17 Nisan 2016 Pazar

ESKİDEN TEDAVİLER NASIL YAPILIYORDU

Geçmişte yaşayan insanlar çoğu zaman yalın ayak yada tabanı toprakla temas eden ince derili ayakkabıları giyip doğal yollarla kendi vücut dengelerini koruyabiliyorlardı ama günümüz insanının doğal yaşam alanlarının daralması betonlaşma ve kalın tabanlı ayakkabılar bu doğal teması engellediği için insanlar daha fazla hastalanmaktadırlar.

Antik çağlarda, -bildiğimiz anlamda- tıbbi bilgiden yoksun insanların nasıl tedavi oldukları ya da sağlıklarını nasıl muhafaza ettikleri sizin de zihninizi kurcalıyor mu?

BAŞLARKEN, TEDAVİ VE SAĞALTMANIN NASIL TANIMLADIĞINI AKTARMAK YERİNDE OLACAKTIR:

Tedavi; hastalıkla mücadeledir, onunla savaşmaktır. Vücut coğrafyasında tıbbi ilaçlar, serumlar, cerrahi yöntemler gibi bir sürü teknik kullanılarak savaşılır ama bazen kazanılıp, bazen kaybedilen bu savaşta iki taraftan da çok kayıp verilir. Sağaltma ise; hastalığın çıkış yolunu göstermek ve sessizce onu dışarı göndermektir.

GELİN GÜNÜMÜZDEN 2500 YIL ÖNCEYE, EGE VE AKDENİZ BÖLGESİNE UZANALIM:

 Asklepion’lar çok tanrılı dönemde sağlık ve şifa tanrısı Asklepios adına kurulmuş tam teşekküllü sağaltım hanelerdir.

Bergama’ daki Asklepion ( sağaltımhane ) ise Ege ve Akdeniz etrafında bulunan yaklaşık 200 tedavi merkezinin en önemlisi diye bilinir.
Burada 7-8 yüzyıl boyunca hiç bir ölüm vakası olmamıştır. Bu nedenle o zamanda Asklepion’un giriş kapısına Tüm Tanrılar için yaratılmış olan bu kutsal yere yalnızca ölüm Tanrısı Hades giremez!  Diye tabela bile asmışlardır.
Peki eski insanlar hastalanan kişiyi nasıl niteliyordu?  Sorusuna Antik insanın anlayışına göre hastalanan kişinin içine kötü ruh girmişti yanıtını alıyoruz.

YA  KÖTÜ RUHUN  TESİR ETTİĞİ KİŞİLER BUNDAN NASIL  ARINIYORDU?

Genelde bu çeşit hâl ehli insanlar köyün biraz kıyısında bir kulübede ya da kendilerine özgü bir çadırda yaşarlar, kalabalıktan biraz uzak dururlar. Odalarında tütsü, buhurdanlık ya da kokulu ot veya yaprak yakarlar, dört temel elementi yaşamlarında hep yakınlarında tutarlar: Toprak, Hava, Ateş, Su.
ÇÜNKÜ SAĞALTMA ANINDA BU DÖRT TEMEL ELEMENTİ KULLANMAKTAYDILAR.

 Hastaların, yani hâli bozulan kişinin yakınları “bu ferdimize bir hal oldu, şuna bir bakın” diye, üstada getirirler. Hâl ehli üstad odasındaki ateşe birkaç odun daha atar. Hasta kişiyi inceler, temâşâ eder, sonra getirenleri dışarı çıkararak onunla yalnız kalır. Ona üzerinde yalnız çamaşırı kalacak şekilde elbiselerinden soyunmasını söyler. Soyunan kişi yüzükoyun yere uzanır. Oda sıcaklığı iyice artmış, hasta boncuk boncuk terlemektedir. Hastalığının türü, branşı burada önemli değildir.

 Onu oluşturan enerji vücut uzayını terk ettiğinde o hastalık da kişiyi terk edecektir. Hasta artık sıcak ortama dayanmakta zorluk çekmeye ve çıkmak istediğini belirtmeye başladığında, hâl ehli dışarı çıkar ve 3 kg ile 15-20 kg arasında ağırlıkları değişen, çeşitli büyüklükte ve ağırlıktaki beyaz yuvarlak mermer taş blokları soğuk oldukları halde birer birer kişinin vücut yapısına göre taşıyabileceği bölgelere omuzdan itibaren üzerine dizerek koymaya başlar. Soğuk ve ağır taşlar kişinin üzerine ansızın konulduğunda kişi irkilir, ürperir ve bağırır.

İşte bu ürperme ve bağırma anında ve sonrasında taşlar ısınıncaya, vücut ısısı ile homojen oluncaya kadar vücuda giren, sıcak ortamdan ve hal ehlinin varlığından rahatsız olan parazit enerjiler ısı transferini sörf gibi kullanarak soğuk ve serin olan taşlara doğru akışa geçerler. Böylece beş-on dakikada bir terleyen vücuda dizilen dört-beş adet taş değiştirilir. Her defasında yeni ve soğuk taşlar dizilir.

 Böylece; yirmi dakika sonra hasta parazit enerjilerden kurtulmuş, parazit enerjiler de, yani hastalıklar da taşlara geçmiştir. O taşlar toprağa gömülür veya akan suda bir gece bekletilir. Böylece yeniden kullanılmaya hazır hale gelir.
PEKİ HASTA KİŞİYE UYGULANAN DİĞER SAĞALTMA ( TERAPİ ) YÖNTEMLERİ NEYDİ?

ANTİK DÖNEMDE HASTAYA UYGULANAN SAĞALTMA YÖNTEMLERİ

 YERE ( TOPRAĞA ) GÖMME TERAPİSİ:
Üstadın çadırı kendisine bir hâl olanlar için hazırdır. Hâli değişip de hasta olanı getirirler. Yere kazılan ve gelen hastayı içine alacak kadar olan çukura hasta kişi yatırılır. Üzeri ince bir kat toprakla kapatılır. Sonra yetişkin bir ceviz ağacından toplanan ceviz yaprakları ve ince dalları dizilir.

Bir çarşaf gibi örtü halinde kapatılır. Onun üzerine yine ince bir toprak, yine ceviz yaprakları, yine ince bir toprak ve yine ceviz yaprakları… Üç kat ceviz yaprağı dizilmiş olur. En üste yine ince bir toprak tabakası dökülerek kaplanır. Yalnız kafa dışarıda kalmıştır.

Alnının üstüne yedi adet ceviz yaprağı üst üste konularak onun da üstüne ıslak ağır bir bez konulur. Böylece hasta bir gece orada yatırılır. Sabaha kadar ceviz yaprakları ve toprak, o vücuttan fazlalıkları çıkartıp, gerekenleri koyarak gerekli formatı yüklerler. Sabah olduğunda hasta yavaşça çıkartılır. Eğer vaka çok inatçı ya da eski ise bu yöntem bir hafta arayla 2 ya da 3 defa tekrarlanır.

 ELLERİ KULLANARAK İYİLEŞTİRME:

– Üstten El Tutmak-
Eller enerji transferinde çok önemlidir. Eski Mısır-Yunan ve Hint uygarlıklarında inisiye ve şifa rahiplerinin en çok kullandığı tekniktir. İslamiyet’te de yaygın olarak kullanılmıştır. Adına ” rukye ” denir. Eller direkt olarak tene dokunarak ya da 5-10-20 cm uzaklıktan tutulur.
Avuç içi enerji akış merkezleri hastaya dönüktür. Buradan akan enerji kuvvetle tesir eder.
Tek elle yapılabileceği gibi iki elle de çalışılabilir.

Her elden akan enerji ayrı bir tünel açar ve bu iki tünel birleşinceye kadar, yani iki elden birbirine enerji topu gidip gelinceye kadar o bölge temizlenmiş sayılmaz.

-Parmaklarla Çalışma –

Başparmağın bir vana açıyormuş gibi şekillendirilmesi. Bu teknik ” çalışacağınız bölgeye 5-10 santim yaklaştırıp, parmakları bu bölgeye dik bakacak şekilde tutarak çalışmaya başlanır. Burada parmakların arası hafifçe açık olmalıdır. – Daha kuvvetli bir etki isteniyorsa – parmakların birleştirilmelidir şeklinde tarif ediliyor.
Parmak uçlarını bir araya getirin ve hasta bölge üzerinde bilek hareketleri ile küçük daireler çizin. Dairenin merkezine hafif vuruşlar yapın.

 – Daire Çizmek-

Parmak uçları aynı şekilde ama bu defa daireler bilekten değil omuzdan hareket alır. Yani
tüm kol daire çizmeye başlar. Bilek ve el sabit durumdadır. Hareket sadece omuzdan idare edilir ve daire merkezden başlayıp döne döne, yavaş yavaş genişletilerek çapı 30 cm’ye kadar çıkartılabilir.

-Delici Burgu Çalışması-

Orta parmak dairenin merkezine, hedefe, yani hastalığın olduğu yere doğru yöneltilir ve orada sabit tutulur. Diğer parmakların arası biraz açık haldedir. Küçük parmak yukarı, gökyüzüne bakarken başparmak ise tam aşağıya, yere doğru bakacaktır.

Sonra çalışmaya devam edilir ve baş ve küçük parmakların pozisyonları bu defa yer değiştirilir. Birinci hareket tamamlanmıştır. El çekilir, silkelenir ve kapatılır. Daha sonra açılarak tekrar uzatılır ve ikinci burgu hareketi yapılır. Çalışmaya bu şekilde devam edilir.

HASTANIN BAŞI ÜSTÜNDE ATEŞ ÇEVİRME:

Hasta hal ehli üstada başvurduğunda çadırın ortasına oturtulur, oda boşaltılır. Üstad ile hali bozulan kişi yalnız kalır. Ya diz çökerek oturur ya da hali yoksa sırt üstü uzanır. Mümkünse yerden yüksek bir zemine, sedire veya taş bir lahit üzerine uzanır.
 Meşalesini yakan üstat hastanın etrafında saat yönünde dönmeye başlar. Elindeki ateş bir meşale ya da yağ çırasıdır, bu da yoksa bir masa kandili olabilir. Burada önemli olan sönmeden yanan bir ateş kaynağı olmasıdır.
 Üstad dönerken ilk 5-10 dakika yoğunlaşmak ve hastalık yapan enerjiyle irtibat kurmakla geçer. Daha sonra o enerji ile irtibat kuran üstad hastanın vücudunda biriken parazit enerjileri vücut içinden ateşe yönlendirerek yanmalarını sağlar. Bu işlem sırasında hasta kişi terler, kramplar geçirir, ağlama ve gülme krizleri geçirebilir, uyuyup kalabilir, sürekli esneyebilir, v.s. gibi birçok değişik tepkiler verebilir.

DAĞLAMA:

Fonksiyonları çeşitli korkular, vesvese ve tiksinme gibi olan enerjiler vücuda girdiğinde oldukça etkili bir yöntemdir. Korku veya tiksinti veren olayın büyüklüğüne göre bir iğne ya da çivi hasta kişinin gözleri önünde ısıtılarak kızartılır ve kor haline getirilir.

Hasta bu ısınmış çubuğu görünce yeniden korkuya kapılır. Fakat bu defa korkan o kişi değil, içindeki korku veren enerji grubudur. Açığa çıkan iğneyi hafifçe hastanın alnına, ensesine, bileklerine değdirerek vücudunun ürpermesini sağlar. Burada amaç hastaya zarar vermek değil, sadece vücudu ürpertecek kadar ısı uygulamaktır. Hafifçe değdirilip çekilir, asla vücuda zarar verilmez. Çivi çiviyi söker prensibiyle açığa çıkan korku enerjisi de bu ürpermelerle vücudu terk edip gider.

 SOĞUK SU TERAPİSİ:
Yüksek ateşli hastalıklarda hastalığın enerjisinin vücudu terk etmesi için sıkı bir veya bir kaç ürpermeye ihtiyaç vardır.
Antik çağlarda yüksek ateşi olan bir hasta uyurken bir kenarda soğuk buzlu su bulunan bir kazana battaniye benzeri bir çuha daldırılır ve tahtadan yapılmış uzun bir maşa veya sopa ile çıkarılıp hastanın karnının altındaki kasık bölgesine bir anda bırakılır. Yaratılan şok ile oluşan ürperme çok güçlü olacağından bu yöntem başka her türlü yöntem kullanıldığı halde iyileşmeyen hastalara son çare olarak kullanılırdı.

KURŞUN DÖKMEK:
Hasta odanın ortasına oturtulup başının üzerine bir çarşaf örtülür. Metal veya toprak bir
kaşık içerisinde eritilen kurşun hastanın bir karış üstündeyken bir tas soğuk suya dökülür.
Dökülmeden önce hastadaki maraz enerjiler üstad tarafından erimiş kurşuna transfer edilir.

 ZEYTİN YAPRAĞI:
Kimya fabrikalarının ve laboratuarların olmadığı antik çağlarda insanlar bitki ekstrelerini
bizzat bitkinin kendisini çiğneyerek ya da bir kapta döverek çıkarmaya çalışmışlardır. Zeytinin yaprağı çiğnenirse ağız içi hatalıklarına çok iyi gelmektedir.

BAĞIRIP ÇAĞIRMA TERAPİSİ:

Ara sıra şehir dışına ıssız yerlere gidin ve avazınız çıktığı kadar bağırın. Yoruluncaya kadar bağırıp çağırın. İçinizden ne söylemek geliyorsa söyleyin, hiç kasmadan bağırın bağırın. Seansın sonunda size ne kadar iyi geldiğine şaşıracaksınız.

 BİR DEMET OT İLE SÜPÜRME:
Burada yapılacak işlem şöyledir. Yeni yeşermiş bir tutam 50-60 cm uzunluğunda her hangi bir yeşil bitki kullanılabilir. Yeşil, henüz sararmamış bir tutam buğday filizi olabilir. Küçük kargı yaprakları yada söğüt dalları, ceviz yaprakları, çınar yaprakları kullanılabilir.
 Bu toplanan ot veya dal parçacıkları (yaprakları ile birlikte) hastanın sırtına, başına, karın ve göğüs bölgelerine, ayaklarına kısaca rahatsızlık olan bölgelerden başlanarak giderek vücudun tümüne kısa aralıklarla hafifçe vurulur.

 SESLERLE YAPILAN TERAPİLER:
Antik dünya insanı rezonansın gücünü çoktan fark etmişti. Eğer hastalıklar vücuda yerleşmiş birer manyetik alanlar ise o halde isteğe göre değişik manyetik alan yaratan titreşimler bunlar üzerinde etkili olabilirdi.

 Bu fikirden yola çıkarak davullar ,çanlar ve gonglar ile terapiler başladı.Çeşitli çap ve büyüklükte gonglar çeşitli hastalıklarda kullanıldı. Davullar çalındı, ritimler uygulandı. Gonglar ayrıca çok etkili bir manyetik alan yarattıkları için padişahların huzura kabul ve toplantıları öncesinde dikkati yoğunlaştırmak ve sessizliği sağlamakta kullanılmaktaydılar.
Hâkimler de bir kararı açıklamadan önce bir çana vururlar. Bunlar bugüne kadar gelen ve gelenekselleşmiş ritüellerdir.

Şamanlar ve Kızılderililer şifa seanslarında ihtiyaç duydukları ses frekansını davullarla oluşturmaktaydılar. Bu insanlar için davul çok önemlidir. Frekansı yüksek bir şifacı davula her vurduğunda deriden çıkan ses negatif enerjileri toz duman etmektedir. Bu sayede bir çok psikolojik hastalık ve obsesyon durumları eskiden iyileşiverirmiş.

 PARMAKLARLA VE TIRNAKLARLA YAPILAN TERAPİLER:
Her iki elimizin başparmak ucu ile işaret parmak ucunu halka şeklinde birleştirdiğimizde bu insan vücudunda bir kapalı devre oluşturur ve enerji bedeni kapatarak kendi içinde bir devinim başlatır. Böylece dışarıdan gelen zararlı parazit enerjilerden yüzde yetmiş oranında korunuruz.
Bir de vücudun negatif enerjilerden arınma programı vardır ki bu da üçüncü yani orta parmağın da devreye girmesiyle yaşanır.

 HAYVANLARA BAKILARAK YAPILAN HAREKETLER:
– Mestikleme –

Günümüzde yapılan ve insan sağlığına bire bir faydalı olan Uzakdoğu sporları, Tai chi,
Çigong vb. bir çok sporların beden ve duruş hareketleri yılan, maymun, pars, köpek, kartal vb.
gibi bir çok hayvandan esinlenerek insan hayatına girmiştir.
 Birçok yoga hareketi hayvan hareketlerini örnek alır ve enerji tıkanıklıklarını açarak insanı çok rahatlatır.

Eskiden uyuyamayan ve sürekli ağlayan bebekleri mestiklerlerdi. “Mestikleme” bebek için
kolay olsa da yetişkin bir insan için zorlu bir harekettir. Ağlamakta olan bir bebek yüzükoyun yatırılır. Ayağının birisi ile çaprazındaki kolu sırt üzerinde birleştirilerek el ve ayak bileği yan yana getirilir ve sırta doğru bastırılır.

 Sonra diğer ayak ve el aynı şekilde. Neye uğradığını şaşıran bebek hemen susuverirdi. Burada yapılan şey enerji bedendeki tıkanıklığı çok özel bir hareketle açıp enerji akışını normal hale getirmekti, antik dünya insanı bunu biliyordu.

 TIRNAKLAMA VE KAŞIMA:

Tırnaklar her zaman kullanılmaz, acil durumlarda acil enerji akışı için kullanılır. Tırnaklar parmaklardan akan enerjiyi onlarca defa yükseltici özelliğe sahiptir. Mesela bir düşünceye kapılıp bir sorun karşısında acil bir çözüm bulmamız gerektiğinde insiyaki olarak kafamızı veya yüzümüzü kaşırız.

Evet ya parmak uçlarımızı şakağımıza koyar düşünceye dalarız ya da daha sıkışık durumda isek kafamızın çeşitli bölgelerini kaşır dururuz. İşte o anda oraya acil yüksek enerji akışına ihtiyaç var demektir. Mesela iyileşmeye yüz tutan yaralar çok kaşınırlar. Sırtımız çok kaşınır.
 Çünkü kundalini enerjisinin yolu üzerindedir. Bir yere enerjiyi daha bol ve etkin vermek istiyorsanız tırnaklarınızla bastırınız. Kafaya tırnaklarımızla fazlaca bastırmak ve kaşımak düş ve hayal gücünü arttırır.

GÖĞSE VURMA (DÖŞÜNÜ DÖVME) :

Eski insanlar, bir yakınını kaybettiğinde, çok üzüntü duyduğunda, kalp çakrasının kapandığını
fark ederler ve ağıtlar yaparak avuç içleri ile veya ellerini yumruk yaparak göğüslerine vururlardı. Bu sayede bilmeden kendi yaşamlarının devamı için çok önemli olan kalp çakrasını yeniden faaliyete geçirirlerdi.

 KULAK ÇEKME:

Binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelen bir uygulamadır.
Antik insan bunu keşfetmiş ve insanın uyanık olması gerektiği durumlarda kulaklarının üst kısımlarını ovarak ve hafif sıkarak tüm vücut sistemini bir anda bir kaç kat etkin hale getirmeyi başarmayı bilmiştir.

 AĞAÇLARLA YAPILAN TERAPİLER:

Antik dünya insanı hayıt ağacının yanına giderek ona dokunur ve şöyle seslenirdi. “Hayıt hayıt, gel derdimi dağıt.” Ya da bir dut ağacına içini döker, onunla konuşur ve dokunarak birliği yaşar. Sonra bu dost ağaçtan ayrılırken “Ulu dut, sözümü tut.” diyerek oldukça samimi bir şekilde ona tembih ederek veda ederdi. Bu sözler ve cümleler antik çağdan bugüne kadar Anadolu’muza gelebilenlerdir.

 MİNERALLERLE YAPILAN TERAPİLER:

Antik dünya insanı kristallerin ve büyük yalçın kayaların, mağaraların sağaltma gücünü çok iyi
Biliyordu. İnsanların tarih öncesinden beri kristallerden takı yapıp kullanma eğilimi bugüne
Kadar gelmektedir. Bu önceleri korunma ve arınma amaçlı yapılırdı.

SU İLE YAPILAN TERAPİLER:

Su yıkayan, arındıran bir özelliğe sahiptir. Tuz ile birleşince de bu özelliklerine bir de iyileştiren,
koruyan, dezenfekte eden özellikler katılır. Çünkü tuz bilinen en eski ve tartışılmaz bir dezenfektandır. Antik dönem insanı tuz ile suyun güçlerini birleştirerek elde ettikleri tuzlu suyu hayatlarının her alanında kullanmışlardır. Bugün bile yiyeceklerin saklanmasından tutun (turşu, salamura, vs.) tıpta kullanılan serumlara kadar halen kullanılmaktadır.
Su terapisinin bir versiyonu da termal kaynaklardan faydalanmaktı.

Kaynakça: Cemal BENCAN

MERİDYENLER VE REFLEKSOLOJİ
Uzakdoğu düşüncesine göre dengesizlik, kişinin evrensel yaşam gücünün meridyenlerde tıkanması ile olur. (Yaşam enerjisinin) meridyenlerde tıkanması da bazı semptomların ortaya çıkmasına neden olur.
Meridyen bilgisi olan bir refleksolog bu semptonları dikkate alarak sorunlara hızlı bir çözüm getirebilir.

 Örneğin mide meridyenindeki tıkanıklık aynı anda larenjit, tiroid bezi dengesizliği, kabızlık, diz ağrıları gibi birbiriyle görünürde ilişkisi olmayan sorunlar getirebilir. Geleneksel tıpta bu ilişki görülmeyebilir ama meridyen terapisinde bu ilişki açıktır. Zira mide meridyeni bütün bu organlardan geçer ve bu meridyendeki tıkanıklık, enerjinin mide meridyeninin üzerinde yer alan organlara dengesiz dağılmasına neden olur.

Meridyenler hakkında bilgisi olan refleksolog, kişinin şikayetlerini göz önünde bulundurarak, enerjinin hangi meridyenlerde tıkandığını bilir ve sadece sorunu taşıyan organları değil de, tıkanıklık gösteren meridyen yolundaki bütün organları uyararak enerjinin vücuda daha dengeli yayılmasına yardımcı olabilir.

Düzenli refleksoloji terapisi, meridyenlerde tıkanmış enerjinin dengeli bir şekilde akıp, organlara dengeli bir biçimde yayılmasına yardımcı olur.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog – Refleksolog
+90532 297 9235


15 Nisan 2016 Cuma

TİROİD BEZİ HASTALIKLARI TEŞHİSİ TİROİD ANTİKORLARI ANTİ-TPO

TPO NEDİR

Tiroid bezi hastalıklarını teşhiste tiroid antikorları denen anti-TPO (diğer adı anti-mikrozomal antikor) ve anti-tiroglobulin antikorları da ölçülür. Bu antikorların yüksek olması tiroid hastalığının otoimmün hastalık denilen bağışıklık sistemi bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıktığını gösterir.

Otoimmün hastalık vücudun kendi dokusunu (burada tiroid bezini) yabancı bir doku olarak algılayıp onu yok etmeye çalışmasıdır. Bu nedenle bağışıklık sistemimiz tiroid bezini yok etmek amacıyla anti-TPO ve anti-tiroglobulin antikorları üretir.

Bu antikorlar tiroid bezine yapışarak hücreleri tahrip eder.Anti-TPO ve anti-Tiroglobulin antikorları en çok Hashimoto hastalığı denen bir hastalıkta yükselir. Hashimoto hastalığı tiroid bezi yetmezliği yapan bir hastalıktır. Toplumda bu antikorlar %10 kişide tiroid hastalığı olmadan yüksek olarak bulunabilir.

TSH-reseptör antikoru, Graves hastalığı denen ve gözlerde büyüme yapan tiroid bezinin aşırı çalışması hastalığında kanda yükselebilmektedir.

Tiroglobulin ölçümü ise ameliyat olmuş ve tiroid bezi tamamen alınmış tiroid kanserli hastaların izlenmesinde kullanılır. Diğer hastalıkların teşhisinde pek kullanılmaz.

Tiroglobulin düzeyinin gittikçe artması tiroid kanserinin nüks ettiğini gösterir.

Kalsitonin ölçümü ise medüller tip tiroid kanserinin teşhisi ve izlenmesinde faydalıdır. Kalsitonin düzeyi yüksek olan nodüler guatrlı hastalarda medüller kanser şüphesi artar ve başka testler yapılır. Ameliyat olan medüller kanserli hastalarda kalsitonin düzeyinin yüksek olması kanserin vücutta bulunduğunu ve devam ettiğini gösterir. ANti-TPO Ve Anti-Tiroglobulin Yüksekliği HASHİMOTO HASTALIĞINDA YÜKSELİR

Hashimoto tipi tiroid bezi iltihabı veya tıptaki adıyla ‘’Hashimoto tiroiditi’’ bağışıklık sisteminin bir bozukluğu sonucu ortaya çıkar. 1912 yılında Japon bilim adamı Akira Hashimoto tarafından tanımlandığı için bu ad verilmiştir.

Hashimoto tipi tiroid bezi iltihabı en fazla tiroid bezi yetmezliği yapan hastalıktır. Diğer bir deyimle tiroid bezi yetmezliğinin en önemli nedeni Hashimoto tipi tiroid bezi iltihabıdır.

Bu hastalık otoimmün hastalıklar dediğimiz hastalıklardan birisidir. Otoimmün hastalıklarda vücut kendi dokusunu yabancı doku olarak algılayıp onu yok etmek ister ve vücut içinde bir savaş oluşur.

Hashimoto tiroiditinde de vücut tiroid bezini yok etmek ister. Vücudumuz tiroid bezini yok etmek için çok miktarda anti-TPO antikoru ve anti-tiroglobulin antikoru üretir. Bu antikorlar tiroid bezine bağlanarak tiroid hücrelerini harap ederler.

Bu arada tiroid bezine birçok iltihap hücresi birikir. İltihap sonucu tiroid hücreleri tahrip olarak azalınca da bez küçülür ve hormon yapacak hücre kalmaz ve sonunda tiroid hormon yetmezliği ortaya çıkar.

Bu hastalarda yıllar içinde tiroid bezi gittikçe küçülür. Başlangıçta ufak bir guatr ve kanda anti-TPO antikor yüksekliği varken TSH, T3 ve T4 hormonları normaldir. Daha sonra zaman içinde hastalık ilerledikçe önce başlangıç halinde tiroid yetmezliği (sadece TSH yüksek, fakat T3 ve T4 normal) sonra tam tiroid yetmezliği (TSH yüksek, T3 ve T4 hormonları düşük) gelişir.

Hashimoto hastalığı başlangıcında tiroid bezinde büyüme yani guatr vardır; daha sonra tiroid bezi yavaş yavaş devam eden harabiyet nedeniyle yıllar içinde küçülerek sanki yok olur.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog - Refleksolog
+90532 297 9235

Kaynak: Prof. Dr. Metin ÖZATA

NOT: Tiroid için sadece destek amacıyla Refleksolojiyi bu işin ehli gerçekten eğitimini almış profesyonel kişilerce yapılmalıdır.

Maalesef ülkemizde Tiroid için bu tür tedavileri verecek düzeyde eğitime ve olanaklara sahip Refleksolog-lar çok azdır.

 Özellikle sürekli olarak televizyon programlarında reklam veren ve her şeyi bitki taş vb gibi şeylerle iyileştireceğini söyleyen doktor, profesör gibi sıfatlar kullanan genellikle gümüş yüzük takan ve insanların dini duygularını da sömüren kişilerden uzak durulmalıdır.

 Aksi takdirde Tiroid hastaları tedavi olayım derken çok ciddi zehirlenmelere maruz kalabilirler. İki tutam şu ottan 2 tutam bu ottan karışımlarla hastalar düzelseydi zaten tıp diye bir şey olmazdı.

Tıp doktorları da Tiroid için alternatif tedavilere karşı değiller sadece profesyonel olmayan kişilerce ve suiistimal amacıyla kullanılmasından yakınmaktadırlar.
Ek alanı

13 Nisan 2016 Çarşamba

DİZLERİMİZDEKİ AĞRI SEBEPLERİ VE TEDAVİSİ

DİZLERİMİZDEKİ AĞRI SEBEPLERİ VE TEDAVİSİ
Dizlerinizde ağrı varsa bunun sebebini muhakkak araştırınız. “Nasıl olsa geçer” ya da körlemesine “Ağrı kesici alayım” tarzı zaman kayıplarına dikkat edin. Nasıl olsa geçer diye aklınızdan geçirmeyin.
Yaşınıza bağlı başka hastalık olup olmadığını, kemik erimesi olup olmadığı, kaza geçirip geçirmediğinizi ya da bozuk kaldırımlarda yürürken diziniz üstüne düşüp düşmediğinizi bir düşünün. Ağrı dizinizin neresinde oluyor? Şikâyetleriniz yavaş yavaş mı, birden mi gelişti? Doğru teşhis için şikâyetlerinizi, bulgularınızı ve öykünüzü doğru ve dikkatli bir şekilde bir araya getirmek gerekir.

  DİZİN ANATOMİSİ
Diz; uyluk kemiği (femur) ile kaval kemiği (tibia) arasındaki menteşe biçimli bir eklemdir. Eklem iç ve dış olmak üzere iki bölümlüdür. Eklem ön taraftan diz kapağı ile korunur. Eklem içindeki tüm kemik yüzeyler eklem kıkırdağı ile örtülmüştür.

Femur ve tibia arasındaki yük taşıyan kıkırdak yüzeyler, menisküs denilen iki esnek kıkırdaktan yapı ile korunur ve desteklenir. Menisküsler “C” harfi biçimli ve kuş yuvası biçiminde kenarları yüksek ortası ince bir yapıdadır. Bu yapı yuvarlak femur ile düz tibianın yapısal uyumunu sağlar, binen yükün tüm eklem yüzeyine dağılmasını sağlar, gelen darbeleri emer, eklemin sabitliğine yardımcı olur.

 Bağlar diz eklemini sabitleyen ana yapılardır. Birbirlerinden tamamen ayrı yapılar olan bağlarla tendonları karıştırmamak gerekir. Bağlar her iki ucu kemiğe yapışan sabit yapılardır, sınırlı esneklikleri vardır. Tendonlar ise bir uçları kemiğe yapışan, diğer uçları adaleyle devam eden, adalenin hareketini kemiğe ileten yapılardır. Dizin tüm bu anatomik yapıları boyunca kaslar uzanır ve birlikte çalışarak dizin koşmak, yürümek gibi hareketlerini yönetirler.

 Kaslar ayrıca sabitliği sağlayan oluşumlara destek sağlar, korurlar. Dizi yöneten iki ana grup kas vardır. Uyluğun önünde dört başlı kas olan quadriceps ve uyluğun arkasında hamstring kasları vardır. 
 
 ŞİKÂYETLERE DİKKAT
Dizden ses gelmesi sık olarak etrafta başkalarından da duyduğunuz bir şikâyettir. Çoğunlukla ağrısız ve belirti vermeden olur. Ne zaman ki ağrı ile beraber olurlar o zaman bu bağ yırtığı, kıkırdak zedelenmesi sonrası olmuş olabilir.

Kıkırdak zedelenmelerinde dizinizde sürtünme olur ya da iki zımpara birbirine sürtünüyor gibi bir his olur. Ağrı ile birlikte olduğunda kireçlenme oluşmaya başlamış olabilir. Kilitlenme, kişinin dizini bükememe ya da düzeltememe durumuna denir.

 Burada diz hareketlerini kısıtlayan sebep bir kıkırdak parçası ya da ağrıdır. Bu iki neden birbirinden ayırt edilmelidir. Birisinde fiziksel bir neden mevcuttur. Kişinin dizinde boşalma olursa yürürken aniden düşecek gibi hisseder. Bu da bize ya bağ yırtığı ya da menisküs yırtığı olabileceğini düşündürür.

Şişlik ise görülebilen bir diğer belirtidir. Eğer zedelenmeden hemen sonra oluşmuş ise, nedeni ön çapraz bağ yırtığı ya da kemiktir. Eğer yavaş yavaş gelişiyor ise menisküs yırtığı ya da bağ zedelenmesi var demektir. Bunun dışında şişlik romatizma, gut ve enfeksiyon sonucunda da olabilir.
Ağrının yeri bir diğer önemli husustur. Eğer ağrı dizin önünde ise diz kapağı ile ilgili demektir. Dizin içinde olan ağrı ise menisküs yırtığı, iç yan bağ zedelenmesi sonrası ya da romatizma sonucu olur. Eğer dizin dış kısmında ağrı varsa dış menisküs yırtığı, dış yan bağ zedelenmesi, romatizma buna neden olabilir.

Diz arkasında olan ağrı Baker kisti dediğimiz sıvı birikmesi sonucu oluşur. Dizin içinde herhangi bir patoloji olduğunu gösterir. Eğer ağrınız merdiven inerken oluyorsa diz kapağınızda kıkırdak yumuşaması olma ihtimali yüksektir. Sabah olan ağrı ise romatizmaya işaret eder.
KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite

Mevcut rahatsızlığı terapi yaparak tedaviye yardımcı olurken; daha sonra oluşacak rahatsızlık ve bozukluğu haber verir. Refleksoloji terapisi, alternatif ve koruyucu hekimlik yöntemidir.
 Bir ayak masajı değildir. Masaj yumuşak doku ve kasların palpasyonudur. Refleksoloji ise sinir yollarının uyarılması olarak tanımlanır.

 Refleksoloji; ayaklar ve ellerdeki beden anatomisini ele alır.
 Modern tıbbın destekleyicisi ve tamamlayıcısıdır. Uzakdoğu, Asya, ABD, Avrupa ve birçok ülkede varlığını sürdürmektedir. Refleksoloji kılcal damarları konu edinir. Bu damarlar da insanlarda ayak tabanı ellere kadar uzanır. Kılcal damarlar kanın boşaltım organı olan ayakların belirli noktalarına kanı taşıtlar ve oraya boşaltırlar.

 Refleksoloji kişinin metabolizmasına ve enzim yapısına göre değişir. Uzun soluklu olan ama gelişmeleri zaman içerisinde birden fark edilebilecek bir yöntemdir. Hormonal yapıyı dengeler. Kasları güçlendirerek beyinden gönderilen iletilerin kalitesini arttırır.
Sıkıntılı olan bölgenin ilgili sinirlerinin yolunu kan dolaşımını hızlandırmak suretiyle açar. Bahsedilen bölge oksijen almaya yani normal çalışmaya başlar. Vücuttaki stresi azaltır, gerginliği giderir.

Refleksoloji ile kaslardaki gerginlik yok olur. Kan vücutta hiçbir engele takılmadan hızla dolaşarak hücrelere oksijen ve besin taşır. Vücut gevşeyince daha iyi çalışır. Bunun sonucunda rahatlama İle vücutta enerji artışı sağlanır.

 Refleksoloji vücuttaki doğal ağrı kesiciler olan endorfinleri üreterek ağrıları giderir. İmmun sistemin optimal düzeyde çalışmasını sağlar. Refleksoloji hiç bir yan etkisi olmayan en etkili alternatif tedavi yöntemi olup bedenin kendi kendine iyileştirmesini sağlamaktadır.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog – Refleksolog
+90532 297 9235




12 Nisan 2016 Salı

TİROİD HASTALIKLARI VE TEDAVİSİ

TİROİD HASTALIKLARI VE TEDAVİSİ

Tiroid bezinden iki türlü tiroid hormonu salgılanır. Bunlardan daha fazla salgılananı T4 (%80 oranında salgılanır), daha az salgılananı (%20’si) ise T3 hormonudur.

 Hücrelere giren ve etkili olan hormon T3 hormonudur; T4 hormonu hücreye girmez. Bu nedenle T4 hormonu vücudumuzda özellikle karaciğerde ve diğer organlarımızda deiyodinaz enzimleri ile T3 hormonuna dönüşmektedir. Bu dönüşümün bozulması durumunda T3 yeterince oluşamaz ve tiroid hormonları etkisini gösteremez.

 Kandaki T4 ve T3 hormonları bazı proteinlere bağlanarak dolaşırlar. Bu proteinlere bağlanan tiroid hormonlarına total T4 ve total T3 adı verilir. Kanda bulunan tiroid hormonlarının çok azı kanda hiçbir proteine bağlanmadan serbest olarak bulunur ki, bunlara serbest T3 ve serbest T4hormonları denir.

 Serbest T3 ve serbest T4 hormonları total T3 ve total T4 hormonlarıyla bir denge halinde bulunduğundan tiroid bezinin çalışma durumunu (az, çok veya normal çalışmasını) en iyi yansıtan testler serbest tiroid hormonlarıdır.

 Kan dolaşımından hücrelere total hormonlar değil serbest hormonlar girmektedir. Bu nedenle total T4 ve T3 tetkikleri yerine serbest T4 ve serbest T3 hormonlarını ölçtürmek daha iyidir.


Tiroid bezinin çalışması beynimizin tabanında bulunan hipofiz bezi tarafından kontrol edilir. Hipofiz bezi, TSH adı verilen bir hormon salgılar ve bu hormon kan yoluyla tiroid bezine gelerek ondan tiroid hormonu yapmasını ister TSH hormonu tiroid bezinin iyot tutmasını sağladığı gibi tiroid hormonlarının yapılmasını da sağlar.


Tiroid bezi az hormon salgıladığında hipofiz bezi TSH salgısını artırarak tiroid bezinin daha çok hormon üretmesini sağlar. Bu nedenle tiroid bezinin az hormon salgıladığı tiroid yetmezliğinde (hipotiroidi) kanımızda TSH hormonu normalden yüksek, fakat T3 ve T4 hormonları düşük olarak bulunur.

 Tiroid bezi bazı hastalıklar nedeniyle çok hormon salgılarsa, yani kanımızda T3 ve T4 hormonları çok artarsa bu defa hipofiz bezinden salgılanan TSH hormonu azalır.

 Kanımızda T3 ve T4 hormonları ne kadar yükselirse TSH hormonu da o kadar azalır. Hipertiroidi denilen tiroid bezinin aşırı çalışması durumunda kanımızda T3 ve T4 hormonları yüksek iken TSH hormonu normalin altına iner ve düşüktür.

 Görüldüğü üzere hipofiz bezi kandaki T3 ve T4 hormon düzeyine göre TSH hormon salınışını azaltıp artırmaktadır.

 Hipofiz bezi ise, beynimizde, hipofiz bezinin üzerinde bulunan hipotalamus organı tarafından kontrol edilir. Hipotalamus organı salgıladığı TRH isimli hormon ile hipofiz bezinden TSH salınışını sağlar.

 Görüldüğü gibi hipotalamus, hipofiz ve tiroid bezi birbirine bağımlı olarak çalışan ve birbirlerini kontrol eden 3 bezdir. Tiroid bezini hipofiz bezi kontrol ederken, hipofiz bezini de hipotalamus organı kontrol etmektedir.

 Hipotalamusdan salgılanan TRH hormonu hipofiz bezini etkileyerek buradan TSH hormonu salgılatır. Hipofizden salgılanan TSH hormonu ise tiroid bezinden tiroid hormonlarının yapılmasını ve kana salgılanmasını sağlar.


TİROİD HASTALIKLARI TANISINDA TSH, T3 ve T4 ÖLÇÜMÜ

Sıklıkla kullanılan kan testleri serbest T3, serbest T4, TSH, anti-TPO antikoru, anti-tiroglobulin antikoru, TSH-reseptör antikoru, tiroglobulin ve kalsitonin hormonlarının kan düzeylerinin ölçülmesidir.


T4 ve T3 hormonlarının normal sınırın altında veya üstünde olması tiroid bezinin iyi çalışmadığını gösterir. T4 ve T3 hormonları düşük ise beziniz az çalışıyor, buna karşılık T4 ve T3 hormonları yüksek ise beziniz çok çalışıyor demektir. T3 ve T4 ölçümü yaptırırken serbest T3 ve serbest T4 hormonlarını ölçtürmek en iyisidir.



Total T4 ve Total T3 artık pek kullanılmamaktadır. Gebelerde, doğum kontrol hapı kullananlarda ve östrojen ilacı alanlarda mutlaka serbest T3 ve serbest T4 hormon ölçümleri yapılmalıdır.


Tiroid bezinin az veya çok çalıştığını gösteren diğer bir tetkik TSH hormon ölçümüdür. TSH ölçümünün normalden düşük olması tiroid bezinin aşırı çalıştığını gösterir. Kan TSH düzeyinin normalden yüksek bulunması ise tiroid bezinin az çalıştığını gösterir.


Tiroid bezi hastalıklarını teşhiste ayrıca tiroid antikorları denen anti-TPO (diğer adı anti-mikrozomal antikor) ve anti-tiroglobulin antikorları da ölçülür. Bu antikorların yüksek olması tiroid hastalığının otoimmün hastalık denilen bağışıklık sistemi bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıktığını gösterir.


 Otoimmün hastalık vücudun kendi dokusunu (burada tiroid bezini) yabancı bir doku olarak algılayıp onu yok etmeye çalışmasıdır.

 Bu nedenle bağışıklık sistemimiz tiroid bezini yok etmek amacıyla anti-TPO ve anti-tiroglobulin antikorları üretir. Bu antikorlar tiroid bezine yapışarak hücreleri tahrip eder. Vücudun neden böyle davrandığı henüz bilinmemektedir.

 Anti-TPO ve anti-Tiroglobulin antikorları en çok Hashimoto hastalığı denen bir hastalıkta yükselir. Hashimoto hastalığı tiroid bezi yetmezliği yapan bir hastalıktır. Toplumda bu antikorlar %10 kişide tiroid hastalığı olmadan yüksek olarak bulunabilir.

 TSH-reseptör antikoru, Graves hastalığı denen ve gözlerde büyüme yapan tiroid bezinin aşırı çalışması hastalığında kanda yükselebilmektedir.

 Tiroglobulin ölçümü ise ameliyat olmuş ve tiroid bezi tamamen alınmış tiroid kanserli hastaların izlenmesinde kullanılır. Diğer hastalıkların teşhisinde pek kullanılmaz.


Tiroglobulin düzeyinin gittikçe artması tiroid kanserinin nüks ettiğini gösterir.
Kalsitonin ölçümü ise medüller tip tiroid kanserinin teşhisi ve izlenmesinde faydalıdır.

 Kalsitonin düzeyi yüksek olan nodüler guatrlı hastalarda medüller kanser şüphesi artar ve başka testler yapılır. Ameliyat olan medüller kanserli hastalarda kalsitonin düzeyinin yüksek olması kanserin vücutta bulunduğunu ve devam ettiğini gösterir.

Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog - Refleksolog

+90532 297 9235

Kaynak: PROF DR METİN ÖZATA




8 Nisan 2016 Cuma

ALGI - SAKLAMA - HATIRLAMA

MENTAL PROSES NEDİR?

  
•Mental proses üç üniteden ibarettir.

A)Algı

B)Saklama

C)Hatırlama

Örn: Oksipidal lob’un uç kısmı algı mekanizmasını oluşturur. Onun  biraz iç kısmı saklamayı ve daha iç kısmı  ise hatırlamayı sağlayan bölgedir.



•Not: Beyin bölgelerinin tümü bir arada çalışması suretiyle ortaya çıkan yüksek kortikal fonksiyonlardır. Buna da strüktürel hiyerarşi denir.

• Hayatta her şey zamanında, yerinde yapılır düşüncesi yatar.



ENCEPHALON

•«Beyin sapı» aşağıdan yukarıya doğru bulbus, pons ve pedinculus diye sıralanan bir geçit ile beyinle sonlanır. Beyin de aşağıdan yukarıya doğru beş bölüme ayrılabilir: myelencephalon, metencephalon, mesencephalon, diencephalon ve telencephalon.



Myelencephalon

•«Bulbus» veya «medulla oblongata» da denen, medulla spinalis’in genişlemiş üst kısmıdır.

•Böylece yüz ve boyun bölgesinin sensoriyel ve motor çekirdekleri bu bölgede bulunurlar.

•Baş bölgesindeki kaslar beslenme, su içme ve soluk alma, konuşma gibi çok özel fonksiyonları olan kas gruplarını da ihtiva eder.

•İnsanda baş bölgesinin sinirleri 12 çift halinde sıralanmış olup; bunlardan ilk beş tanesi bulbus orijinlidir.



Metencephalon

•İlk gerçek suprasegmenter yapıyı ihtiva eder: cerebellum.

•Başlıca fonksiyonu motor koordinasyonu, hareketlerin «ardı sıra ve düzenli» olmasını sağlamaktır.

•Diğer bir metencephalon strüktürü olan pons, cerebellum’un iki yarısının arasındaki iştirakı sağlamaktadır.



Mesencephalon

•Mesencephalon veya ortabeyin beynin ön ve arka bölümlerini birleştiren bir yapıdır. Ventral yüzünde tegmentum bulunur ki, bu bölgeden beyne gidip gelen sensoriyel ve motor tractus’lar geçer.

•Tegmentum ayrıca retiküler formasyonun (formation reticularis) da bir kısmını içine alır.

•Retiküler formasyon «uyanıklık ve şuurluluk» fonksiyonu ile ilgili olduğu ileri sürülen bir bölgedir, birçok nöronların ve liflerinin meydana getirdiği ağ görünümünde ortaya çıkar.

•Mesencephalon’un tavanı tectum adını alır ve burada işitme ve görme yollarının afferentleri ile sinaps yapan merkezler (colliculus’lar) bulunur.





Diencephalon

•Diencephalon iki belli başlı yapısı ile karakterizedir: thalamus ve hypothalamus. Bu sebeple diencephalon’a thalamencephalon da denir. Bu yapılar beyin korteksi ile geniş bir tractus vasıtasıyla direkt temasa geçerler.



Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog - Refleksolog

+90532 297 9235



Kaynakça: Yrd. Doç. Dr. Hüseyin EBADİ


6 Nisan 2016 Çarşamba

SİNİR HÜCRELERİ VE GÖREVLERİ

SİNİR HÜCRELERİ VE GÖREVLERİ

Refleksoloji sinir noktalarını belirli tekniklerle uyarmakla ortaya elektrokimyasal mesajları çıkardığı bununda nöronların yardımı ile ilgili organı uyaran bir çalışmadır.
Periferik sistem reseptörler aracılığı ile iç ve dış ortamdan aldığı bilgileri merkeze, merkezin emirlerini ise bu emirler doğrultusunda yanıtı oluşturacak organa (effektör organ) götüren sistemdir.

SİNİR HÜCRELERİ UYARILARI İLETME ÖZELLİĞİNE GÖRE ÜÇ GRUPTA TOPLANIR

1: Afferent (duysal sinir hücreleri): Uyarıları periferden beyine iletir.

2:Efferent (motor sinir hücreleri): Uyarıları beyin ve omurilikten kaslara ve bezlere iletir.

3: İnternöron (ara nöronlar- assosiyasyon nöronları): MSS, beyin veya medulla spinaliste bulunan internöronlar, afferent nöron ile efferent nöron arasında bulunur. Bu nöronlar, afferent nöronun getirdiği bilgiyi efferent nörona iletir. İçerdikleri nörotransmiterlere göre inhibisyon veya eksitasyon yaparlar.

• Afferent Nöronlar: duyusal sinir hücreleridir; iç ve dıştan gelen uyarıları algılarlar. Deriden, kaslardan, eklemlerden, duyu organlarından ve organlardan gelen uyarıları MSS ne iletirler.

• Efferent Nöronlar: hareketi sağlayan sinir hücreleridir; uygun kas hareketinin yapılmasını sağlarlar. Motor nöronda denilen efferentler gelen emirleri kaslara ve salgı bezlerine ulaştırır.

Omurilikten çıkan sinirler duyu ya da motor sinirlerdir. Her bir omurilik siniri, ön ve arka kök olmak üzere iki kökün birleşmesi ile oluşur. Ön kök motor, arka kök duyu sinirlerinden oluşmuştur.
Kökler omurlar arası delikte birleşerek tek sinir halinde çıkar. İnsandaki en büyük sinir çifti, bacaklara giden siyatik sinirleridir.

Çevresel (periferik) sinir sisteminde yer alan duyu sinirleri, uyartıları alarak beyne ve omuriliğe götürür. Buralarda oluşturulan tepkileri dokulara, bezlere ve organlara taşıyanlar ise motor sinirlerdir.

(31 çift spinal sinir vardır ;8 servikal, 12 torasik, 5 lumbar, 5 sakral, 1 koksigeal)

Periferik motor sinirler kasları innerve ederler.  Motor sinir terminalinde nöromüsküler kavşakta innerve ettiği kasla bağlantı kurar.

Duysal sinirler ise derideki çeşitli reseptörlerde son bulurlar.

Bir spinal segmentin innerve ettiği tüm kaslar miyotom adını alırken, bu segmentin duyusundan sorumlu olduğu deri alanı ise dermatom adını alır.

İstisnaları olmakla birlikte bir kas birden fazla miyotoma ait olurken, yani birden fazla spinal segmentten sinir alırken, bir deri bölgesi de birden fazla dermatoma aittir, yani komşu dermatomlar birbirleriyle örtüşürler.

Bu nedenle, bir periferik motor-duysal sinir kesildiğinde innerve ettiği kaslar tam felce uğrarken ve duyusundan sorumlu olduğu deri alanı hissiz olur. Bir spinal segment veya spinal sinir hasarında motor hasar kısmi olur, his kusuru ise belirgin olmaz. 

Refleksoloji, bugün  tamamlayıcı tıp olarak yer almaktadır. (GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014TARİHLİ VE 29158 SAYILI RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.)

Not: Uzman olmayan, fizyoloji ve anatomi bilgisi olmayan kişilerce yapıldığında riskli komplikasyonlara neden olabiliyor.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog – Refleksolog
+90532 297 9235

Kaynakça: Prof. Dr. Yüksel KOÇYİĞİT