir kapalı devre oluşturur ve
enerji bedeni kapatarak kendi içinde bir devinim başlatır. Böylece dışarıdan
gelen zararlı parazit enerjilerden yüzde yetmiş oranında korunuruz.
Bir de vücudun negatif enerjilerden arınma programı vardır
ki bu da üçüncü yani orta parmağın da devreye girmesiyle yaşanır.
HAYVANLARA BAKILARAK
YAPILAN HAREKETLER:
– Mestikleme –
Günümüzde yapılan ve insan sağlığına bire bir faydalı olan
Uzakdoğu sporları, Tai chi,
Çigong vb. bir çok sporların beden ve duruş hareketleri
yılan, maymun, pars, köpek, kartal vb.
gibi bir çok hayvandan esinlenerek insan hayatına girmiştir.
Birçok yoga hareketi
hayvan hareketlerini örnek alır ve enerji tıkanıklıklarını açarak insanı çok
rahatlatır.
Eskiden uyuyamayan ve sürekli ağlayan bebekleri
mestiklerlerdi. “Mestikleme” bebek için
kolay olsa da yetişkin bir insan için zorlu bir harekettir.
Ağlamakta olan bir bebek yüzükoyun yatırılır. Ayağının birisi ile çaprazındaki
kolu sırt üzerinde birleştirilerek el ve ayak bileği yan yana getirilir ve
sırta doğru bastırılır.
Sonra diğer ayak ve
el aynı şekilde. Neye uğradığını şaşıran bebek hemen susuverirdi. Burada
yapılan şey enerji bedendeki tıkanıklığı çok özel bir hareketle açıp enerji
akışını normal hale getirmekti, antik dünya insanı bunu biliyordu.
TIRNAKLAMA VE KAŞIMA:
Tırnaklar her zaman kullanılmaz, acil durumlarda acil enerji
akışı için kullanılır. Tırnaklar parmaklardan akan enerjiyi onlarca defa
yükseltici özelliğe sahiptir. Mesela bir düşünceye kapılıp bir sorun karşısında
acil bir çözüm bulmamız gerektiğinde insiyaki olarak kafamızı veya yüzümüzü
kaşırız.
Evet ya parmak uçlarımızı şakağımıza koyar düşünceye dalarız
ya da daha sıkışık durumda isek kafamızın çeşitli bölgelerini kaşır dururuz.
İşte o anda oraya acil yüksek enerji akışına ihtiyaç var demektir. Mesela
iyileşmeye yüz tutan yaralar çok kaşınırlar. Sırtımız çok kaşınır.
Çünkü kundalini
enerjisinin yolu üzerindedir. Bir yere enerjiyi daha bol ve etkin vermek
istiyorsanız tırnaklarınızla bastırınız. Kafaya tırnaklarımızla fazlaca
bastırmak ve kaşımak düş ve hayal gücünü arttırır.
GÖĞSE VURMA (DÖŞÜNÜ DÖVME) :
Eski insanlar, bir yakınını kaybettiğinde, çok üzüntü
duyduğunda, kalp çakrasının kapandığını
fark ederler ve ağıtlar yaparak avuç içleri ile veya
ellerini yumruk yaparak göğüslerine vururlardı. Bu sayede bilmeden kendi
yaşamlarının devamı için çok önemli olan kalp çakrasını yeniden faaliyete
geçirirlerdi.
KULAK ÇEKME:
Binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelen bir
uygulamadır.
Antik insan bunu keşfetmiş ve insanın uyanık olması
gerektiği durumlarda kulaklarının üst kısımlarını ovarak ve hafif sıkarak tüm
vücut sistemini bir anda bir kaç kat etkin hale getirmeyi başarmayı bilmiştir.
AĞAÇLARLA YAPILAN TERAPİLER:
Antik dünya insanı hayıt ağacının yanına giderek ona dokunur
ve şöyle seslenirdi. “Hayıt hayıt, gel derdimi dağıt.” Ya da bir dut ağacına
içini döker, onunla konuşur ve dokunarak birliği yaşar. Sonra bu dost ağaçtan
ayrılırken “Ulu dut, sözümü tut.” diyerek oldukça samimi bir şekilde ona tembih
ederek veda ederdi. Bu sözler ve cümleler antik çağdan bugüne kadar
Anadolu’muza gelebilenlerdir.
MİNERALLERLE YAPILAN TERAPİLER:
Antik dünya insanı kristallerin ve büyük yalçın kayaların,
mağaraların sağaltma gücünü çok iyi
Biliyordu. İnsanların tarih öncesinden beri kristallerden
takı yapıp kullanma eğilimi bugüne
Kadar gelmektedir. Bu önceleri korunma ve arınma amaçlı
yapılırdı.
SU İLE YAPILAN TERAPİLER:
Su yıkayan, arındıran bir özelliğe sahiptir. Tuz ile
birleşince de bu özelliklerine bir de iyileştiren,
koruyan, dezenfekte eden özellikler katılır. Çünkü tuz
bilinen en eski ve tartışılmaz bir dezenfektandır. Antik dönem insanı tuz ile
suyun güçlerini birleştirerek elde ettikleri tuzlu suyu hayatlarının her
alanında kullanmışlardır. Bugün bile yiyeceklerin saklanmasından tutun (turşu, salamura,
vs.) tıpta kullanılan serumlara kadar halen kullanılmaktadır.
Su terapisinin bir versiyonu da termal kaynaklardan
faydalanmaktı.
Kaynakça: Cemal BENCAN
MERİDYENLER VE REFLEKSOLOJİ
Uzakdoğu düşüncesine göre dengesizlik, kişinin evrensel
yaşam gücünün meridyenlerde tıkanması ile olur. (Yaşam enerjisinin)
meridyenlerde tıkanması da bazı semptomların ortaya çıkmasına neden olur.
Meridyen bilgisi olan bir refleksolog bu semptonları dikkate
alarak sorunlara hızlı bir çözüm getirebilir.
Örneğin mide meridyenindeki tıkanıklık aynı anda larenjit, tiroid bezi dengesizliği, kabızlık, diz ağrıları gibi birbiriyle görünürde ilişkisi olmayan sorunlar getirebilir. Geleneksel tıpta bu ilişki görülmeyebilir ama meridyen terapisinde bu ilişki açıktır. Zira mide meridyeni bütün bu organlardan geçer ve bu meridyendeki tıkanıklık, enerjinin mide meridyeninin üzerinde yer alan organlara dengesiz dağılmasına neden olur.
Örneğin mide meridyenindeki tıkanıklık aynı anda larenjit, tiroid bezi dengesizliği, kabızlık, diz ağrıları gibi birbiriyle görünürde ilişkisi olmayan sorunlar getirebilir. Geleneksel tıpta bu ilişki görülmeyebilir ama meridyen terapisinde bu ilişki açıktır. Zira mide meridyeni bütün bu organlardan geçer ve bu meridyendeki tıkanıklık, enerjinin mide meridyeninin üzerinde yer alan organlara dengesiz dağılmasına neden olur.
Meridyenler hakkında bilgisi olan refleksolog, kişinin
şikayetlerini göz önünde bulundurarak, enerjinin hangi meridyenlerde
tıkandığını bilir ve sadece sorunu taşıyan organları değil de, tıkanıklık
gösteren meridyen yolundaki bütün organları uyararak enerjinin vücuda daha
dengeli yayılmasına yardımcı olabilir.
Düzenli refleksoloji terapisi, meridyenlerde tıkanmış
enerjinin dengeli bir şekilde akıp, organlara dengeli bir biçimde yayılmasına
yardımcı olur.
Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog – Refleksolog
+90532 297 9235
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder