27 Mayıs 2016 Cuma

SEDEF HASTALIĞI NEDEN OLUR VE TEDAVİSİ

SEDEF HASTALIĞI NEDEN OLUR VE TEDAVİSİ

SEDEF HASTALIĞI


Stres altındaki insanların ciltleri lekelenmeye daha yatkın oluyor. Stres cildin de bağışıklık sistemini zayıflatıyor.

Stresin sadece ruhu değil, cildi de kararttığını söyleyen Cilt Hastalıkları Uzmanı Doktor Betül Şengör, stresin cildin bağışıklık sistemini zayıflattığını belirtiyor. Bu durumun pek çok cilt sorununa yol açtığını vurgulayan Dr. Şengör, ayrıca son zamanlarda 30-45 yaş arasındaki kadınlarda görülme sıklığı artan Haşimato tiroiditi hastalığına dikkat çekiyor.


 Dr. Betül Şengör, “Bu hastalıkta ciltte hem kuruluk hem de akne görülebilirken, bazen de melasma isimli hormonal lekeler de gözlenebiliyor. Hashimoto tiroiditi hastalığı 30-45 yaş grubunda olan, evlilik, annelik, iş, şehir hayatı gibi nedenlerle sorumluluğu fazla olan kadınlarda daha sık görülüyor” diyor.

 Stres akut veya kronik bir sorun olarak vücutta da ya kısa ya da uzun süreli problemleri beraberinde getiriyor. Psikolojik bir sorun cilt hastalıklarının da tetikçisi olabiliyor. Dr. Şengör, sadece ciltte değil, endokrin hastalıklar içinde de stresin önemli rol oynadığını söylüyor.

 Stresten asabi egzama olmuş, üzüntüden şeker hastası veya kanser olmuş gibi cümleleri sıkça duyarız. Örneğin uçuk virüsü dudaklarda sıklıkla gözlenir. Genellikle ya görülen bir kâbusun ertesi sabahı ya da ani bir stresle ortaya çıkar.

Oysa sedef hastalığı veya alopesi areata dediğimiz özel saç dökülme türü daha kronik stres hallerinde sıklıkla gözlenir. Cilt hastalıkları başta olmak üzere tüm hastalıklarda vücudun savunma sistemi olumsuz etkilenir ve hem vücudun hem de cildin bağışıklığı azalır. Bu nedenle başta virüsler olmak üzere hücresel hasar yaratan tüm hastalıklar tetiklenebilir” diye konuşuyor.

 STRES VÜCUTTA NELERİ DEĞİŞTİRİR?
 Dr. Şengör, stresin vücutta yarattığı değişimi şöyle anlatıyor: Öncelikle merkezi sinir sisteminin stresi ilk algılayışı ile yani görmek, duymak, hissetmek ve düşünmek ile gelişen duruma beyin nörolojik ve hormonal yollardan cevap verir.

 Ya refleks olarak ya da düşünülmüş olarak bir vücut dili oluşur, eş zamanlı olarak ilk adrenalin (heyecan hormonu denebilir) salgılandığı an koşabilecek enerji ve güç oluşur. Asetil kolin (kas-sinir ilişkisi, aynı zamanda salgıların da düzenlenmesinde etkilidir) daha sonra kortizon seviyeleri değişir.
  
Bu durumda kan basıncı ve kan şekeri değişikliğe uğrar, tüm vücut salgıları tepki verir, ağız kuruması, el, koltuk altı, yüz terlemesi, hatta bağırsak hareketlerinin artışı gibi belirtiler ortaya çıkar.

Belli bir yaştan sonra stresle gelişen bu hormonal değişiklere karşı vücut savunmasını azaltabilir veya tepkisizlik geliştirebilir.

Otoimmun hastalıklar dediğimiz vücudun kendi kendisine antikorlar ile savaş açması da stres ile tetiklenen durumlar arasında sayılır.

 Stres anında kortizol ile birlikte prolaktin hormonunun da arttığını, prolaktindeki değişikliğin leke ve aknelerde artışa yol açtığını belirten Şengör, “Yani stres bizi basit veya komplike birçok hastalığa karşı savunmasız bırakabiliyor.

 Şahin SANDALCIOĞLU

Uzman Sosyolog - Refleksolog

+90532 297 9235
 Kaynak: Doktor Betül Şengör

NOT: 15 Günde bir yaptıracağınız ayak masajı (REFLEKSOLOJİ ) ile kendinizi zinde hissetmiş olmak la birlikte vücut enerjisindeki tıkanıklıklar giderilir, enerji vücuda dengeli bir biçimde yayılmaya başlar; dolayısıyla kan dolaşımı sorunları ortadan kalkar ve oksijen, hücrelere daha kolay dağılır. Lenf sistemi görevini daha iyi yapar ve vücuttaki toksinler hücrelerden daha kolay atılır.

GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI REFLEKSOLOJİ YÖNETMELİĞİ 27 EKİM 2014TARİHLİ VE 29158 SAYILI RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR.




22 Mayıs 2016 Pazar

NASIL NEFES ALIRIZ

NASIL NEFES ALIRIZ
Göğüs kafesi hava geçirmez bir silindir; diyafram, tabanını oluşturur ve üst kapağı boynun köküdür. Göğüs kafesinin duvarı, omurganın göğüs kısmından göğüs kemiğine akan kaburgalardan oluşur ve üç tabaka kaburgalar arası kaslarla birbirine bağlıdır.

Nefes aldığımızda, kaburgalar omurga eklemlerinin çevresinde döner ve ön uçlarındaki göğüs kemiği yükselerek göğüs kafesinin önden arkaya ve her iki yana çapını artırır.

Diyafram aşağı inerek göğüs kafesinin dikey boyutunu artırır. Göğüs boşluğunun kapasitesi artarak, göğüs içi basıncının atmosfer basıncının altına düşmesine neden olur.

Hava, solunum yolları aracılığıyla akciğerlerde emilir. Eğer göğüs kafesinde büyük bir yara varsa bu, göğüs içi basıncı atmosfer basıncıyla eşitler ve bu mekanizmanın işlemesinin sonucunu doğurur.
Dışarı nefes vermek edilgen bir süreçtir; kaburgaların ve akciğerlerin geri çekilmesi ve diyaframın daha yüksek bir duruşa dönüşü havayı dışarı atar.

Astım nöbetlerinde, solunum yolundaki direnç, nefes almanın dışarı verme aşamasında daha çok soruna neden olur.

Hastalar havayı dışarı atmak için daha çok çaba harcamak zorundadırlar ve nefes vermede hırıltılı soluma daha belirgindir.

Direnci ortadan kaldırabilmek için hastalar dik oturmalı, yatağın kolu gibi sabit bir nesneyi tutmalıdırlar ve boyundaki ‘ek solunum kası’nı kullanarak ilk kaburga ve göğüs kafesi üzerinde fazladan çekiş oluşturulmalıdır.

Hava akışı ciddi olarak azaldığında, örneğin yatağa bağlı bir hastada kaburganın hareketleri engellendiğinde, akciğerlerdeki hava ve salgıdaki durgunluk solunum enfeksiyonu (zatüre) riskini artırmaktadır.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog  - Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite

NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir (TAMAMLAYICI TIP OLARAK SAĞLIK BAKANLIĞINCA ONAYLANAN REFLEKSOLJİ) seansı almaktır.




HİPOKSİ NEDİR BELİRTİLERİ TEDAVİSİ

HİPOKSİ NEDİR VE BELİRTİLERİ
Hipoksi, hücrelerde ve dokularda oksijen yetersizliğidir. Birçok nedenden kaynaklanabilir. Birçok bozukluktan veya vücut içinde kanın oksijen taşıma ve dolaştırma yeteneğini azaltan karbondioksit veya karbonmonoksit gibi maddelerden kaynaklanabilir.

Deniz seviyesinden çok yüksek yerde bulunmak gibi çevresel etmenler de neden olabilir; bir dokunun oksijeni kullanma yeteneğini etkileyen bir hastalık veya yaralanma nedeniyle oluşabilir.

Hipoksi tek bir organda görülebileceği gibi vücut içinde de yayılabilir. Düşük oksijen düzeyine karşı en duyarlı olan dokular kalp, beyin, karaciğer ve akciğere giden kan damarlarıdır.
Hipoksinin şiddetli veya uzun süreli nöbetlerinde, hücre ölümüne bağlı olarak kalıcı doku hasarları oluşabilir. Bu durum, belirti olmadan başlayabilir.

Erken belirtiler arasında, kanda düşen oksijen düzeyine bağlı olarak kalp ve solunum oranlarında artış görülebilir. Bir başka erken belirti, mutluluk hissi veya alkolle sarhoş olma gibi bir histir. Ardından baş dönmesi ve zihin bulanıklığı görülebilir.
Hipoksinin tedavisi nedenine bağlıdır.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog  - Refleksolog
GSM: +90532 297 9235

KAYNAK
Prof. Dr. David Tracey
Prof. Dr. Peter Baume
Prof. Dr. Kurt H. Albertine
Prof. Dr. Laurence Garey
Prof. Dr. Frederick Rost
Prof. Dr. Phil Waite

NOT: Sağlık sorunlarından uzak kalmanın en doğal yolu 20 günde bir (TAMAMLAYICI TIP OLARAK SAĞLIK BAKANLIĞINCA ONAYLANAN REFLEKSOLJİ) seansı almaktır.



20 Mayıs 2016 Cuma

DENİZ BÖRÜLCESİNİN FAYDALARI

DENİZ BÖRÜLCESİNİN FAYDALARI

Börülcenin içerdiği protein, vitamin, demir, çinko, potasyum ve manganez minerali sayesinde kötü kolestrolü azalttığı, kabızlığı giderdiği, yüksek tansiyon ile şekere faydası olduğu, tiroid hormonları dengesizliği, kanseri önleyici özellik taşıdığı ve bağışıklık sistemini güçlendirdiği bildirildi.
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, börülcenin lif oranı yüksek gıdaların başında geldiğini belirterek, yarım bardak börülcede 5-6 gram lif olduğunu vurguladı.

KÖTÜ KOLESTEROLÜ AZALTIYOR
Börülcedeki lif yapısının, çözülebilen lif olduğu için kötü kolesterolü azalttığını ifade eden Uslu, "Sindirim sisteminin düzgün çalışmasını sağladığından kabızlığın giderilmesinde yardımcı olur.
Yüksek lifli besinler bu açıdan kendimizi iyi hissetmemizi ve besinlerin daha yavaş sindirilmesini sağladığından verdiği tokluk hissinden dolayı kilo almayı engelleyici rol oynar" dedi.

Börülcenin yüksek orandaki lif yapısı sayesinde kalp hastalığı riskini azalttığını ve yüksek tansiyonu olanlar için faydalı olduğunu anlatarak, "Çözülebilen lif yapısının şeker hastalarında karbonhidratların soğurulması oranını azaltması sonucu kandaki şeker oranını koruduğu için şeker hastalarının vazgeçilmez besinlerindendir" diye konuştu.

Börülcedeki vitamin A'nın, betakarotenli yapısından geldiğine işaret eden Uslu, "Bu sayede hem görme duyularının daha iyi çalışmasını hem de antioksidanlı yapısından dolayı bağışıklık sistemini güçlendirici ve kanseri önleyici faydaları vardır. Bir bardak börülceyle vücudumuzun ihtiyaç duyduğu günlük A vitamininin yüzde 50'sini alırız" dedi.

"KANSIZLIĞA İYİ GELEN BÖRÜLCE YÜKSEK KOLESTEROLÜ DE DÜŞÜRÜR"
Börülcenin, tüm fasulyeler gibi demir açısından da zengin bir besin olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Ülkemizde yaygın şekilde demir eksikliği anemisi bulunmaktadır. Büyüme çağındaki çocuklar, adet görmeye başlayan genç kızlarımız, gebe ve emziren annelerde, sağlıklı beslenmedikleri zaman demir eksikliğine bağlı anemi oluşabilir.

Sadece anemi değil, başta sinir ve stres olmak üzere birçok sıkıntının sebebi, demir eksikliğidir. Börülce kansızlığa iyi gelmesinin yanı sıra kandaki yüksek kolesterolü de düşürür."
Börülcenin çinko açısından da çok zengin bir mineral olduğunu dile getiren Uslu, Hücrelerin yenilenmesi ve yaraların iyileştirilmesi için yeterli miktarda çinko alımı gereklidir.
Hamilelikte de fetüsün büyümesi ve gelişimi için yeterli çinko alımına özen gösterilmelidir" diye konuştu.

"BÖRÜLCE, B9 VİTAMİNİ AÇISINDAN DA ZENGİNDİR"
Uslu, börülcenin zengin diğer elementinin de manganez olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti: Manganez minerali vücuttaki protein sentezlenmesi, sindirim ve besinlerden enerji üretilmesini sağlamaktadır.
Bağ dokuları, kemiklerin gelişmesi ve büyümesi açısından gerekli mineraldir. Sinir sistemi fonksiyonları ve gelişmesinde oldukça faydalıdır.

Vücuttaki kanın pıhtılaşması için gerekli manganez, kısırlığa da iyi gelir ve cinsel gücü arttırıcıdır.
Bir bardak börülcede 0,5 gram beslenmede hayati öneme sahip mineral olan potasyum bulunduğunu belirten Uslu, "Potasyum vücuttaki su ve mineral dengesinin korunmasına yardımcı olur.
Besinlerin hücre içine taşınması, sinir sistemindeki mesajların iletilmesi, kalp ve kaslar için önemlidir.

Tansiyonu dengeler ve beyine oksijen taşıyarak zihin faaliyetlerini destekler" dedi.
Uslu, börülcenin folik asit olarak da bilinen B9 vitamini açısından zengin olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:
Bir bardak börülceyle günlük alınması gereken B9 miktarının yüzde 50-60'ı karşılanmaktadır.

Adeta protein, mineral ve vitamin deposu olan börülcenin sadece Ege bölgesinde tüketilmesi üzücü bir durum. Böyle önemli bir besin kaynağının Anadolu'muzun tüm yörelerinde tüketilmesi için hepimiz çabalamalıyız.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog - Refleksolog
+90532 297 9235
Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Uslu


2 Mayıs 2016 Pazartesi

YUMUŞAK DOKU ROMATİZMASI TEDAVİSİ

YUMUŞAK DOKU ROMATİZMASI OLARAK TANIMLANAN FİBROMİYALJİ, BAKIN VÜCUDUNUZA NE GİBİ ETKİLER YAPIYOR...

Hiç çalışmadığınız günlerde bile kendinizi sürekli yorgun hissediyor, her yeriniz ağrıyorsa; vücudunuzdan tüm enerji çekiliyor; kol ve bacaklarınızda derman kalmıyorsa; siz de fibromiyalji hastası olabilirsiniz.

 Ağrı ve yorgunluk şikayetleriyle aylarca hatta yıllarca tanı konulamadığı için doktor doktor dolaşan, çevreleri tarafından 'hastalık hastası' olarak damgalanan birçok kişi aslında fibromiyalji hastası.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa tıpta, yumuşak doku romatizması olarak tanımlanan, kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha fazla görülen sinsi hastalık hakkında şu bilgileri verdi:

"Fibromiyalji depresyon, sabah sertliği, karında kramp, yorgunluk ve uyku bozukluklarının da eşlik ettiği, eklem, kas ve yumuşak dokuda ağrıya sebep olan bir hastalıktır.

Fibromiyalji 2 çeşit olarak sınıflandırılabilir. Birinci tip daha sık görülür ve sebebi bilinmez. İkinci tip ise spesifik; yaralanma ve cerrahi sonrası gelişir.

Genetik faktörler de etkilidir. Aile öyküsü olanlarda daha sık görülüyor. Fibromiyaljili hastalarının en az 2/3'ü her yerlerinin ağrıdığını söyler. Hastaların çoğunlukla yaygın vücut ağrısı olmasına karşın, ana odak bir veya iki bölgedir.

Ağrı yanıcı, zonklayıcı yada sabit olabilir. Sıklıkla sabahları daha kötüdür, gün içerisinde iyiye gider ve geceleri yeniden kötüleşir.

Bir diğer belirti uyku bozukluğudur. Bu hastaların 1/3'ünde büyüme hormonu salgısı azdır.

Uyku düzensizliğinin en büyük nedenlerinden biri budur. Hastaların %60-90'ında kötü uyku vardır.

Ağrı şiddetine bakmaksızın, hastaların büyük kısmı uykuya dalmada ve uykuyu sürdürmekte zorluk çekerler, sık uyanırlar ve sabah dinlenmemiş olarak kalkarlar.

Dinlendirmeyen uyku fibromiyaljinin temel özelliklerindendir. Tipik olarak uyku hafif ve huzursuzdur. En göze çarpan özelliklerinden biride yorgunluktur.

Şiddeti değişiklik gösterir. Hastanın günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar. 18 hassas nokta Fibromiyalji hastalarında bazı duyarlı noktalar vardır. Bu noktalardaki ağrı tanıyı koyduran en önemli kriterdir.

Duyarlı noktalar, boyun, omuz, üst göğüs ve bel bölgesinde kümelenir. Toplamda 18 duyarlı nokta bulunur.

Hastalığa baş dönmesi, migren, soğuk intoleransı (sürekli üşüme hissi), sık idrara çıkma, karpal tünel sendromu, çene ağrısı, deri duyarlılığı gibi farklı patolojiler eşlik edebilir.

Tanı koyulması için 18 hassas noktanın en az 11'inde ağrı tespit edilmeli." Nasıl tedavi ediliyor? "Fibromiyalji tedavisinde asıl amaç ağrı – spazm- ağrı halkasının kırılmasıdır.

Manuel olarak dokulara yapılan gevşetme ve spazmı çözmeye yönelik uygulamalar, yumuşak dokuların hareketinin artmasına yüzeysel kan akışının artmasına ve ağrının azalmasına yardımcı olur.

Omurgaya yönelik yapılan manuel uygulamalar, dokuları ve organları destekleyen, bağlayan ya da ayıran dokunun hareketini arttırır.

Ağrıya duyarlı yapılar üzerindeki basıncı azaltır ve doku sıvılarını harekete geçirir. Omurgada eklem aralığında artışa yol açarak kas spazmını azaltır ve endorfin salınımına neden olur.

Tutuk ve ağrılı eklemleri serbestleştirir adezyonları açar ve hareketliliği arttırarak ağrıyı azaltır.

Şahin SANDALCIOĞLU
Uzman Sosyolog - Refleksolog
+90532 297 9235


Kaynakça: Yrd. Doç. Dr. Gamze ŞENBURSA